• --- spoiler---

    eve, anneme telefon ettim:
    —anne, arayan soran oldu mu? olmamış.
    fakat biraz sonra annem telâşla beni arıyor:
    — oğlum polisler geldi, seni sordular...
    ben ne yapayım? şimdi eve gidip, çamaşırlarımı hazırlayıp, teslim olsam iyi... iyi ama, ya yolda, kaçıyor diye vururlarsa. o günler öyle.. sokak ortasında takır takır adam vuruyorlar. gerekçe de hazır:
    güvenlik kuvvetlerine ateş açan anarşistler silâh çatışması sonunda ölü olarak ele geçtiler. gerçi, bu düşünceye olasılık tanımıyorum pek amma, yine de ne olur, ne olmaz.
    telefonla sıkıyönetim komutanlığını arıyorum. adımı söylüyorum.
    — beni arıyormuşsunuz, nereye teslim olayım?.
    — bizim bir bilgimiz yok efendim...
    sıkıyönetim savcılığını arıyorum. onlardan da bir yanıt alamıyorum.
    ankara emniyet müdürlüğüne telefon ediyorum.
    — bizde adınız yok? her halde sıkıyönetimin işidir.. allah allah, biri bizi işletiyor mu yoksa?.
    yıldırım bölge tutukevine telefon ediyorum. oradan da yanıt alamadım:
    — bizim bir bilgimiz yok...
    ben de galiba, kendimi zorla tutuklatacağım. avukat turan tamar'a dönüp:
    — tutukluluktan istifa ettim... diyorum amma, yine de aramaya devam ediyorum. yok kimse kabul etmeyecek, açıkta kalacağım... açıkta kalacağım ve üniversiteye giremeyen
    öğrencilere döneceğim. birde, mamak tutukevine telefon ediyorum:
    — nasıl olsa, oraya geleceğim amma, ben kime tes lim olayım?.
    kimsenin beni kabule niyeti yok... neyse sonunda, ankara emniyet müdürlüğüne gidip teslim oldum. durumu da anlattım. anlayışla karşıladılar. ankara emniyet müdürlüğünden, önce doğru, mamak cezaevine gittik. emniyet görevlileri, gerçekten çok nazik davranıyorlardı. birlikte, cezaevinin bulunduğu 28 inci tümen nizamiyesine gittik.
    —bu beyi teslim edeceğiz. tutuklanmış da, siyasî..
    üsteğmen beni şöyle bir süzdü:
    —ben karışmam... dedi.
    herhalde ben karışacağım!
    neyse, sağa sola telefonlar, telsiz konuşmaları, sonunda, sıkıyönetim komutanlığının emri ile gözaltına alındığım anlaşılıyor. hemen, muhabere okulu cezaevine yollandık. koğuşa «iyi akşamlar» diyerek girdim. prof. uğur alacakaptan, doçent mukbil özyörük ve asistan adil özkol, bir sobanın başında ısınıyorlardı. alacakaptan:
    — gözümüz yolda kalmıştı... diyor.
    gülüyoruz.
    bunları neden anlatıyorum?. neden mi? şundan:
    on gün sonra mahkemeye çıktım ve
    «kaçma şüphesi vardır» gerekçesiyle tutuklandım!
    güler misin, ağlar mısın?

    --- spoiler ---
  • babamdan bize kalan değerli hazinelerden biri de "uğur mumcu" kitaplarıdır. her biri birbirinden kıymetli... söz konusu kitaplardan "sakıncalı piyade" mumcu'nun kendine özgü dönemin çok ilerisinde, sahip olduğu bakış açısı ve espri anlayışı ile kaleme aldığı gerçekten paha biçilemez bir eser. gerçi o'nun yazdığı kitap ve makaleler hiç kuşkusuz bir bütün olarak şaheser niteliğindedir. yazdıkları bir devrin gerçek kanıtları olarak hep var olacaklardır.

    babamın, kitabın birçok sayfasında altını kurşun kalem ile çizdiği satırlar, aldığı minik notlar var.
    işte o altı çizili satırlardan biri saygıyla...

    “erdal öz, kitapları sarmak için ambalaj kâğıdı hazırlamıştı. ambalaj kâğıdında, marks'dan, engels'den, guevera'dan ve atatürk'ten özlü deyişleri vardı. ambalaj kâğıdı özenle hazırlanmıştı.
    koskoca sıkıyönetim buna göz yumar mı hiç yummaz!
    sergi kitabevi, birkaç kez basıldı. polis her gelişinde "yasaklanmış sol yayın" toplayarak gitti. fakat bir türlü suç kanıtı bulunamıyordu. kuşkular giderilmemişti: bütün solcular erdal öz'ün kitabevine gittiğine göre, bu kitabevi gizli bir hücrenin genel merkezi olmasın?
    belki öyledir.
    kitabevinde gizli örgüt plânları arandı ama bulunamadı. plâkların altına baktılar, gizli örgüt yok.. kitapları kaldırıp kaldırıp baktılar, yine gizli örgüt yok... nerede acaba bu gizli örgüt? pikabın içine baktılar, orada da yok... şu gizli örgüt, sanki, yer yarıldı da içine girdi.

    erdal öz, bu gizli örgütü nereye gizlemişti acaba? orada yok, burada yok.
    canım bir yere gizlemiştir.
    arandı, tarandı, sonunda suç kanıtı bulundu: ambalâj kâğıdı.”

    uğur mumcu
  • kitabın son cümleleri uğur mumcu'nun büyüklüğünü, adam gibi adamlığını özetler niteliktedir:

    --- spoiler ---

    "...bu ordu hepimizindir. patnos'ta çok şey kazandım. orada 'halk' dediğimiz soyut kavramın ne olduğunu canlı örneklerle anladım. siirtli maşallah çavuşu, trabzonlu osman çavuşu, denizlili havancı niyazi'yi, kırklarelili recep'i, mersinli mithat'ı, ankaralı dinçay'ı tanıdım. her biri, birer insanlık simgesi gibi çevremizde bizlere 'hoca nasrettin gibi ağlayan, bayburtlu zihni gibi gülen' halkın en taze güllerini sundular. yüreklerimize duygu pınarlarından şelaleler akıttılar.
    ...evet, evet ne olursa olsun, ben patnos dağlarında halk çocuklarıyla er olarak askerlik yapmayı, emekli olduktan sonra, siyasal iktidarın uzattığı yönetim kurullarında, on binlerce lira para alan orgeneral olmaya değişmem."

    --- spoiler ---
  • burada yazılanları okuyunca gördüm ki insanlar bu kitabı daha yeni yeni okumaya başladıkları zaman -oha tamam abartmayayım ama en azından 15-16 yaş gibi ilk gençlik yıllarında- okumuşlar. kaldı ki kitap da zaten ilk bakışta çocuk kitabını andırıyor. hem ince, hem yazı puntoları büyük,hem de kapak resmi kurşun asker gibi. ya da en azından benim sahafta bulduğum baskısı öyle.(tekin yayınevi, 30.basım-1993, 120 sayfa)

    bense kazık kadar oldum, daha yeni okuyorum. olsun, geç olsun güç olmasın diyor, kitap ve yazarı uğur mumcu hakkında bir çift kelimenin belini kırmak istiyorum.

    uğur mumcu , özelde 12 mart döneminde kendisi ve yakın çevresinin yaşadığı, genelde ise tüm türkiye'ye egemen olan zihniyeti anlattığı bu kitabında türkiye'de bir zamanlar ne kadar da saçma salak insanların ve düşüncelerin olduğunu yazmış.

    misal;

    --- spoiler ---

    uğur mumcu bir yazısında ''hoşgelişler ola'' türküsündeki ''sağdan sola, soldan sağa al da bayrağı düşman üstüne'' mısrasını kullandı diye komünist düzeni getirmeye çalışmaktan hakkında dava açılıyor.

    anayasa hukuku profosörü mümtaz soysal, savunmasında ''sokrat'ın yargılanması yunan uygarlığı için bir kara leke oldu.galile'nin yargılanması insanlık tarihi için bir suç sayıldı.beni de işlemediğim suçlardan ötürü yargılayarak, zorla kahraman yapmak istiyorsunuz'' diyor.
    yargıcın buna kızgınlıkla verdiği cevaba gelin:
    ''sokrat'ı yargılayan bir yunan mahkemesidir.burası ise türk mahkemesidir.galile, insanlık uğruna öldü, marksist, leninist ilkeler uğruna değil. (sf 21)

    prof.uğur alacakaptan, cezaevindeki koşullar nedeniyle disk kayması yaşar. cezaevi doktoruna götürülür.elini beline götürüp ''işte burası ağrıyor'' der ve doktor bağırır:''esas duruşa geç. bir türk subayının karşısındasın''

    --- spoiler ---

    güzeldir ve ilginçtir ki uğur mumcu, kitapta bu yaşanılan saçmalıklara sebep olan herkesin adını veriyor. bahsi geçen yargıçlar, savcılar, doktorlar, askerler...hiçbiri geçiştirilmiyor, tarihe isimleri not düşülüyor.

    kitap insanın sinir sistemini bozabilir. yok yere hapse girmek, gerizekalı insanlarla muhatap olmak, sorulara cevap bulamamak...gibi hususlar okurken beni sinir etti. yaşayanlar nasıl akıl sağlıklarını korumuşlar, hayret ediyorum.

    üzülüyorum, memleketin bir döneminin böyle çöpe atılmasına, aydınlarının küstürülmesine, kitapların yakılmasına, böyle tehlikeli zihniyetlerin ülkenin yargısına hakim olmasına.

    neyse ki o günler geride kaldı.
    geride kaldı değil mi?
  • "12 mart’tan bu güne katledilmiş insanlığa adanan; ...gün gelecek bu ülkede bir dinci başbakan, bir başka dinci ise cumhurbaşkanı olacak...” deyip, daha dünden ülkenin bu gününü gören ve yaşamını yalnızca doğruları yazarak; emeğe, emekçiye saygıyla ören, sevgili uğur mumcu’ya alkışlarla... bu akşam bursa uğur mumcu sahnesinde seyircisiyle buluşacak olan oyundur.

    http://www.nilufersanat.org/
  • aziz nesin'in "yaşamın gerçeği, uydurmanın sınırlarını aşıyor" başlıklı önsözü ile başlıyor kitap.
    gülerek okuyorsunuz kitabı, aziz nesin'in ifadesiyle; acı acı gülüyorsunuz.

    içindekiler;
    - kaçma şüphesi vardır
    - bayraklı sınıf tahakkümü
    - sokrat'tan da kıymetli
    - madalya
    - 12 mart'ın nedeni: general necip
    - anayasayı tangır tungur edenler
    - uçak kaçırma suçu
    - buzlar kırılıyor
    - ambalâj kağıdı ile komünizm propagandası
    - kuru temizleme
    - erim'in kitapları
    - yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın
    - kahve nasıl pişirilir
    - nerelere sızmışlar
    - çelikbaş'ın telgrafı
    - yanlışlığın düzeltilmesi
    - muhtara küfretti komutanım
    - molla bozuntusu davası
    - olumsuz sicil
    - vukuatım yoktur komutanım
    - amerika sosyalist, sosyalist
    - paşa saçkıran olmuş
    - kötü hal ve düşünce
    - allah korumuş
    - er mi, subay mı, astsubay mı

    (bkz: okunması gereken kitaplar)
  • ugur mumcunun kendisi.
  • 4 yıllık fakülte mezunu olup da askerliğini kısa dönem ya da yedek subay olarak yapamayanlara verilen sıfat. eğer yüz kızartıcı veya devlete karşı yıkıcı-bölücü bir suçtan hüküm giymişseniz yaşayabileceğiniz bir durum. neyse ki üç ay kısaldı da şimdi bunları yazabiliyorum.
  • ilk kez, 1978 yılında rutkay aziz tarafından ankara sanat tiyatrosu bünyesinde sahnelenmiştir. uğur mumcu, kendisini oynayan rana cabbar'a bizzat oyuncu koçluğu yapmış ve oyunun birçok gösterimini seyretmiştir. sakıncalı piyade, esas haliyle bir kitapken ve kitaptan oyunlaştırılmışken, oyunlaştırılmış halinin kitabı da basılmıştır*.
    http://www.umag.org.tr/kitaptanit1.asp?sec=026
  • uğur mumcu'nun bir kitabı
hesabın var mı? giriş yap