• ablamın çok genç yaşta kolon ca olması ile tüm hayat tarzımı değiştirmemiz ile yöneldiğimiz yaşam biçimidir.
    ailece yaptıklarımız :
    herkes kolonoskopi ve endoskopi oldu.2-3 yılda bir kez tekrar yaptıracağız.
    6 ayda bir kan değerlerimize baktırıyoruz.karaciğer fonksiyon testeleri,üre,hemogram ...v.b.
    her ayın 15 devit 3 alıyoruz.d vitamini çok önemli.
    ekmek ,pirinç ve şekerli yiyecekler hayatımızda yok gibi.
    her gün 2-3 fincan yeşil çay içiyoruz özellikle akşam yemeğinden sonra ailece vakit geçirdiğimiz zamanlarda.
    ev yoğurdu yapıyoruz ve onu tüketiyoruz,ev tarhanası,ev turşusu yani mayalanmış gıdaları fazlaca tüketiyoruz.
    kışın kuru domates yiyoruz.
    bol zeytinyağı,baharatlar ,kırmızı et,balık ,sebzeler ,meyveler ...
    amacımız 100 yaşına kadar yaşamak değil ama yaşadığımız süre boyunca kaliteli bir hayat sürmek.
    sonuç:çok mutluyuz, enerjimiz yerinde,sanki görevimizi yapıyoruz gibi bir his var bize bir şey olmaz gibi bir korkusuzluk...
  • olması gereken ama aynı zamanda sıkıcı olandır.

    sanırım benimki de bi parça böyle:

    sigara içmem. he içmedim mi? içtim. toplasan, şu ahir ömrümde 10 tane anca içmişimdir. sigaram yok, içkim az biraz var, günde 2 saat spor yapıyorum, kırmızı et yemiyorum gibi bi şey, kimyasal ürünlerle aram çok yok; saçımı hiç, yüzümü de çok boyamam.* dünyaya kazık çakıp 100 yaşıma kadar yaşama planım var evet.**

    çikolatam, tatlım falan var tabii. onları, beni öldüreceklerini bilsem de bırakmam.

    ha bu arada hepsine bedel bi hastalığim da yok değil:
    (bkz: beşiktaş kanseri)
  • sehirde olmayandir.
  • düzenli ve dengeli beslenme, vakit buldukça spor yapmak, iyi bir cinsel hayat, insaflı çalışma şartları, açlık sınırının üstünde gelir sahibi olmak, sigarasız hayat, yeterli uyku ile mümkün olduğunu hepimizin bildiği ancak şartların oluşturulmadığı bir dünyada bizden istenmesini garipsediğimiz yaşam şeklidir.
  • son sağlık kontrollerimden sonra "sikerim sağlığını da yaşamını da!.." dediğim hayat biçimi.

    dizim şişiyor, daha önce de birkaç kez ağlaştım burada. ortopedi, fizik tedavi ve de romatoloji uzmanları gördü, baktı, değerlendirdi. ortopedi "aman sakın oynatma." derken, fizik tedavi uzmanı tam tersini önerdi. ikisinin de anlaştıkları tek konu koşmamak gerektiği.

    fizik tedavicinin isabetli öngörüleri ve bu işten daha iyi anladığı yönünde oluşan kanaatle söylediklerini dinleyeyim dedim. "yürüyeceksin." dedi. "e yürüyorum zaten, servisten 2-3 durak önce iniyorum, hafta sonları yürüyüş yapıyorum, spora gidiyorum ve orada da ısınmamı 20-30 dakika yürüyüşle yapıyorum." dedim. "ama tempolu yürüyeceksin." dedi. "tamam, ben zaten saatte 6-6.5 km hız ile yürüyorum, üzeri koşmaya giriyor zaten." dedim. "bacak kaslarını da güçlendireceksin." dedi bunun üzerine. "dizimin altına havlu koyarak aşağı doğru bastırma hareketini her gün yapıyorum, bacağımı kaldırıp indiriyorum. salonda da zaten kolcular gibi takılmıyorum, fazla zorlamadan bacakla ağırlık çalışmaları yapıyorum." dedim. sustu, kem küm etti, muayene bitti.

    romatolog kandaki üre değerini biraz fazla buldu. "su içmiyorsunuz anlaşılan." deyince "yoo, günde 2.5-3 litre kadar içiyorum. şişem her gün en az 2 defa dolup boşalır." dedim. gerçekten de içiyorum, içtiğim çayları, kahveleri de bu hesaba dahil etmiyorum. o da orada kaldı öylece.

    bir haftadır kalp kontrolüm var. eforlu ekg bir sıkıntıya işaret etti, sintigrafi de beslenme sorunu olduğunu doğruladı, iş anjiyoya geldi dayandı. doktor başladı önerilerine:

    - spor yapmanız, yürümeniz lazım.
    - doktorcuğum, haftada 3 gün fitness yapıyor, her gün yürümeye özen gösteriyorum. günde en az 7.500 adım atıyorum, genelde de biraz üzerine çıkıyorum.
    - sigara içiyor musunuz?
    - ağzıma koymadım hiç.
    - alkol?
    - 2 ayda bir 3-4 bira içiyorum uzun zamandır. ama onu da keserim gerekirse.
    - üre biraz fazla, eti azaltın.
    - ben genelde sebze yerim. et haftada bir bile sayılmaz. tamamen mi keseyim?
    - şeker? un? azaltmak lazım.
    - günde iki dilim ekmek yiyorum. bazen börek ya da hamur işi yediğim oluyor. sütlü tatlılara dayanamıyorum ama o da haftada bir filan oluyor. tuz işini de söyleyeyim, salata dışında yemeklerime tuz ekmem.
    - yağı azaltın ama kolestrol biraz yüksek.
    - haftasonu kahvaltıda iki dilim ekmeğe tereyağ sürerim. yemeklerimizde zeytinyağı kullanılır. fabrikada pilavlarda katı yağ kullanıyorlar ama bulgur pilavı dışında yemediğim için o vücuda girmiyor. daha neyini keseceğim artık?!?

    en son adamcağız stresten uzak durun, ne desin gari?!?

    bak, bütün bu yukarıda saydıklarımı yaşam biçimine dönüştürdüm ben. kalp doktorum kütlesinin yarısını oluşturan bir göbekle bunları önerdi / sordu bana. allah kimseye vermesin ama çevremdeki çok kişiden daha fazla dikkat ettiğim halde, onlar kadar iyi durumda değilim. dizlerim şişiyor kıvrandırıyor, 45 yaşımda anjiyoluk durumdayım ve belki de stent takılacak, üstelik bunların önüne geçebilmek için yapabileceğim çok da bir şey yok; çünkü zaten bunların neredeyse tamamını yapıyorum.

    sikerim böyle aşkın ızdırabını deyip kendimi yemeye içmeye verecek ve spora gitmek yerine akşam film filan seyredeceğim bundan sonra.

    düdüt: fenerlinash güzel önerilerde bulunmuş. buradan da bir tık fazla alıp okunursa ne mutlu bana. (bkz: #65157981) (not: bunların da neredeyse tamamını yapıyorum).

    fırsattan istifade bir iki yinelemeyi düzeltip gizli bakınız vereyim.

    büdüt: tamamlayıcı hikâye de burada... (bkz: #65270898)

    tamamlayıcı düdüt:

    dizimin şişmesi reaktif artrit denen naneymiş. ilk rahatsızlanmam üzerinden tam 5 yıl geçmişken teşhis kondu ve ilaçlarla uykuya daldırıldı. allah ece hanım'dan gani gani razı olsun. (bkz: ece kaptanoğlu)

    kalp işi biraz karışık. stentlik bir durum yokmuş, bt taraması damar yapısının açık olduğunu, tıkanma olmadığını gösterdi. ancak kalbin kendini besleyen damar yapısı doğuştan biraz zayıfmış. salonda kondüsyon çalışmalarına ağırlık vermemi önermişlerdi, nitekim şimdi eforlu ekg'ler daha iyi sonuçları gösteriyor.
  • pek çok ürünün reklamına göre yürüyen merdivenleri tercih etmeyip diğer merdiveni tempolu bir şekilde gülümseyerek çıkan insanların sahip olduğu yaşam tarzı. dengeli beslenmekle, belli aralıklarla spor yapmakla, stresten uzak durabilmeyi başarmakla veya düzenli bir cinsel hayatla alakası yoktur, işyerindeki arkadaşlarınız hımbıl bir şekilde yürüyen merdiven kullanırken siz yanlarından bembeyaz dişlerinizi göstererek koşturun yeter. fakat siz "eheh sağlıklı yaşamım var benim" diye düşünürken iş arkadaşlarınız "ne koşuyo lan bu ibne civelek gibi" diye düşünür, bu kısmı da ayrı...
  • “bedenimiz dünya’daki evimizdir” diye bir cümle duydum. evimize ne kadar iyi bakıyoruz? ölçüyü kaçırdığımız noktalar neler? örneğin sürekli 3. sayfa haberlerine konsantre olursanız; depresif, umutsuz, agresif hastalanmaya hazır bir akıl ve ruh sağlığınız olur. gündemi takip etmekle sadece ülke ve dünya’daki olumsuz gelişmelere odaklanmak farklı şeyler.

    ya da ne sıklıkta dedikodu yapıyoruz? bence konu ilgi çekici olduğu müddetçe hemen hemen herkes dedikodu yapıyor. yapmayanına denk gelmedim. ben de yapıyorum. ama sürekli başkalarının hayatlarına dikkat etmek. onları çekiştirmek, yermek, yargılamak, eleştirmek de bedenimize ve iç huzurumuza fark etmeden vurduğumuz bir darbe. vakit geçirdiğimizi sanıyoruz belki; ama zihnimizi çirkinliklerle dolduruyoruz.

    aklıma gelen diğer konu tabii ki yediklerimiz. yemeğe fazla değer vermiyor muyuz? daha sofradayken “öğlen ne yesek” diye düşünmeye başlıyoruz. sinirliyken ye, üzgünken ye. sağlıklı alternatifler yaratmıyoruz. bir de kendimden de yola çıkarsam bazen sadece açgözlülükten yediğimi düşünüyorum. o an tokum aslında ve canım çok da bir şey istemiyor; ama dolaptaki dondurma beni son derece rahatsız etmeye başlıyor. tüketim çılgınlığı gibi bir şey.

    son olarak da egzersiz konusuna değineceğim. bir youtuberı izlerken şuna benzer bir cümle duydum; “hayat, bir bebeğin esnekliğinden bir ölünün katılığına doğru geçen süredir. esnek olmak gençleştirir.” oturmak çok hantallaştırıyor. geçtiğimiz günlerde işten eve gittim. kendimi külçe gibi koltuğa bıraktım. “hiç halim yok” dedim. sonra kendi kendime “saçmalama 7-8 saat uyudun. nereye halin yok? kalk yürü” şeklinde direktif verdim. hiç sorgulamadan üzerimi değiştirip koruya yürüşe çıktım. 8-10 bin adım attım. daha yürüsem yürürdüm. insan psikolojisi çok ilginç. bence çoğu zaman düşüncelerimiz de duygularımız da illüzyon olabiliyor. böyle durumlarda başka biriymiş gibi, kendinin patronu gibi kendini yönetebilmen önemli.

    kitap önerisi
  • ''doktora ihtiyaç duymamak için ne yapmak gerekir?

    az yemek
    az uyumak
    az konuşmak
    herkesle düşüp kalkmamak''

    (bkz: ibni sina)
  • teşekkür etmeyi ve özür dilemeyi bilmeyen insanlara, hayatının tüm kapılarını kapatma işlemine ''sağlıklı yaşam'' denir.
hesabın var mı? giriş yap