• değerli üniversite hocam, ege üniversitesinden profesör ünvanını henüz almış olan ismail gezgin tarafından* yazılmış ve ilk baskısı sel yayıncılık vasıtasıyla 2008 yılında yayımlanan; 220 sayfalık olağanüstü bir kitap. ismail gezgin, 10000 yıl önce mağarada bitkisel boya ile avını anlatmaya çalışan insanın hikayesinden kırmızı başlıklı kız metaforunun bilinçaltımızda kan-kızlık-namus şeklinde vücut bulmasına kadar harika fikirlerle aydınlatıyor insanı. metroda metrobüste okurken ineceğim durağı kaçırdığımı bilirim, öyle kendimi kaptırırdım. okuyunuz efenim.
  • post-it dayandıramadığım ismail gezgin kitabıdır.

    dip notların eser sonuna değil de sayfaların altına koyulması gözlere ziyafet olmakta, okuma keyfini arttırmaktadır. mitlere dair tespitler bakış açısını genişletir, düşündürür.
  • sanattan ziyade mitolojiye ilgisi olanların okuması gereken ismail gezgin kitabı.

    kitabın ilk bölümünde adının hakkı verilmiş. özellikle resim sanatının doğuşu ve ilk resimlerin okumalarına yönelik faydalı bilgiler var. fakat 2. ve 3. bölümlerinde sanattan uzaklaşarak daha çok mitoslar anlatılmış ve bunların sanat ile olan bağlantısı eksik kalmış. buna rağmen faydalı bir kaynak.
  • bu güzel kitap için bir şeyler yazmadan geçmek olmaz. ismail gezgin neolitik gibi eski çağlardan başlayıp antik yunan mitolojilerine ve oradan semavi dinlere uzanan insanlığın geliştirip biriktirdiği bilinçli ve bilinçdışı sözlü ve yazılı izleri takip eder. bu izleme süreci öncesinde/sırasında sunduğu argümanları gerçekten iştahla tüketiyorsunuz. bazı olguların birbirine iyi eklemlendiğini görüyoruz. meryem ananın tanrının oğlunu doğuruşu ile antik yunan mitoloji ve ephesos ilişkilendirmesi takdire şayandı. lakin şunu da söylemeden geçmemek gerekir ki bazen aceleci, basmakalıp ve hatta ısrarcı çıkarımlar yapmıştır. örneğin kitabın birkaç noktasında kadının her an cinselliğe hazır olduğu gibi bir argümanla karşılaşıyoruz. kadın da cinsel aktiviteye erkek kadar hazırdır, bilakis erkekten daha avantajsız konumdadır bile diyebiliriz. bazen de arkaik korku kavramına fazlaca yaslanıldığını düşünüyorum. insanı doğada tehdit eden unsurların onun günlük, haftalık ya da senelik yaşamını ne kadar etkilemiştir ve sanıldığı kadar insan beyninde yeri var mıdır emin değilim.

    kitabı okuyarak antik yunan mitolojisine ve temellerine üstünkörü olarak hakim olunabilir. bu bakımdan kitabı çok değerli buldum. daha derinlemesine mitoloji okumaları bu çabayı taçlandırır. kesinlikle orta son/lise seviyesinde okunması gereken kitaplardan diye düşünüyorum. çünkü bu yaşlarda soyut fikirler yürütme ve geliştirme anlamında rehberliğe aç bir çocuğun bazı boşluklarını doldurmasa bile en azından bir düşünce yolu açması kuvvetle muhtemel. ayrıca mitojenik, kitonyen, bilinçdışı gibi kavramlar öğrenilebilir.
  • ismail gezgin’in hikâyeler anlatan insanın hikâyesini anlattığı homo narrans adlı kitabını kısaca şurada tanıtmıştım. https://kitaplarveseyler.blogspot.com/…-ismail.html
    ismail gezgin, sanırım daha önce yayımlamış olduğu ancak baskısı bulunamayan kitabı sanatın mitolojisi’ni kısa bir süre önce bu kez redingot kitap aracılığıyla yeniden yayımladı. ismail gezgin zihninin içerisinde engin bir bilgi denizi barındırıyor. onu asıl farklı kılan ise bildiklerini aktarabilme mahareti. hem sözlü olarak dinlerken hem yazılı olarak okurken ismail gezgin’in aurasının içinde kaybolup gidiyorsunuz. öğrencileri çok şanslı, okurları da.

    ismail gezgin sanatın mitolojisi’ni anlatmaya günümüzden 4 ila 4,5 yıl öncesinden başlıyor. iki ayağı üzerinde durabilen ilk insanların dili inşasından, organize ava oradan da uygarlığın ilk adımlarına ve nihayet mağara duvarlarına resimler çizmesine giden süreci ilk bölümde okuyoruz.

    mağara duvarlarına çizilen resimlerin av hikâyelerini anlattığı düşüncesinin yanlış olduğunu da burada öğreniyoruz. gezgin’e göre, insanın varoluşsal sancıları, kendini diğerleri karşısında konumlandırma çabası, evrendeki yeri üzerine düşünmesi ilk insandan başlıyordu. mağara çizimleri alet yapmakla, avlanmakla, hayvanları alt etmekle yetinmeyen ilk insanların ilk dini hikâyeleriydi.

    ikinci bölümde, başta batı medeniyeti olmak üzer bütün dünyanın mirasçısı olmakla övündüğü, dolambaçlı da olsa kendisini bağladığı sınıflı, feodal, cinsiyetçi, saldırgan, tecavüzcü yunan mitolojisine ataerkillik, fallokratik ve karakterler üzerinden freudyen açıklamalar getiriyor gezgin. tek başına bu kısım ayrı bir kitap olabilirmiş ve o da çok iyi bir kitap olurmuş doğrusu. ismail gezgin bu kısımda ayrıca, özellikle kadın erkek ilişkileri açısından ataerkil modern zaman eleştirisini de korkusuzca yazıya dökmüş görünüyor. katılmamak elde değil.

    sanatın mitolojisinden o kadar çok not aldım ki, hepsini buraya taşımam imkânsız doğrusu. bu kadarıyla ikna olun ve siz de okuyun.

    https://kitaplarveseyler.blogspot.com/…-anlatr.html
  • sanatı da yaratan neden dini yaratan şeyle aynı... sadece güzel sanatlar değil sanatın tüm kolları da aynı tema üzerine şekillenmiş ve zamanla ister taklit/ ister rekabet/isterse de yaşam süreci içinde dönemsel bir eser verme kaygısı da olsa özünde “öbür taraftır” tıpkı antik mısır, asur, yunan, aztek/maya, çin ya da hun sanatında bile görünen sanat örüntüsü gibi... önceleri diğer tarafa yatırım daha sonra başlı başına bir yaratım disiplini...
  • yeni okumaya başladığım ismail gezgin kitabı. daha önceden homo narrans'ı okumuştum, kitabın çok katmanlı yapısı, bir sürü konuyu birbirine bağlayarak yorumlaması bana bütünlenme, tamamlanma hissi veriyor. bu kitapta da aynısı olacak sanıyorum. yukarıda diğer yazar arkadaşlar da belirtmiş ne kadar not aldıklarını, ben henüz başlardayım, muhtemelen burayı alıntılarla donatmak istesem de kendime engel olacağım ama sadece şu:

    "doğaya karşı alet yaparak bedenini güçlendiren insan, bu kez ölüm korkusu karşısında kendisini ayakta tutabilecek soyut, nevrotik, simgesel bir dünya yaratarak duymak istemediği vahşi içgüdüsünün karanlık ulumalarını susturmaya, bastırmaya çalışmıştı. doğanın değişimiyse radikaldi. son buzul çağının sonu yaklaşmış, iklimde keskin değişimler görülmeye başlanmıştı. milyonlarca yıldır, yaptığı birkaç aletle doğaya uyum sağlamaya çalışan insanın bu çabası, doğanın değişimi karşısında yetersizdi. doğanın insanın elinden almak istediği hayata karşılık insanın bir başka hayatı (öteki dünyayı) yaratması, ironik bir gelişmeydi."
  • genel olarak bakıldığında okuyucu kitabın ismine aldanıp kitaptan çok fazla beklentiye giriyor. sanat ile ilgili bir mitolojinin ya da sanat hakkında kavramsal bir tartışma bulacağını umut ederken, içinde yalnızca mitoloji bulabiliyor ve bulduğu şeylerde hemen her yerde bulabileceğiniz, 150 seneyi aşkın bir süredir çok fazla incelenmiş ve ilan edilmiş söylemleri okumak zorunda kalıyor. öncelikle şu söylenebilir. "sanatın mitolojisi" sanat ile alakalı mitoloji ya da sanatın yarattığı, sanat kavramına ait bir mitoloji demektir. bu kitabın adının mitolojik sanat ya da mitolojinin sanatı olmalıymış zira sanat ile alakalı hiçbir kavramsal tartışma yapılmamıştır. hatta mitolojinin mitolojisi olsa çok daha yerinde olurdu.
    ismail sezgin burada mitosların toplumun kolektif hafızasının ürünleri olduğunu belirtirken mitosların içerisindeki oldukça kişisel sayılabilecek imgeleri biraz da olsa öteye itmiş gibidir. mitos anlatılarında bulunan (ve günümüzde bize çok acayip ya da sıradışı sayılabilecek) figürler, olaylar, kurgular, nesneler, mitosun yaratıldığı dönemde oldukça kişisel bir imgelem ürünü iken, sonradan evrenselleşmiştir. burada imgenin kişisel bir yapıntı mı yoksa evrensel bir yorum mu olduğu tartışılabilir.
    ayrıca, ismail sezgin'in kullandığı "şunu söyleyebilirim", "bunu iddia edebilirim" diye bildirdiği çoğu iddia zaten çoktan beridir söylenmiş ve tartışılmış, aşılmış ve sonuca bağlanmış tartışmalardan ileri gidemiyor. bu tip bireysel ifadeleri bir çeşit ego ile bağdaştırmak zorunda kalıyoruz. bu da ya okuyucuyu küçümsemek ya da hafife almak anlamına geliyor ve bilimsel ifade yöntemleri ile alakasız, çiğ bir söyleme sebep oluyor. bu tip cümlelerde yazar yerine ben utandım.

    ismail sezgin’in mitosları tarif ederken kullandığı “ölü söz”, “dna”, “ışık (sorgulama, apollonyen bir bakış, bilimsel yöntemler)” ve “kristal (geçirgen, ışığı kıran ve farklı gösteren, gizil güç, ya da eleyen, süzen ve seçici geçirgen)” (burada newtonian bir bilimsel bakış açısını ele verir), “ayna” gibi imgeler ya da benzetmeler olaya kendi bakış açısını ele verir. bir bilim insanı elbette ki bu açıdan bakacaktır ancak mitoslar bir laboratuvarda incelenebilecek bir obje değildir. nereden çekilirse oraya gidiyormuş gibi durması da bu yüzdendir. insanın kitonyen doğasından çıkan apollonik bir ürün olması ise kesinlikle çok tartışmalıdır. kitonyen inanışlar ve ritüeller insanın direkt olarak ölüm ve vahşet, dolayısıyla korku (bilinmeyenin korkusu) ile bağlantılıdır. bu nedenle ölüm ve kurban ritüelleri daha mantıklı, görkemli, orantısal bir zekaya hitap eden ve aydınlanma felsefesinin (insanın doğayı akıl yoluyla anlayabileceğine inanan) sembolü olan apollon ile değil, daha çok dionysos ile ilişkilidir ve onun mülkündedir. nietzsche’nin felsefesini aktarırken zerdüşt gibi mitolojik bir figürü seçmesi işte bu dionysian bir tavırı olduğundandır. mitoslar elitist tavırlı sanatçılardan daha çok dionizyen tavırlı sanatçıları etkilemiştir. aydınlanma döneminde kullanılan ve belli mitosların anlatısını içeren resimlerde, heykellerde ve müzik eserlerinde bile belli bir elitist tavır, çok formel oluşları, mesajını gösterilenden çok gösterende saklayan, renklerden çok formların ve birbirlerine olan orantıları ile anlatmak isteyişleri bunu göstermektedir. bu dönemdeki eserlerin ve arkasındaki anlayış, apollon’un dionysos’a olan zaferi olarak bile görülebilir.
    öte yandan, mitosların ve sanatın aynı kaynaktan çıktığını ileri sürmek, schelling’in sanat eserinin yaratımını gösteren çizelgesinde net bir şekilde ortaya serilmiştir. önce insan zihninde mitos oluşur, sonrasında bu bir poesis işlemiyle şiire dönüşür, arkasından ise herhangi bir sanat dalı içerisinde görünür hale gelir. mitosla sanatın aynı kaynaktan çıktığını söylemek sanat ile mitosu aynı annenin çocuğu haline getirir. halbuki mitos sanatın anne/babasıdır.

    paleolitik dönem insanının ortalama besin oranları ve bu besinleri hangi edimlerle elde ettikleri konusunda kaynaklar çeşitlilik göstermektedir. ancak protein ve karbonhidrat oranlarına bakıldığında etten elde edilen proteinin günümüzdeki insandan çok daha yoğun olduğu anlaşılmaktadır. bu durum tarım devri öncesi olmasının bir özelliği olarak da yorumlanabilir. ama buradan toplayıcılığın öneminin daha çok olduğunu çıkarmak bir hatadır. her ne kadar, toplayıcılık daha yoğun bir faaliyet olarak gözükse de avcılıktan elde edilen besin tarım öncesinde çok daha geniş bir besin yelpazesi sağlamaktadır. dolayısıyla, avcılığın önemi halen önemlidir. jared diamond’un 1998 tarihli seks neden keyiflidir? kitabından alıntı yapılmıştır ancak bu kaynak o kadar da güvenilir bir kaynak değildir. dolayısıyla, mağara resimlerindeki av sahnelerinin avcılık edimiyle alakasız olduğu düşüncesinin çıkarım noktası yanlıştır.
    ismail gezgin burada hem anakronizm hem de fikrini ifade ederken “başka türlü açıklamak imkansızdır” diyerek mistifikasyon hatasına düşmüştür. halbuki bu resimlerin bir toplumsal terapi ya da ölüm konusunda bir iç rahatlatma eylemi olmasından çok daha uygun ve mantıklı açıklamalar bulunmaktadır. ilk olarak, şişman kadın (gebe kadın) motifleri ya da heykelcikleri çok daha geç dönemlere ait olmakla beraber çok daha köklü bir inancın ya da ritüelin ürünleridir. burada hegel’in diyalektik düşüncesinden yola çıkarak olumlamanın her zaman olumsuzlamadan daha önce varolduğunu ya da ortaya çıktığını söylemek yeterli olacaktır. yaşamın ölüm yoluyla ya da ölümü sembolize eden hayvanlar yoluyla olumsuzlanmasından önce yaşamı olumlayan hayvanların ya da olayların resmedilmesi daha mantıklıdır. bu av sahneleri ise, sanat eseri olmaktan daha önce insan bilincinin oluşma sürecindeki şimdiye kadar bilinen en eski ürünlerdendir. bilincin ilk şartı hafızadır. dolayısıyla bu resimlerin kolektif bir terapi ya da iç rahatlatma ürünü ya da göstergesi olmaktan önce kolektif hafıza ürünü olarak açıklamak çok daha uygundur. av sahneleri kabilenin yırtıcı hayvanlara ya da av hayvanlarına karşı kazandıkları zaferleri ya da yenilgileri hatırlamak ve sonraki kuşaklara bunu aktarmak için kullanılmış olmalıdır. bu tavır günümüzde dahi görülmektedir. dünyanın bir ucundan diğerine aynı sahnelerin gözlenmiş olması ise, zamanın insanının dertlerinin zaferlerinin ve yenilgilerinin de ortak olduğu manasına gelir. av sahneleri, kabilenin başarıyla avladığı, kendileri için büyük tehdit oluşturabilecek bir hayvanı kolektif olarak öldürdükleri bir olayın hatırasını kalıcı hale getirmek, unutmamak ve bunu bir daha tekrarlamak için kullanılan bir eğitici resim de olabilir. bu resimleri gören bir sonraki kuşaklar bu resimlerden ders alıp aynı avı tekrarlayabilirler. dolayısıyla bu resimler bir ihtiyacı karşılamaktadır ancak bu ihtiyaç terapi değildir. aynı şekilde, acı hatıralar ya da büyük felaketler de unutulmamak ve aynı tehditlere karşı dikkatli olmak için mitoslaştırılmış ve resmedilmiş olabilir. ismail sezgin’in bahsettiği ve ölümün (olumsuzlamanın) hayvanlar yoluyla sembolleştirildiği, mitoslaştırıldığı ve belli imgeler yoluyla insanların muhayyilesine kazındığı yöntemleri kullanabilmek için gereken kolektif hafıza bu dönemlerde henüz gereken birikimde değildir. terapi ya da katharsis, bu olayın bir yan ürünüdür. bu duvar resimlerinde oluşan ana şey ise kolektif bir hafızadır.
hesabın var mı? giriş yap