• çocuklarını yememiştir.
  • imperialism adlı oyunda görebileceğiniz, hammadeyi alıp ürüne çevirip satmanın amaçlandığı sonra da hızını alamayıp dünya savaşına dönüşen özünde tekstil mobilya ve silah seri üretimi olan devrim.
  • dünyaya çevre kirliliği, yüksek oranda işçi sömürüsü, bol miktarda savaş ve ekstradan konfor bağışlamış devrim. daha önce bunlar yok muydu? vardı, ama süreci hızlandırdığı gerçeği yadsınamaz. olması iyi mi olmuştur? kessinlikle.
  • bilgi içerikli entry olduğu için bundan sonrasını dileyenler okumayı bırakabilir...

    sanılanın aksine ilk buharlı makinayı ingilizler üretmemiştir. bu çok büyük bir iktisat tarihi yanılgısıdır...

    peki ingilizler üretmediyse kim üretti?

    1400lü yıllarda venedikliler vardı. avrupa'nın en gelişmiş medeniyetlerinden biriydi. kiliseyi pek takmayan tavırları, gelişmiş ticaret hacmi, ekonomileri, asker başarıları... bir çok alanda avrupa'nın gözde ülkesiydi. kral gibi bir baş ağrıları yoktu. onun yerine ülkeyi en zengin kişi temsili yönetir, belirli bir ekonomik refahı yakalamış kişiler oy kullanabilir, bu oylar sonucunda da bir çeşit meclisleri mevcuttu. (şimdiki mecliste de bunu görebilirsiniz. zira aday olmak için belirli bir ücret yatırmalı ve belirli bir kesim tarafından tanınmalısınız. ticaret ile uğraşmalısınız. şimdiye kadar bir şirkette maaşlı çalışanın vekil olabildiğine tanık olmadım -olağanüstü şartlar hariç-)

    bir tekstil atölyesi çalışanı buhar ile çalışan dokuma tezgahını kurup çalıştırmayı başarır. sorunsuz çalışan bu cihaz sonrası atölyeden bazı çalışanlar işten çıkartılır. işten çıkarılan işçiler de soluğu tekstilciler loncasında alırlar. şikayet ederler. venedik'te çalışan alt kesim de bu cihazın kendilerini işsiz bırakacağı korkusundan dolayı ufak çaplı bir ayaklanma çıkarırlar. meclis ve lonca toplantı yapar. cihaz yasaklanır. ve bir daha bu tarz bir cihaz üretilmemesi konusunda halka güvence verirler.

    peki venedikliler bu cihazı nasıl icat etti?

    venedikliler de bu cihazı kendileri icat etmedi. aslında çok ama çok uzak bir ülkede, günümüzün endüstri devi ülkesi çin'de bir takım kıpırdanmalar 1000li yıllar civarında ortaya çıkmıştı. (tarih 700-800 veya 1100 yıllarından biri olmalı) pamuk ve ipek toptancıları bir çeşit iplik, ipliği de dokuyan bir çeşit kumaş-dokumaz tezgahını çalıştırabilecek, buhar ile çalışan cihazı ortaya çıkarırlar. tıpkı günümüzde olduğu gibi o zaman da çin, dünyanın en kalabalık ülkesidir. imparator bu cihazın işsizlik yaratacağını, zaten fakir olan halkın daha da fakir ve aç olacağı korkusuyla bu cihazları yasaklatır.

    yüz yıllar geçer aradan. çin'den alınan teknoloji venedik'te, venedik'ten alınan teknoloji de ingiltere'de kullanılır. peki ama ingiltere'de nasıl oldu da sanayi devrimi gerçekleşti?

    1500lü yıllarda ingiltere anlayacağınız dilde konuşursak toprak ağalarının elindeydi. bu toprak ağaları kapalı ekonomi ile bölgelerini yönetirdi. evet insan hakları vardı. ama bölgelerinde kaç hayvan, kaç insan olacak bu ağalar düzenlerdi.1500'lerin sonlarına gelindiğinde bu ağalar kendileri üzerinden karınlarını doyuran ingiliz köylülerden bıkmaya başladılar. bölgelerindeki köylüleri kovup, yerlerine domuz, koyun gibi hayvanlar getirdiler. hayvancılığa yöneldiler. bu ingiliz köylülerde mecburen şehirlere gitmeye başladılar. 8 çocuklu bir ingiliz ailenin, 1500'lü yılların londra'sında 10 metre karelik bir evde yaşadığını düşünün... fakirliği hayal edin.. sanayi devrimi olarak adlandırılan cihaz ortaya çıkar. dolayısıyla fabrikalar ve atölyeler. bu işsizler yığını için fırsattır. işçi sınıfını oluşturmaya başlarlar. zengin olan ağalar da bu fabrikalara koyunlarının yünlerini satarlar, etlerini satarlar, sütlerini satarlar... ağalar zenginliğini korurken, halk en azından karınlarını doyuracak bir iş bulmaya başlamıştır. hem halk kesimi, hem elit kesimi mevcut, hem de devlet. üstelik sömürgelerden de sınırsız şekilde, tüm dünyadan ingiltere'ye hammadde yağıyor.

    işte böyledir esas sanayi devrimi. çin, fakir halk ve yoğun nüfus yüzünden, venedik lonca ve işsizlik korkusu yüzünden devrimi gerçekleştirememiştir. ingiltere ise bunu başarmıştır. belki çin ve venedik'ten haberleri vardır ve bilerek tasaladılar. belki de şans yanlarındaydı. kim bilir?
  • kendi ekonomik, siyasal ve kültürel tabakasını biçimlendirirken; soylular ve yeni egemen sınıf burjuvalar, insanlar arasındaki ilişkilerin 'fraternal bir fuhuşa' dönmesiyle, yüz yüze konuşacak insan aramak, doğayı, sükuneti ve kendi içlerinde 'insan' kalmış yanlarını aramak için kırlara, deniz kenarlarına, ormanlık köylere gitmeye başlarken, kapitalist üretim ilişkilerinin dalga dalga süren akınları karşısında kırsal mekanını terk etmek zorunda kalan geniş köylü kitleleriyse, yaşamlarını sürdürebilmek ve daha özgür olabilmek için, tersine, sanayide iş aramak amacıyla kentlere göç etmeye başlamışlar.
  • insanlar günde 14-15 saat çalıştırılıyorlardı ve bunlara kadın ve çocuklar da dahildi. o dönemdeki insanların sefaletini düşünemiyorum bile. kapitalistler paralarına para katmışlar, çalışanlar ise fakirliklerine fakirlik. günümüzde de durum farklı sayılmaz.
    (bkz: ingiltere)

    edit: imla
  • (bkz: su terazisinden iphone 6'ya)

    yalnız bir kere çay içmeye çıktığım bir kızda iphone 3 vardı. yeni çıkmıştı, öyle herkeste yoktu. yırtık donla iphone kullanma modası da yoktu. kızla yeni tanışmışım, zaten zor ikna etmişim, ben namusluyum, herkes benle çıkamaz ayağına yatıyor, bir de bunu ağzıyla söylüyordu. yemek teklif ettiğimde "ben namusluyum."dedi. "ulan amk, sen namuslusun da, bu yanındaki orospu mu?" diyemedim elbette, en azından bir çay içmeye ikna ettim.

    kızla levent'te bir kafede oturduk, ben çayları söyledim. o ara kız çantasından iphone 3'ünü çıkardı masaya lap diye koydu. gözlerim kamaştı amk. "neyse!" dedim, "kızın yanında görmemiş gibi davranma da bir şey sansın." kız telefonla oynadı, oynadı, ilgimi çekmeye çalıştı. aldım elinden telefonu attım yere. şaka şaka! kızın telefondan ayrılmasını bekledim. en sonunda kaldırdı kafasını baktı bana, "ben bi lavaboya gideyim." dedi ve gitti. telefonu da masaya bıraktı. ulan gül gibi telefon bırakılır mı masada? daha ilk kez tanıştığın adamım lan ben, serveti masada görünce ya kapıp gitseydim.

    gençler, beni yadırgamayın! o zamanlar iphone değerliydi. her götü bokluda yoktu. neyse! ben alıp gitmedim telefonu, kız geldi ve tekrar telefonu aldı. dayanamadım, "telefonun yeni herhalde!" dedim. yıllardır bu soruyu beklercesine heyecanla, "evet, amerika'dan ablam getirdi." dedi. vay be! ablaya bak. ben enişteme "almanya'dan çukulata getir." dedim de, ablam "öyle her şeyi isteme" dediydi. zalımsın abla.

    sonra başladı özelliklerini anlatmaya. sıkıldım haliyle, konuyu aşka, sevgiye getirmeye çalıştıkça hep iphone'a dönüyor, neylesem olmadı. aldım elime telefonu, açtım, kurcaladım, kurcaladım. her seferinde kız elini telefonun altında hazır tutuyor. eğer düşürürsem havada yakalamak için.

    en sonunda verdim telefonu kıza ve kendi halime döndüm. bakkal hakan abiyle oturur gibi oturdum. "eee hacı, bunlar hep sanayi" dedim. kız afalladı. "gavurun memleketinde altyapı var altyapı. sende en fazla merdiven altı maket bıçağı yapacak teknoloji var. haliyle biz böyle şaşırıp duruyoruz. bizde de ne beyinler var, ama durmuyo, göçüyo. neden? e sen verirsen mühendise 1000 tl, adam napıcak, göçücek tabii."

    kız afalladı, ben coştum. "şimdi biz de bu teknolojinin esiri olduk. elektrikler kesilse de akşamları iki muhabbet etsek diye bakardık. ama yok hacı. hep bizi oyaladılar. o yüzden geri kaldık, yoksa alır giderdik."

    "pardon anlamıyorum!" dedi kız.

    "mesela şurada iki kelam edelim dedik, aldın telefonu cık cık oynadın. niye geldik o zaman? ama bu senin suçun değil, kapitalizmin suçu."

    kız biraz utandı, ama alttan da almadı. suratı asıldı. telefonu sinirle çantasının diplerine attı. "sanırım benim gitmem lazım," dedi. "çay!" dedim, "sonra" dedi. hesabı da bana kitleyerek gitti. ben madem iki çay parası vereceğim, ikisini de içeyim diye bekledim. ilki iyiydi, ikinci soğuktu.

    neyse! geçen gün iphone 6'ya dokundum. (su terazisi bile vardı içinde amk.) iphone en yakın arkadaşlarımdan birinindi. ben kurcalarken her an düşürecekmişim gibi eli telefonun altındaydı. "al amına koduğum!" dedim verdim geriye. "sanayi devrimi insanlığımızı yok etti." dedim.

    zalımsın sanayi, zalımsın sanayi devrimi.
  • (bkz: industrie 4.0)
  • müteakip yıllarda "sanayileşmek" ve "sanayileşmenin tamamlanması" konseptlerinin ortaya çıkması ile birlikte, ülkelerin fütursuzca ham madde arayışına girmelerine ve "çek len elini, önce ben gördüm, skerim topunu, tüfeğini lağğğnnn" türünden sürtüşmelere düşmelerine neden olmuştur.

    ne işçi, ne zanaat ne de atölye bırakmıştır ortada. hem mikro ölçekte bireyleri hem de makro ölçekte devletleri gerim gerim germiştir.

    sonuç... dünya savaşları, soykırımlar, vs vs..

    bugün bu gezegeni yiyip bitiren bir çok hadisenin kaynağıdır bu devrim.

    bu kadar kelamdan sonra, general ludd'a bir selam çakmadan vallahi de gitmem, billahi de gitmem bilader:

    they said ned ludd was an idiot boy
    that all he could do was wreck and destroy, and
    he turned to his workmates and said: death to machines
    they tread on our future and they stamp on our dreams.

    edit: kaç tane sanayi devrimi olmuş, nerde olmuş vs. bunlar boş işler; takılmayın.
  • "sanayi devrimi kuşların ölümüdür."
hesabın var mı? giriş yap