• nihayet satışa çıkan ve annemleri de aslında bir uyuşturucu baronu olmadığıma, hakikaten de bir şeyler yazdığıma ikna eden kitap. daha benim elime geçmedi gerçi. (kendi kitabının fakiri bir yazar olarak, çektiği filmleri izlemeyen johnny depp karizması peşindeyim.)

    arka kapağını buraya kopyalamayacağım. ayrıntılar ve bazı örnek bölümler burada. kısa tanıtım videosu da burada. ben onun yerine birkaç itirafta bulunayım:

    kitabın cıvıklık seviyesi: cıvık müdürüm afedersin

    512 sayfalık bu kitabın ilk yarısını gayet severek yazdım. ayrı bir kitap bile olabilirdi aslında. ilk 90 sayfada bir safsata tanımı bile yok, zira bu kısımda insanın kendi aklına bakışının disiplinlerarası bir tarihini işliyorum. mitolojiden ve edebiyattan örnekler, zamanla psikoloji alanına elveriyor.

    nihayet safsataların tanımını yaptıktan sonraki 100 sayfayı da benzer bir tarihi yolculuğa ayırdım, ama burada odak noktası iletişimin ve tartışmanın doğası, çeşitleri.

    dolayısıyla ansiklopedi kısmı ta 200. sayfada başlıyor. bu kısmın organizasyonu epey zamanımı aldı çünkü çoğu kaynak rastgele bir sıralamaya giderken, ben birbiri üstüne inşa eden bir gidişat istedim. çoğu kaynağın niye böyle yapmadığını da kısa sürede anladım: epey zormuş. bir sürü safsata birden fazla kategoride yer alabiliyor mesela. araştırma için kullandığım excel tablolarını tekrar açmaya cesaret edersem bir ara paylaşırım.

    ansiklopedi kısmında tam 100 safsata var. bazıları çok ilginç -veya en azından alakalı ilginç hikayeler bulunabiliyor- bazıları içinse yapacak bir şey yok, "bitse de gitsek" modunda yazdım, anlarsınız zaten onları. genelde yaklaşımım hata tanımlarına odaklanmaktan ziyade, o düşünce kalıbının duruma göre gayet makul olabileceğini de göstermekti.

    monotonluğu önlemek için birbiri içine geçmiş ve ara ara devam eden dört absürt hikaye yer alıyor. marksist bir at ve babasının intikamı peşinde koşan bir köpek. sherlock ve terfi almaya uğraşan müfettiş lestrade. imam, papaz ve esrarengiz bir hahamdan oluşan fıkra ekibimiz. ve batman. içkiliyken yazmış olabilirim ama keşke bunu çizgi romanlaştırsaydık. eyyy netflix, duy sesimizi.

    kitaptaki çizimler erhan baş'a ait, sağolsun epey sabretti. seven olursa:
    instagram: @benhayattayken
    tumblr: oesnada.tumblr.com

    kesin birçok hata yapmışımdır. özellikle de dizgi süreci biraz sancılıydı. yani hunharca giydirebilirsiniz, sorun yok. detaylı olduğu sürece her türlü eleştiriyi iletin ki sonraki basımları ve e-kitap halini geliştirelim.

    ***

    yurtiçi: tek tek satış linki vermiyorum, güncel liste burada. genelde %25-40 arası indirimler var.

    yurtdışı: tıkla24.de satıyor ama çok tuzlu. ab içi kargo dahil 37 euro, yani indirimli tr fiyatının 8 katı ve bu şişik fiyat üstünden telif almıyorum. yayınevi de almıyor. idefix daha makul gözüküyor, ab içi kargo 10 euro civarı, yani tek kopya sipariş etsen bile toplam 15 euro masraf. hepsiburada da başlayacakmış. başka kaynaklar bilen haber versin lütfen.

    e-kitap: hakları bende, kendim basacağım. yalnız yayıncıyla yaptığımız sözleşme uyarınca ancak 5 ay sonra başlayabilir (şubat 2021).

    audiobook: %99 olacak ve kendim okuyacağım, podcastteki tarzda. hatta biraz genişletilmiş bir versiyonu olur, aralara girip yorum yapmalı mesela. bayağı heyecanlıyım o konuda.

    umarım raflardan alıp tuvaletinizin en nadide köşesine koyarsınız. her halükarda devamı gelecek. "ansiklopedi 2" şeklinde değil de, alakalı konularda ve başka bir konseptle. duyururum gelişmeleri.

    hap bilgi: safsataları en çok kendinizi tanımak için öğrenin, olur olmaz safsata avcılığı da yapmayın, öyle insanları kimse sevmiyor (denedim, onayladım)
  • bir yıla yakın süredir fularsız entellik podcastlerini dinliyordum, bir gece uyumadan önce eşim dedi ki; 'ya dadinur bir şey soracağım ama uykun kaçmasın yarın sorayım', yok önemli değil, sor deyince de, 'kötülük problemi üzerine bir süredir düşünüyorum, üzerine konuşmak istedim' dedi, ben de o zaman sana bahsettiğim fularsızın kötülük problemi serisini dinle yarın işten sonra konuşalım dedim ve fularsız akşamlarımız başladı. artık podcast akşamlarımız var sayesinde.
    sonra kitap çıkar çıkmaz almak istedik ama japonya'ya gönderim yapılmıyor hiçbir siteden. biz de ailelerimize aldırdık, bir tanesi buraya geliyor haftaya, diğeri de onlarda kalsın azıcık safsata öğrensinler.
    tanım: podcastini çok severek dinlediğimiz ekşisözlük yazarının uzun süredir bizi oyaladığı, sonunda çıkan kitabı.
  • e-kitap hali nihayet satışa çıkmıştır, yıldız tarihi 15 mart 2021.

    samanyolu galaksisi'ndeki tek resmi satış noktası benim fularsız entellik blogu. evet jeff bezos, seni yeneceğim aslanım, bu işler böyle ufak ufak başlar.

    şimdi bunu amazon'a, google play'e, idefix'e koymamamın iki sebebi var:
    1) e-kitap haklarını yayıncımdan alabilmenin bir koşuluydu bu.
    2) bana da yaradı, zira o platformlar genelde %30 komisyon alıyor, ki bence fahiş.

    ***

    alım süreci gayet basit aslında. bir yere hesap açmanıza veya bir email listesine kaydolmanıza gerek yok. paypal veya kredi kartı sonrası (stripe güvencesiyle, yani kart bilgileriniz benim bloga gelmiyor) çat diye bir download linki çıkıyor. içinde şu dosyalar mevcut:

    1) yeni kindlelar için azw3 (4.nesil ve üstü cihazlar)
    2) tüm kindleların okuyabildiği eski format mobi.
    3) diğer tüm okuyucular için epub.
    4) ve tost makineleri içinpdf.

    hepsini aynı anda indirip kullanabilirsiniz, sınırlama yok. emailinize gelen linkten daha sonra da indirebilirsiniz.

    [kindlecılara önemli not: normalde amazon'dan aldığınız kitaplar üstündeki notlarınız, hem amazon web'de hem de mobil uygulamada görünür. ama eğer buradaki gibi dışardan aldığınız bir kitabı yüklerseniz, usb transferi yerine kendi kindle adresinize eklenti olarak emaillemeyi seçin. bu sayede web ile olmasa bile en azından mobil uygulamayla senkronize oluyor. usb transferi seçeneği bu senkronizasyonu imkansız kılıyor, amazon'un bok yemesi işte. zaten o cihazları neredeyse zararına satıyorlar; asıl parayı kitap satışı komisyonundan kazanıyorlar. neyse, usb aktarımında ısrar ederseniz bile notlarınız cihazdaki "myclippings.txt" dosyasında saklanıyor, rahatça alabilirsiniz.

    özet: kitabın içeriği her halükarda aynı ama not kullanıyor ve web/mobil senkronizasyonu kullanıyorsanız buna dikkat edin.]

    ***

    fiyat kdv dahil 45 tl karşılığı. niye mesela 25 değil de 45? e-kitap hakları bende ama fiyat kontrolü bende değil. yayıncıyla anlaşma gereği en çok %30 indirim yapabiliyorum (65tl -> 45tl). tabii bazı online mağazalarda fiziki kitaba %40 indirim var, o yüzden benim e-kitap daha pahalı olabiliyor, biraz saçma bir durum ama yapabileceğim bir şey yok. ve özellikle yurtdışındakiler için kargo masrafını eklersek daha makul bir karşılaştırma olur.

    bu arada alırken link paylaşırsanız iki tarafa da ekstra indirim var. yine de bütçenizi aşıyorsa, malum ortamlardan indirirsiniz. öğrencinin bireysel çaptaki korsancılığına karşı değilim. yalnız ben telegramdan bakındım mesela, korsan bir pdf düşmüş oraya ama felaketti. metinler okunmuyor, karakterler yanlış, vs. sinemada kameraya çekilmiş film indirmek gibi biraz, aklınızda olsun.

    daha iyi bir alternatif 3-5 kişi ortak satın alıp paylaşmak. bu mümkün çünkü dosyalara drm kilidi koymadım. drm'li kitap, en çok yasal kullanıcıya engel çıkarıyor zaten. rahatça okuyun, sevdiklerinizle paylaşın. ama millet alıp da basmasın diye dijital imza koydum, pdf'i biraz kısıtladım ve cia'deki tanıdıklara haber verdim.

    ***

    içerik 5. baskıyla aynı. yani benim bizzat dizgisiyle uğraştığım ve bazı sululukları traşladığım son baskı (ama yine de fazlasıyla absürtlük var).

    pdf dosyası o baskıdaki halinin birebir aynısıdır. diğer formatlarsa reflowable, yani cihaza ve ayarlarına göre okuma tecrübesi değişir. geçen hafta bunları test ederken -ki günler süren bir işkenceydi- metin kutucukları gibi oyuncaklı öğelerin sorun yarattığını fark ettim, her cihaz için düzeltmek imkansız, onları kaldırdım.

    genel olarak herhangi bir sıkıntı olursa kolayca ödemeyi sorgusuz sualsiz iade ederim. hedef sıfır mağduriyet.

    ***

    tekrar edeyim, link budur. aynı linkte genel kitap tanıtımı, okuyucu yorumları ve örnek bölümler de var. keyifli okumalar.

    not 1: genel olarak e-kitap sürecine meraklıysanız, podcastin son bölümünün ilk kısmını buna ayırmıştım: (spotify | diğer ortamlar)

    not 2: patreon destekçileri dikkat, e-kitabın özel bir baskısını size zaten 10 mart'ta hediye etmiştim. sonradan destekçi olacaklar da bu dosyalara geriye dönük olarak erişebilirler şimdilik.
  • "öyle hissediyorum ki kahneman'in meşhur kitabı olmasa bu kitap da yazılmayacaktı."
    doğru hissiyat.

    "ama bu kitabın belkemiğini o kitabın oluşturduğunu bildiğinizde..."
    yanlış tespit.

    kahneman ve tversky'den s70-88 arası bahsediyorum. s300 ve s308'de de makalelerine referanslar var. kitap 512 sayfa.

    thinking fast and slow olmasaydı, bu alan o kadar popüler olmayacağından benimkine de pek ilgi olmazdı. ama bu kitabın belkemiği bilişsel hatalar değil. hatta ilk 200 sayfanın belli bir belkemiği yok, zira insanlığın konuya bakışının gelişimi hakkında kendimce bir sentez yapıyorum. sonraki 300 sayfa boyunca incelediğim toplam 100 safsatanın ise birkaçında direkt, birkaçında da dolaylı bir kahneman etkisi vardır ama çoğunda değil. platon'a daha fazla yaslanmışımdır mesela.

    bunları gocunduğum için söylemiyorum. bir sonraki kitap, muhtemelen bilişsel hatalara daha fazla odaklanacak. zaten akılcılık ile ilgili verdiğim seminerlerin de merkezinde kahneman ve ondan feyz almış araştırmacıların örnekleri bulunuyor. bu kitabın yanlış algılanmasını istemiyorum sadece.

    ***

    fırsattan istifade, içeriği merak edenleri tatmin etmek için:

    kitabın zihin haritasını ekledim: görsel

    flutv'de ayrıntılı bir sohbet yaptık kitap ve genel olarak safsatalar ve tartışma hakkında.

    daha fazla bilgi (satış, örnek bölümler, podcastler, röportajlar ve her baskıda düzeltilen hatalar) her daim kitabın kendi sayfasında

    aralık 2020 itibariyle nihayet karizmatik ciltli baskımız da çıktı ve devam edecek.

    okuyucu yorumları için herhalde ekşi ve goodreads sayfası en iyi yerler. her platformdaki eleştirileri not alıp, şubat-mart gibi hedeflediğim ve bağımsız yayınlayacağım e-kitap versiyonunu geliştirmek için kullanıyorum. eleştiri ne kadar spesifik olursa o kadar yararlı.
  • oğlum siz manyak mısınız? kitapla ilgili 2 entry okuyalım diye geldik adamlar, kitabı aldım eve geldim çay yapıp okucam, dr’dan aldım ancak okumaya baslamadim kaynım ameliyat oldu o bitsin okucam, okumayı düşünüyorum ama evde misafirler var şu an filan yaziyo.

    abuk sabuk entry girmeyin ya.

    edit: adamlar hala 100. sayfadayım filan yazıyor. sabır testi resmen.
  • ilk aldığımda 500 küsur sayfa olduğunu görüp, boş bir zamanımda okurum dediğim, göz gezdirmek için elime aldığım anda 100 sayfasını okuyuverdiğim müthiş kitap.

    kitapta bahsedilen bazı eserler o kadar merak uyandırdı ki benim gibi kitap okuma özürlü birine bile ara verdirip 3 tane kitap aldırttı.

    halk için halka rağmen entellik tam olarak budur. uzun zamandır okurken bu kadar eğlendiğim bir kitap olmamıştı. hatta bazı yerlerinde anıra anıra güldüğümü hatırlıyorum. bu kadar derin konuların böyle güzel bir üslupla anlatılması takdire şayan.

    beklediğimize değmiş. artık kendisinin dolandırıcı olduğunu düşünmeye başlamıştım. *
  • eleştirel düşünme konusu, malumunuz toplum olarak zayıf olduğumuz ve son yıllarda üzerinde daha fazla tartışılmayı hak eden, akademik anlamda da acil çözümler bulunması gereken bir konu. eleştirel düşünme, mantık ya da temel olarak akıl yürütmedeki zayıflıkların kök sebeplerine inildiğinde de en büyük düşmanlarından birisinin, toplumun ve bireylerin genlerine işlemiş olan bu kalıplaşmış safsatalar (zararlı olanlar diyelim) olduğunu görüyoruz. bu anlamda, yazarın aşılamaya çalıştığı farkındalığın önemli olduğunu düşünüyorum.

    twitterdan takip edenleriniz olmuştur, the spectator index'in critical thinking ülkeler sıralamasında yerlerde sürünmüştük: https://images.app.goo.gl/rdgbzzrsorweogkj9

    (çok saygı duyduğum vedat milor abimizin konuya ilişkin epsrisini de iliştirelim) https://images.app.goo.gl/cy6lwc1eskzxbs4ma

    maalesef çocuklar ve gençler de eleştirel düşünme ve sorgulama anlamında oecd ortalamasının altında (37 ülke arasında 31. sırada olmamız, kök nedenlere ilişkin subliminal bir mesaj olabilir mi ?).

    eğitim alanındaki yanlışlıklara ve eksikliklere dair yıllardır bas bas bağıran prof. dr. selçuk şirin'in konuya ilişkin analizlerinden birisi:
    https://twitter.com/…irin/status/563448827873882112

    durum böyleyken, baş düşmanları da yakından tanımak gerekiyor (yukarıdaki vahim tabloları düzeltmek sanki basitmiş gibi yazdık da, neyse "farkındalık farkındalıktır" şeklindeki özlü olmayan sözümle topu taca atayım).

    safsatalar/fallacies, temelde biçimsel/formal ve serbest/informal olarak ikiye ayrılmış: https://tr.wikipedia.org/wiki/safsata

    yalansavar, konuyla ilgili şurada güzel bir mini özet yapmış.

    ~2400 yıl önce aristoteles, organon isimli kitap serisinde safsataları temelde 13'e ayırmış(bkz: sofistik çürütmeler üzerine). türkçe kaynak bulamadım ama kabaca: https://en.wikipedia.org/…i/sophistical_refutations

    takip ettiğim diğer kaynaklardan devam edecek olursak;

    19 yıl önce alev alatlı, e-posta grubu ile birlikte bu işe girişerek ortaya güzel bir çalışma çıkarmıştı (bkz: safsata kılavuzu). burada safsataları yaklaşık 50 alt başlıkta incelemiş.

    1 yıl önce de günümüzün bilim/kurgu yazarlarından tevfik uyar, "safsatalar" kitabında en sık kullanılan 40 safsataya değinmişti (ki bir düzen insanı olarak kitabı sistematik açıdan çok başarılı buldum).

    kısacası, safsata konusu aslında türetilebilen bir kavram olduğu için kaça ayrıldığına dair de net bir sayı yok gibi (türetilen demişken ben de safsatalar başlığı altında günlük kullanımdan aklıma gelen üç beş kalıp yazmıştım)

    buradan nihayet aslı konumuza bağlayacak olursak (immanuel tolstoyevski de ansiklopedi kısmına gelene kadar 200 sayfa süründürdü bizi, ama çok mantıklı gerekçeleri var), bu kitapta da yazar bu saydığım kaynaklardan farklı olarak olayı biraz abartmış ve 100 farklı safsata çeşidine değinmiş. temel olarak akıl yürütebilmeyi ve doğru düzgün tartışabilmeyi becerebilmek için konuyu tarihi ve bilimsel kökenlerine kadar inerek iyice deşmiş. öncesinde de "kendini tanı" ve "safsataları tanı" bölümleriyle ortamı hazırlamış (burada bilinmesinin çokomelli olduğunu söyleyebileceğim id, ego, süperego ve logos, ethos,pathos üçlüleri ve sokratik yöntem/sofist gibi konulara değindiği bölümler var). kitabın yazım dili, genel olarak yazarın tarzından da aşina olduğumuz şekilde esprili. kitapta bolca güzel karikatür, fıkra ve fotoğraf kullanarak görsel olarak da zenginleştirilmiş. son söz bölümünde bir şirketten yaptığı alıntıyı da beğendim. daha fazla detay spoiler ve gg olabilir.

    (esprili demişken içeriğindeki komedi unsurları ve karikatürler ile bende serbest çağrışım yaratan güzel bir felsefe serisi var (thomas cathcart ve daniel klein'a ait), ilgililere tavsiye ederim.

    kendi adıma kitaba eleştiri getirebileceğim nokta, bu 500+ sayfanın sanki rahatlıkla kısaltılabilecek olmasıymış ki zaman maliyeti açısından tasarruflu olurmuş(belki de ben bu konunun bu kadar abartılmasını abartıyorum). yazar muhtemelen ilk kitap olmanın da önemine binaen olabildiğince kusursuzluk aramış ve tekrar tekrar elden geçirerek güncel eklemeler yapmış. haliyle bazı yerlerde daldan dala atlayıp sonra tekrar dönmeye çalışmış. geçişlerde yarattığı fıkra karakterleri üzerinden diyaloglar yazmış (soktarik düşünme olayına fazla dalmış olmalı ki diyaloglar yer yer uzamış).

    kitapta özellikle politika ve spor camiasından verilen örnekler çok hoşuma gitti. en bol kullanılan örnek, z kuşağı öncesinin yakından tanıdığı renkli kişilik süleyman demirel(binaenaleyh biz unutmadık. ayrıca z kuşağının da çok sevdiği ahmet çakar göndermeleri de çok iyi).

    kitaptaki esprili dil ve göndermeler çok yerinde. yine de, benzer profillerden oluştuğunu düşündüğüm bir okuyucu kitlesine sahip olan bu kitabın o yankı odasından kolay kolay dışarıya çıkamayacağını düşünüyorum. umarım yanılırım.(peki kim bu bahsettiğim yankı odası : aklıselim dedeler, nineler, x-y kuşağı entelijensiyası, eski nesil sözlük celebrityleri, fularlı görünümlü fularsızlar(veya tam tersi), yurtdışı menşeili klavye anarşikleri ve diğer dış mihraklar).

    son olarak, bilinçli veya bilinçsiz olarak hayatımızın her alanında (özellikle siyaset ,futbol hatta din gibi güç dengelerinin olduğu mecralarda) çok fazla safsata ile haşır neşir oluyor ve de bizzat kullanıyoruz (ad hominemsiz muhabbeti bile beceremeyen "gökçekzede" nesillerden geliyoruz neticede). o yüzden en başta bahsettiğim bu eleştirel düşünce kıtlığını da düşününce, bu konuda bu kadar efor harcanması takdiri hakediyor. yazar, kitapta oldukça bilimsel bir çaba koymuş ortaya. örneğin üşenmemiş ve kavramların latince/ingilizce versiyonlarını(çoğunu kısa sürede unutsak da) vermiş. bolca da referans kullanmış. o zaman "referansı bol olan kitap iyidir" diyerek safsatadan ibaret bir sıçışla bitireyim bu yazıyı da.

    yazara özel not : "pop müziği sevmeyenler metallica'ya, ordakiler dream theater'a, oradan da "atmosferik abidik gubidik trip hop bip bop punk house tarzına" geçiyor diyerek tam da içinde bulunduğum geçişlere ve ulu trip hop camiasına laf attığın için seni kınıyorum. viski yudumlarken dinlediğinden emin olduğum klasik, lümpen, fularmonik müziğinde boğul.
  • 506 sayfalık debe entry'si
  • tipik bir ekşici olarak yarısında okumayı bıraktım.
  • entarileriyle yıllardır sevip podcastleri ve youtube videoları ile sıkıca takip ettiğimiz yazarımız immanuel tolstoyevski'nin yıllarca oyaladıktan sonra sonunda global bir pandemi bahanesiyle daha fazla kaçamayarak 2020 yılında çıkardığı bir inceleme-araştırma kitabıdır. insan okuyacak bunu, insan!

    kendini tanı ve safsataları tanı bölümleri:
    uzun uzun kitapları yazılacak -ve yazılmış olan- konulara yormadan kuşbakışı bakmayı sağlayan, insana düşünecek bir şeyler veren bir kitap olmuş. genel kültür-101. orjinal mi? pek değil. ama güzel bir derleme. okuması da çok rahat. zaten sıkıcı olmasın diye yırtınmış sağolsun.

    ansiklopedi bölümü:
    gayet güzel kategorize edilmiş. bir safsatadan diğerine atlarken geçişlere özellikle önem verilmiş. okuyup geçiyorsun ve gayet anlaşılır.

    kitabın asıl kısmı bu bölüm dersek, hergün karşılaştığımız ne kadar da çok safsata varmış dedirtiyor. yoksa bunlar ezberlenecek şeyler değil. hakeza (binaenaleyh) bu kitap da kuran-ı kerim değil. anladığım kadarıyla safsatalar alanında bir sonuca bağlanma yok. her geçen gün yenileri adlandırılıyor. ve herkes, immanuel de, kendince kategorize edip başlık altına alıyor.

    motte-and-bailey fallacy olsaymış iyiymiş. günümüzdeki tartışmalarda bana batan çok konunun bundan kaynaklandığını, ancak bunu okuduktan sonra adlandırabilmeye başladım. ve biraz da bağışıklık kazandım. artık sadece "başta dediğin ve bu dediğin aynı şeyler değil" diyip sinirlenmeden geçiyorum.

    benim de kitapta beğendim bölümler ve kendime notlar aşağıda. özellikle ilgimi çeken konuları uzun uzun yazdım. iki cümle daha yazsam telife takılacağım; öyle uzun...

    --- spoiler ---

    [#] düşünün ki devrim yaratacak bir teori akıl ediyor, bunu desteklemek için 20 sene boyunca dünyanın dört bir yanında kanıt topluyorsunuz, gelgelelim bunun 19. yüzyıl oxford elitleri ve 21. yüzyıl öğrencileri nezdindeki kaderi, iki ihtiyardan hangisinin diğerine daha iyi laf soktuğuna bağlı. bu anekdot bende birçok hisse sebep oluyor ama ne yazık ki "ilham" bunkardan biri değil. (türlerin kökeni, darwin, piskopos wilberforce, thomas huxley)

    [#] bir atom bombası yapmak için gereken dehayı, disiplini, organizasyon kabiliyetini düşünün. şimdi de bunlardan binlercesini yapmak ve bu uğurda milyonlarca vatandaşını da aç ve sefil bırakmak için gereken deliliği ve aptallığı düşünün.
    ecco homo! işte insan!

    [#] d. kahneman, freud ile jung'un teorilerinin tartışmalı yanlarıyla boğuşmamak için, yeni ve komşk drecede basit bir terminolojiyle insan aklını iki parçaya böldü: sistem 1 ve sistem 2.
    sistem 1: "en iyi" değil "yeterince iyi" sonuçlar amaçlar, hızlı karar verir, otomatiktir.
    sistem 2: "ben" ile kastettiğimiz kısım. yavaştır, ayrıntılı düşünür, mantıksal olmaya çalışır.

    sistem 1'i bir nevi derin devlet olarak görebiliriz:
    - özgür irade ile seçilmemiş, atanmıştır.
    - raporlarının çoğu meclise gelmez, "çok gizli" damgasıyla başka yerlere gider.
    - aptal değildir, kendine has bir aklı ve geleneği vardır.
    - operasyon alanı geniştir, ilkel hislerin veya içgüdülerin ötesine taşar.

    (...) doğanın zaman kazanmak için sistem 1'e devrettiği işlemleri şimdi teker teker sistem 2 ile analiz etmek, olacak iş değil.

    [#] "kasap ya da fırıncının önümüze yemek koymaları haırseverlşklerinden değil, kendi çıkarlarını düşünmelerindendir."
    adam smith'in 1776'da kaleme aldığı bu satırlarda ileri sürdüğü tez kabaca şuydu: insanlar serbest bırakıldıkları takdirde hayırsever davranmaktansa kendi çıkarları peşinde koşacaklardır. ancak bu sorun değil, zira piyasanın "görünmez eli" tarafından, sadece kendilerini değil, toplumun genelini kalkındıracak şekilde yönlendirilirler. yani:
    bireysel özgürlük + bireyse çıkar = toplumsal refah

    [*#*] retoriğin kalıcılığını anlamak için ortaçağ eğitiminin temelini oluşturan trivium kavramına göz atmak yeterlidir. gramer, mantık ve retorikten oluşan bu üçlü, eğitim alacak kadar şanslı azınlık için bir nevi ilköğretim idi. bunları başarıyla öğrenenler, aritmetik, geometri, müzik ve astronomiden oluşan ikincil eğitime geçiyorlardı(quadrivium).

    trivium: üç yolun buluştuğu nokta

    gramer: düşüncenin yapıtaşı olan dilin kuralları
    mantık: çelişkisiz düşünce oluşturabilmenin kuralları
    retorik: bu düşünceleri etkili bir şekilde iletmenin kuralları

    sonuncusunun özel bir konumu olduğu açık: diğer ikisini birleştiriyor, yani düzgün kurgulanmış düşüncelerin düzgün bir dil aracılığıyla bir akıldan diğerine iletilmesini sağlıyor.

    trivium sisteminden asırlar önce bu kilit rolü kavrayan artistoteles, retorik isimli eseriyle, tıpkı machiavelli'nin prens'i gibi, çağlar boyunca hem iyi hem de kötü niyetli uygulamacıların danışacağı bir rehber oluşturdu. burada incelediği "ikna yolları" (modes of persuasion), bugün dahi akademide ve pazarlamada öğretiliyor.

    logos:
    idealimizdeki ikna yöntemi. somut verilere, bilimsel bulgulara, akla, mantığa dayanıyor.

    ethos:
    logos, genelde bir otoriteye, ortak bir gerçeklik zeminine dayanmak zorundadır. mesela bugünlerde tüik'in açıkladığı işsizlik veya enflasyon verilerine güveniyor musunuz? bu rakamlar üzerine bir tez inşa eder miydiniz?

    'etik' kelimesinin kökeni olan ve yunanca 'karakter' anlamına gelen ethos, güvenilirlik ve yetkinlik kavramlarının buluştuğu noktadır.

    hillary clinton, 2016 seçimleri öncesi görece muhafazakar olan güney eyaletlerinde düzenlediği mitinglerde, halka yakın gözükmek için güney aksanı kullandığında, işin dozunu kaçırmış ve epey dalga konusu olmuştu. halbukş ınun bilinçli olarak yağtığını, bukalemun etkisi sonucu hepimiz otomatikman yapıyoruz. mütemadiyen etrafımızdakilerin -özellikle de otorite sahiplerinin- aksanını, mimiklerini, tavırlarını, taklit ediyoruz. bu "yararlı" bir adaptasyon, çünkü insanlar:
    - kendilerine benzeyenleri daha çok beğeniyor,
    - beğendiklerini daha önyargısız dinliyor,
    - önyargısız dinlediklerini de daha ikna edici buluyorlar.

    argümanınız logos bakımından kof olsa bile, tam ayarında bir "ben de sizin sürüdenim, sizin kabiledenim, şu kardeşinizi bir dinleyin" sinyallemesi yapabilirseniz, çok büyük mesafeler katedebilirsiniz. yok, tam tersine saftirik bir elit gibi "sizi kendi seviyeme çekeceğim, tek eksiğiniz biraz eğitim, ah beni biraz dinleseniz anlayacaksınız zaten" tutumunda diretirseniz, diplomalarınızın hatrına sözünüzü kesmeden dinleyen o son birkaç kişiyi de kaybedersiniz.
    bir başka deyişle, ikna etmenin ethos ayağı, ideal şartlarda yetkinliği ve dürüstlüğü, pratikte ise grup birliğini ve asimilasyonu teşvik etmeye dayanıyor. ikna gücü yüksek insanlar, tam da bu yüzden hedef kitlelerini iyi tanıyıp, onlardan biri gibi davranmaya özen gösterirler.

    pathos:
    çoğu durumda, daha tartışma başlamadan önce ethos oluşturulmuştur. kimin tarihçesi nedir, hangi cenah kendini kimle özdeşleştiri, az çok bellidir. dolayısıyla tartışmaların akışını belirleyen asıl yaklaşım, üçüncü silahşörümüz olan pathostur. "acı çekmek" veya "tecrübe etmek" manasına gelen bu terim, duygulamızı körüklemeyi ve bazen onları düpedüz istismar etmeyi anlatır.

    pathos, özellikle de korku, acıma, umut gibi temel duygulara yoğunlaşır.

    modern siyasetteyse bırakın parti programlarını, tek tek kelime seçimleri bile pathosun gücü gözetilerek yapılır. eskiden beri duyduğunuz şu terimleri düşünün:
    -çevre
    -enflasyon
    -işsizlik
    -cari açık

    ne kadar ruhsuzlar değil mi? biraz makyajlayalım:
    -"solduğumuz hava, içtiğimiz su"
    -"hayat pahalılığı"
    -"eve ekmek götüremeyen insanlar"
    -"çocuklarımıza miras bıraktığımız borç"

    zihninizde canlı bir imaj yaratan, somut bir günlük hayat tecrübesine denk gelen ve bunun sonucunda keskin bir duygu yaratan kalıplar çok daha etkilidir.

    kairos:
    üç silahşörlerin aslında dört kişi olması gibi, retorik eserinde de dördüncü bir bileşen var: kairos, diğer tüm ikna yöntemlerinin doğru yerde ve doğru zamanda kullanılması.
    (...)yine de bizim için bu önemli, çünkü doğru kullanıldığı takdirde diğer yöntemlerin olumlu veya olumsuz etkilerini katlayarak arttırıyor. örneğin, bir konuşma planlarken, farklı ikna yollarını maksimum etki bırakacak şekilde sıralamanız, akıl yürütmenizin gücünü ve safsatalarınızın kamuflajını arttıracaktır:

    başında: dikkat çek (sizi 'niye' dinlesinler?) ve ethos oluştur (niye 'sizi' dinlesinler?)
    ortasında: örnekler aracılığıyla logos inşa et (niye haklısınız?)
    sonunda: kuvvetli bir pathos izi bırak (niye rahatlarını bozup eyleme geçsinler?)

    fakat kairos'a çok daha geniş bir çerçeveden bakmak ve onu zamanın ruhu ile uyum şeklinde yorumlamak daha ilginç.
    (...)
    tüm ikna yolları içinde, özellikle pathos ile zamanlama arasındaki ilişki önemli. neden yabancı düşmanlığı ve uluslararası komplolar, ekonomik kriz dönemlerinde daha ikna edicidir? en doğru göçmenlik verileri ve en sağlam ekonomik argümanlar, tesadüfen tam da o dönemlerde mi ortaya çıkıyor? tabii ki hayır. geleceğe belirsizliğin yarattığı korku, belirleyici oluyor.
    zamanın ruhunu yakaladığınız zaman, pathos'u en baştan inşa etmenize gerek kalmaz. o duygular, patlayıcı bir gaz gibi toplumun her yanına sinmiştir zaten. tek yapılması gereken, bir iki safsata yardımıyla kibriti çakmaktır.

    [#] evet, sokratik yöntem karşıdakinin gardını düşürüp, bizi dinlemesini kolaylaştırabilir. evet, dinleyicilerimize benzemek, ciddiye alınma şansımızı arttırır. evet, ethos-logos-pathos üçlüsü doğru zamanlamayla kuvvetli bir sinerji yaratır. ama bunları temel fikirlerimizi değiştirmekten ziyade onları 'doğrulamak' için kullanıyoruz. kimliğimizin köşe taşlarını beynimizin son nöronuna kadar savunuyoruz.

    [#] siyasi olsun, dini olsun, bilimsel olsun, temel bir fikre ömürlerini yeterince adamış insanların, karşı argümanların ışığını görür görmez aydınlanmalarını ve 180 derece dönmelerini beklemek naiflik olur. philipp lenard gibi fanatikler zaten umutsuz vakalar ama einstein da o dönüşü yapamadı: yeniyetme kuantum fizikçileriyle aynı dili konuştuğu için onların dediklerini anlıyor(logos), onların kabiliyetine ve dürüstlüğüne de güveniyordu (ethos), ancak evrenin özünde rastgelelilik yattığı fikrini duygusal açıdan bir türlü kabullenemiyordu (pathos). böyle bir evre düşüncesi pnn en temel değerleriyle çeliştiğinden zekasını, ününü ve kalan yıllarını alternatif açıklamalara adadı.

    [#] bu son yargı, mantığın en temel aksiyomlarından birisi: bir şey ve zıttı aynı anda doğru olamaz. aristoteles'in metafizik'te ele alınan bu prensibi, çok sonraları ibn-i sina şu sevgi satırlarla yorumlamış: "çelişmezlik ilkesini reddeden herkes dövülmeli, canlı canlı yakılmalı ve aç bırakılmalıdır. ta ki dayak yemenin dayak yememekle, yanmanın yanmamakla, açlığın toklukla aynı şey olmadığını kabul edene kadar."

    [#] zaten gazzali'nin kendisi de deneyin yararını yadsımaz, sadece evrenin özünde böyle bir ilişki olmadığını söyler. hatta pratikte, "ortamlarda nedensellik varmış gibi davranın, kim bilecek," der. yüzyıllar sonra david hume, "allah"lı kısımları çıkarıp hemen hemen aynı şeyleri söyleyecekti.

    [#] diyelim ki vergisinin hesabını soran bir vatandaş olarak, firavunların gerçekten de güneşi doğurup doğurmadığını test etmek istiyorsunuz. bunun için mısır'da birkaç gündoğumu izlemeniz yetmez. binlerce gündoğumu izlemeniz de yetmez. be kadar gözlem yaparsanız yapın, bundna ibaret bir tümevarımın yararı sınırlı olacaktır, zira firavun olmasaydı da o güneş doğacaktı. hipotezimizi doğrulayacak değil, yanlışlayacak testler peşinde koşmamız gerektiğini anlamıştı bacon.

    [#] kafatasımızın içindeki 200 gramlık antika için anormal seviyelerde bir aktivite bu(günümüz internet ortamı). teyit için evrilmiş bir beyinle sosyal medyaya dalmak, şeker depolamak için evrilmiş bir vücutla süpermarkete gitmeye benziyor. daha çok bilgiye maruz kaldıkça daha açık fikirli, daha bilge olmuyoruz. tersine mevcut inançlarımız güçleniyor ve onları akıl kılıfına uydururken oluşan çatlaklar artıyor ve bu tempo yavaşlamayacak. her devrim bir öncekinden aşağı yukarı 15 kat daha hızlı gerçekleşiyor.

    [*#*] bu "cesur yeni dünya"ya uyum sağlayabilecek miyiz? geç kalırsak, hayatını denizde geçirdiği için "su" nedir bilmeyen bir balık gibi, biz de safsatalar içinde yüze yüze onların varlığını dahi unutabiliriz.
    işin tehlikeli yanı şu ki, teyit önyargısı gibi zihinsel sapmaları üstünkörü öğrenmek, kutuplaşmayı zayıflatacağına daha da kuvvetlendirebiliyor. çünkü mevcut kamplaşmaya bir de "teyit önyargısı etkisi altında olan ve olmayan" ayrımı ekleniyor. bu etkiyi kitaplarda okuduğu için onu her durumda fark edebildiğini, fark ettiği için de onu kontrol ettiğini sananlar, kendilerini iyice üstün görmeye meyledecektir. dolayısıyla haber alma ve fikir oluşturma sürecinizi değiştirmediğiniz takdirde tek yaptığınız şey, eski mücadelelerinizi yeni ve daha yıkıcı silahlarla sürdürmektir.
    zihinsel eğilimlerimizi keşfettiğimiz sürece, kişiye özel tasarlanmış içeriklere karşı gardımızı aldığımız sürece, en önemlisi, kendimizi fazla ciddiye alıp üstün görmediğimiz sürece, sıkı bir safsata bilgisi, bu gürültülü dünyada bize yol gösteren sakin bir rehber olacaktır.

    [#] sakat bir argüman da bazen tesadüfen doğru sonuçlara varır (latince: argumentum bozuk saat bile)

    [#] sonucun her şart altında doğru olup olmadığını test etmek için kullandığımız en yaygın metot, bir karşı örnek bulmaya çalışmaktır. çünkü tek bir karşı örnek dahi, o argümanı ve aynı biçime sahip tüm argümanları çürütmeye yeterli. bir başka ifadeyle, sonuç tesadüfen doğru olabilir, ama yanlışın tesadüfü olmaz.

    [#] birer "neticeyi doğrulama" hatası içerdikleri için reddedilen argümanlar, birleşince daha derin bir anlam kazandılar. böyle ne kadar çok argüman ele alırsak, gerçepe o kadar yakınsıyoruz. iki yanlış bir doğru etmez ama 4-5 zayıf açıklama bir araya geldi mi, muhtemelen kuvvetli bir doğru ederler.

    [#] elbette her organizasyon veya ideolojik kamp içinde bir dereceye kadar muğlaklık olması, yani kimin "gerçek üye" olduğunun belli olmaması çok yaygın. bu esrar, kendi ufak iktidar düzenini yaratıyor, yani bir çeşit "ruhban sınıfı" ortaya çıkıp kimin dışlanacağını belirliyor. eğer tüm kurallar açık olsaydı, tüm süreçler şeffaf olsaydı, onlara da gerek kalmazdı.
    güç, "artık bizimle değilsin.... zaten hiç olmamıştın ki" diyebilmektir.

    [#] sherlock: "üzgünken tümevarma watson, git bana bir çay koy..." * *

    [#] ne yazık ki "normale dönüş" bizim için yeterince seksi bir açıklama değil; daha başka bir sebep arıyoruz:
    "lanetlendi", "nazar değdi", "sorumluluğu taşıyamadı", "hemen de şımardı", "önceki sene hile yaptığını biliyordum zaten" ve başka milyonlarcası.
    aptal bir insan bir şeye sebep arıyorsa, muhtemelen bulur. zeki bir insan bir şeye sebep arıyorsa, mutlaka bulur.
    bu etki en çok tıp alanını zehirliyor olmalı. bazı hastalıklar dejeneratiftir, yani normal halleri sürekli kötüye gitmek olduğundan "ortalamaya dönüş" mümkün değildir. öte yandan birçok hastalığın seyri döngüsel. soğuk algınlığının döngüsü 7-10 gün sürüyor mesela. biz genelde önleyici tedbirleri savsaklar, ancak semptomlar başlayınca tedavilere başlarız. hastalığın beşinci gün ortaya çıkan öksürüğümüz geçsin diye c vitamini, nane limon, kuş sütü -ve tabii ki civa- gibi çareler deneriz. semptomlar hafifleyince kafamızda ampuller yanar, konu komşuya yeni tıbbi keşfimizi anlatırız. kimse de demez ki bu virutik hastalığın seyri belli zaten, bağışıklık sistemimizin kendi normaline dönmesini beklerken semptomları tedavi ediyoruz, o kadar.

    [#] artık her patlama bir terör saldırısı, her kriz bir buhran, her anlaşmazlık bir nefret suçu. kısacası her hışırtı bir kaplan. en pratik çözüm, "hışırtı" miktarını azaltıp daha iyi dinlemek; yani daha az haberi daha derinlemesine okumak, tempoyu düşürüp bağlamı derinleştirmek.
    yine de elimiz ve zihnimiz mahkum, baktığımız her yerde örüntüler görmeye devam edeceğiz. şamanların yerini alan bilgisayarlar, bu örüntülerin gücünü ölçmemize yardım ediyor. iki şey arasındaki korelasyon ne kadar yüksekse, aralarındaki nedensellik bağı olmasını da o kadar olası görüyoruz.
    peki şimdi size kişi başına düşen peynir tüketimi arttıkça yatak çarşaflarına dolanarak ölmenin çok daha olsaı bir hale geldiğini göstersem? yahut, nicholas cage'in oynadığı film sayısı ile havuzda boğulanların sayısı arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu söylesem?

    [#] eğer yokuşun dibi yeterince karanlıksa (bilinmezlik) ve biz bu çukuru yeterince canlı bir şekilde tasvir edersek (retorik), içimizdeki o "hışırtı alerjisi" harekete geçer. ne de olsa ipin ucunda alınamaycak kadar büyük bir risk olduğunu düşünürüz.
    - ruhlarımızın sonsuza kadar lanetlenmesi
    - milletimizin esir düşmesi, soyadımızın papadopoulos olması
    - kültürümüzün "ötekiler" tarafından sulandırılması
    - gezegenin yaşanmaz hale gelmesi
    - çocuklarımızla ilgili herhangi bir şey

    yokuşun sonu bunlara varıyorsa dikkatli olun, akıl yürütmedeki olası sakatlıklar muhtemelen size görünmez olacaklardır.

    [#] dolayısıyla, önceki safsatanın özel bir hali olan "sessizliğe dayalı akıl yürütme", varsayımlarının kapsayıcılığına bağlı olarakkuvvetli bir çıkarım biçimi de olabilir, bir safsata da.
    eğer bir konudaki sessizlik fazla kulak tırmalayıcı olursa, karşıdakinin repliklerini de biz okumaya başlarız. biliçaltımızdaki korkular, endişeler, arzular, bu fırsattan istifade vücut bulur ve senaryonun bir parçası olur. nitekim ölülerle konuşanlar tam da bu yüzden sözkonusu tekniğe sık sık başvururlar. bazen her anlama gelebilecek yuvarlak laflar ederler, bazense kritik bir noktada sessizliğe gömülüp sizin kendi kendinizi ikna etmenizi beklerler. çünkü şu basit gerçeği bilirler: bir insanı her seferinde ikna edebilecek tek güç, kendi sesidir.

    [#] yazar olsun, seçmen olsun, insanların genel olarak anlamakta zorlandığı temel kavram, "seçimsizlik" diye bir şeyin olmadığı. hiçbir şeyi beğenmiyorsanız statükoyu seçmiş oluyorsunuz. zaten bu safsata da en çok muhafazakarlar tarafından kullanılıyor:
    yeniliklerin riskine odaklanmak statükonun her gün ödediğimiz maliyetini gizliyor.
    kusursuzluk ısrarı ile bir tartışmayı yokuşa sürmek, statüko için ufak bir zaferdir. kısa sürede bıkan kamuoyu kendi işine gücüne dönünce, savaş alanında geriye sadece bu konudan kişisel çıkarı olan "dava adamları" kalır, mücadele bir siper savaşına dönüşür, ilk saldırının rüzgarını kaybeden devrim kuvvetleri, ikmal sıkıntısı çekmeye başlar, sonunda da geldikleri gibi giderler. statükonun boğazları geçilmez!

    [#] solomon asch - uyum deneyleri / conformity experiment
    umarım bu noktada deneklerin uyum çabaları o kadar da irrasyonel yahut moral bozucu gözükmüyordur. lakin asıl sürprizi sona sakladım: deneklerin büyük kısmı uyum sağlamadı! yani tüm soruların (denek başına 12) yaklaşık üçte birine yanlış cevap verildi. katılımcıların çeyreği, hiçbir soruda çoğunluğa uyum sağlamayıp 12'de 12 yaptı. dahası, her 20 katılımcıdan sadece 1 tanesi her soruda çoğunluğa uydu.
    yukarıda yanlış yazmamıştım: 2015 yılında kaynak olarak kullanılan 20 önemli ders kitabından 19'u, çoğu deneğin çoğu soruda sürüden ayrı davrandığını belirtmemiş. çünkü o kadar dramati kdeğil ve hakim paradigmaya ters. asch'in ve milgram'ın deneylerini bu ders kitaplarından öğrenenlerin, insanlara haksızlık edip onları her an bir zombiye dönüşebilecek yaratıklar olarak görmeleri doğal.

    [#] öte yandan, bugünlerde neredeyse eş anlamlı kullanılan alegori ile metafor arasındaki farkı anlamak hayatınızı biraz olsun zengileştirecektir. alegori, soyut kavramları kişileştirmek veya resmetmektir. teker teker kalıplar üzerinden değil, eser boyunca devam eden bir anlatı yoluyla paralellikler kurulur.

    analoji de iki şey arasında beznerlik kurar -hatta bazen bunu teşbih ve metafor kullanarak yapar- ama mutlaka bir açıklama, hatta bir argüman amacı güder. yani analoji daha karmaşıktır.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap