• ha-joon chang'in "bad samaritans" adli kitabi, emin akcaoglu'nun tercumesi ile "sanayilesmenin gizli tarihi" adiyla turkce'ye kazandirilmis.
    http://www.eminakcaoglu.com/…enin-gizli-tarihi.html

    tanitim yazisindan:

    bu kitapta, adi sadece dipnotlarda geçen türkiye adli bir memleketin ekonomisinden ve bu ekonomik politikalarin on yillardir nasil uygulandigindan bahsediliyor.

    “derinligi, kadar kolay anlasilirligi ve çarpici örneklerle canlilik kazanmis, içinize isleyen bu çalisma, ‘dünyada isleyen gerçek ekonomi’ olarak adlandirilabilirdi.
    sanayi devriminin kökenlerinden günümüze kadar cereyan eden ekonomik gelisme ile standart/egemen doktrinin anlattiklari arasindaki uçurum giderek büyümektedir, chang
    gerçekte ne oldugunu gözler önüne sererek bu boslugu aydinlatmaktadir. chang’in zekice analizleri, saltanatlari hâlen süren doktrinlere
    dayanan ekonomik reçetelerin, özellikle gayet korumasiz ve savunmasiz olanlara [ülkelere/halklara] hangi amaçla ve nasil ciddî zararlar verdigini ve bu
    zararlarin devam edecegini gösteriyor. chang, küresel ekonominin çok daha insanî ve medenî bir güzergâhta nasil yeniden düzenlenebilecegi konusunda, iktisat teorisine ve somut tarihsel kanitlara dayanan, akla yatkin, yapici öneriler getiriyor. sâyet telâfî edici eylemler gerçeklestirilmezse meydana gelebilecek muhtemel vahametler konusunda uyariyor.”

    – noam chomsky

    “kitapçi raflari, ekonomist ve
    yorumcularin anlasilabilir bir dille yazdigi, küresel serbest ticaretin dünya ülkeleri tarafindan neden arzu edilmesi, hattâ neden vazgeçilmez oldugunu anlatan kitaplarla dolu. fakat serbest pazar ortodoksluguna temkinli yaklasan okurlar, “sanayilesmenin gizli tarihi”nin ikna gücüyle keyiflenecekler. ha-joon chang’in kitabi, küresellesme amigolarinin yaydigi küresel serbest ticaret dogmasina karsi zengin bir anlati sunuyor.”

    – paul blustein, washington post
  • güney kore mucizesinin nasıl gerçekleştiğini de anlatan ve aslında herkesin bildiği ve gelişmekte olan ülkelerin uygulaması gereken ekonomik gelişim düsturlarının gelişmiş ülkeler tarafından nasıl çarpıtıldığını anlatan başucu eseri niteliğinde bir kitap.

    özellikle bizim ekonomi ve sanayi bakanlarına zorla okutulmalı.
  • --- spoiler ---

    imf'de en önemli 18 alandaki kararlar % 85 çoğunluk gerektirir. abd'nin sahip kuruluşta sahip olduğu pay oranı % 17,35'tir. dolayısıyla, abd hoşuna gitmeyen herhangi bir teklifi tek taraflı olarak veto edebilir. bir öneriyi bloke edebilmek için abd'den sonraki en büyük dört hissedarin (% 6,22 ile japonya, % 6,08 ile almanya, her biri% 5,02 ile olmak üzere ingiltere veya fransa'nın) en az üçüne ihtiyaç vardır. ayrıca% 70 çoğunluk gerektiren 21 konu vardır. bunun anlamı, bu konulara ilişkin herhangi bir teklifin yukarıda anılan beş hissedar tarafından birlikte engellenebilecegidir.
    --- spoiler ---
  • durmadan kopyalanması ve türkiye'de sanayi, ticaret, ekonomi vs. ile uzaktan yakından ilgili herkese döve döve okutulması gereken kitap. kitapta anlatılanların sonuçları güney kore'ye ilişkin yayınlanan her yeni raporla bir kez daha gözler önüne seriliyor.

    (bkz: #43585754)
  • online satın almak için küçük bir araştırma yapınca idefix, d&r, kitapyurdu, nadirkitap, imge ve hatta n11, hepsiburada' da bile tükenmiş olduğunu gördüğüm kitap.

    bu kadar çok satıyor ise neden tekrar getirilmediğini ise çözemedim.

    lan, yoksa ?
  • emin akçaoglu tarafından çevrilen, epos yayınlarından çıkan, çevrimiçi satış yapan internet sitelerinde yok satan kitap.

    orjinal adı: bad samaritans the myth of free trade and the secret history of capitalism.

    kitap hakkında çevirmeninin yorumu şu şekilde:

    "chang kitabında, kendi tabiriyle kötü samiriyeliler’in, yani zengin batılı ülkelerin ve güney doğu asya’dan japonya, singapur, hong kong ile kore’nin nasıl sanayileştiklerini bütün cepheleriyle ortaya koyuyor. hem de bu konuda doğru olmadığı hâlde doğruymuşcasına ve sıklıkla tekrarlanan hususları tüm çıplaklığıyla deşifre ederek. bunu yaparken öylesine çarpıcı ve ikna edici argümanlar ileri sürüyor ki okuyucu ‘safsata’nın nasıl ‘gerçek’mişçesine sunulduğunu gördüğünde hayrete düşüyor. kitap özellikle devletin ekonomideki rolünün yeniden sorgulanması için çok yararlı örnekler sunuyor. örneğin, türkiye’de yerli bir otomobil üretimi tartışılırken japonya’nın toyota ve kore’nin hyundai konusundaki tecrübeleri son derece öğretici. toyota’nın, hyundai’nin veya nokia’nın adlarının anıldığı paragraflarda zengin ülkeler grubuna geç katılan ülkelerin sanayileşmeyi aslında büyük ölçüde devletin türlü biçimlerdeki desteğiyle başardıklarını görüyorsunuz. ingiltere’nin, fransa’nın, almanya’nın veya eski bir ingiliz sömürgesi olan amerika birleşik devletleri’nin sanayileşme süreci de kitapta ayrıntısıyla anlatılıyor. ‘bebek endüstrilerin korunması’ tezinin gerçekteki mucidi alexander hamilton tarafından uygulamaya konulan politikaların modern abd’nin yaratılmasındaki rolünü öğrenince sarsılıyorsunuz. kendileri ‘korumacı’ politikalar vasıtasıyla zenginleşenlerin şimdi gelişmekte olan ülkelere ‘serbest ticaret’ methiyesi düzdüklerini anlayınca samimiyetlerinden şüphe ediyorsunuz."

    ilave not: bkz: kicking away the ladder & #62681489
  • bu kitap kore ziyaretimden önce internette kore'yle ilgili araştırma yaparken ilgimi çekti; bulmak için büyük uğraş vermeme rağmen yeni baskısı olmadığı için yaklaşık bir sene sonra satın alabildim. iibf öğrencilerinin, uluslararası ticaret öğrencilerinin, mühendislik öğrencilerinin, ticaretle uğraşanların, ihracat-ithalat yapanların, otomotiv sektörü ya da bilişim sektörü çalışanlarının, aslında herkesin okuması gereken bu kitap umarım bir daha raflardan bu kadar uzak kalmaz..

    özellikle üniversite öğrencilerinin okulda teorik olarak öğrendikleri bilgileri kafalarında doğru yere oturtabilmeleri açısından çok verimli olabilecek bir kitap. temel olarak örneklerle dünya ekonomisi, kalkınma, politika, sanayi, kapitalizm anlatılıyor.
  • ülkeyi yönetenlere kesinlikle okutulması gereken bir kitap. ekonomik kalkınmaya ilişkin klasik algıları, üzerine pek konuşulmayan kabulleri belirli noktalarda hallaç pamuğu gibi savurup atıyor. altını çizdiğim yerleri faydalı olur diye aşağıda paylaşıyorum.

    --- spoiler ---

    • 1961 yılında, kuzey kore ile kardeşin kardeşi öldürdüğü savaşın bitiminden sekiz yıl sonra, güney kore'nin kişi başına geliri 82 dolar düzeyindeydi.

    • kore savaşı, insanlık tarihinin en kanlı savaşlarından biriydi ve üç yıldan (1950-1953) biraz uzun bir zaman içinde dört milyon insanın hayatına maloldu.

    • yıl 1958'di ve gerçekte o ülke japonya'ydı. firmanın adı toyota'ydı ve araba toyopet diye anılıyordu. toyota tekstil makinaları (toyoda otomatik dokuma makinası - toyoda automatic loom) imalatçısı olarak iş hayatına başladı ve 1933'te araba üretimine geçti. japon hükümeti, general motor ve ford'u 1939'da kapı dışarı etti ve toyota'yı 1949'da merkez bankasının (japonya bankası) parasıyla iflastan kurtardı. bugün japon otomobilleri iskoç som balığı veya fransız şarabı kadar doğal görünüyorlar. fakat 50 yıldan daha kısa bir süre önce japonlar da dahil pek çok kişi, japon otomobil endüstrisinin var olmaması gerektiğini düşünüyorlardı.

    • gatt 1995 yılında dünya ticaret örgütüne (dtö) dönüştürülmüştür. dtö, şimdi kısa vadeli finansmana erişimden sorumlu olan imf ve uzun vadeli yatırımlardan sorumlu olan dünya bankası ile birlikte, küresel ekonomik yönetişim sisteminin çekirdeğini meydana getirmektedir.

    • hong kong, afyon savaşı'nı izleyen nanking anlaşması'ndan sonra 1842'de bir ingiliz sömürgesi oldu. bu, 19. yüzyıl emperyalizmi ölçülerine göre bile özellikle utanç verici bir olaydı. ingilizler'in artan çay tüketimi, çin ile arasında çok büyük bir ticaret açığı yaratmıştı. bu açığı kapamak için çaresiz bir girişimde bulunan ingiltere, hindistan'da üretilen afyonu çin'e ihraç etmeye başladı. tabii çin' de afyonun yasadışı oluşuna dair yalın ayrıntının, soylu hesapları denkleştirme hedefinin önünü tıkamasına izin verilmemeliydi. 1841 'de çinli görevlilerin yasadışı bir afyon kargosuna el koymasıyla birlikte, ingiliz hükümetinin eline sorunu tek seferde kökünden çözecek bir bahane çıkmıştı. ingiliz hükümeti savaş ilan etti. savaşta ağır bir yenilgiye uğrayan çin, ingiltere'nin hong kong'u kiraladığını ve gümrük tarifelerini belirleme hakkını ele geçirdiğini beyan eden nanking anlaşması'nı imzalamaya zorlandı.

    • singapur, dünyadaki en büyük kamu iktisadi teşebbüsü sektörüne sahiptir. bu sektör ülkedeki konut ihtiyacının %85'ini karşılayan (ülkedeki arazinin neredeyse tamamı devlete aittir) konut geliştirme kurulu'nu da içermektedir.

    • zengin ülkeler, küresel ekonomide olup bitenlerin büyük bölümünü önemli çabalar harcamadan belirleyebilmektedir. zengin ülkeler, dünya üretiminin %80'ini gerçekleştirirler, uluslararası ticaretin %70'ini yönetirler ve yabancı sermayeli tüm yatırımların (yılına bağlı olarak) %70-90'ını yaparfar. bunun anlamı , zengin ülkelerin ulusal politikalarının dünya ekonomisini güçlü bir şekilde etkileyebildikleridir.

    • dünya bankası ve imf başlangıçta görece daha sınırlı bir görev alanıyla yola koyulmuşlardır. daha sonra ise ekonomik performansı etkileyen konulardaki başarısızlıkların, ülkeleri imf ve dünya bankası 'ndan borç almaya ittiği gerekçesiyle, asıl görev alanlarının dışındaki yeni alanlara müdahale etmek zorunda kaldıklarını ileri sürmüşlerdir. bununla birlikte, bu gerekçelendirme sayesinde bretton woods kuruluşları'nın müdahil olamayacakları hiçbir hayat alanı kalmamaktadır. bu kuruluşlara göre, bir ülkede olup biten her şey, o ülkenin ekonomik performansı üzerinde etkilidir. bu mantıkla, imf ve dünya bankası, nüfus artışı kararlarından, etnik bütünleşmeye ve cinsiyet eşitliğinden kültürel değerlere kadar her konuda koşullar ileri sürebilmektedir.

    • imf'de en önemli 18 alandaki kararlar %85 çoğunluk gerektirir. abd'nin sahip kuruluşta sahip olduğu pay oranı % 17,35'tir. dolayısıyla, abd hoşuna gitmeyen herhangi bir teklifi tek taraflı olarak veto edebilir. bir öneriyi bloke edebilmek için abd' den sonraki en büyük dört hissedarın (%6,22 ile japonya, %6,08 ile almanya, her biri %5,02 ile olmak üzere ingiltere veya fransa'nın) en az üçüne ihtiyaç vardır. aynca %70 çoğunluk gerektiren 1,2 konu vardır. bunun anlamı , bu konulara ilişkin herhangi bir teklifin yukarıda anılan beş hissedar tarafından birlikte engellenebileceğidir.

    • bu kişiler, radikallerin köleliğin derhal kaldırılması önerisinin gerçekçi olmadığına inanıyorlardı. büyük kurtancı'nın (lincoln) kendisi de bu görüşleri paylaşıyordu. kölelerin acilen azat edilmelerinde ısrarcı olan bir gazete yazısına cevaben lincoln şöyle yazıyordu: 'eğer birlik'i (the union) hiçbir köleyi özgür bırakmaksızın kurtarabilseydim, öyle yapardım; ve eğer bunu tüm köleleri özgürleştirerek yapabilseydim, öyle yapardım; ve eğer bunu bazı köleleri özgürleştirip diğerlerini öylece bırakarak yapabilseydim, yine öyle yapardım' . dönemin tarihçileri 1862'de lincoln'ün köleliği kaldırmasının bir ahlaki kanaat olmaktan daha çok, savaşı kazanmak için stratejik bir hareket olduğu konusunda görüş birliği içindeydiler.

    • ıı . dünya savaşı'nın sonunda nispeten geri kalmış ve hızlı sınai kalkınma ihtiyacı duyan finlandiya, norveç , italya ve avusturya gibi ülkeler de fransa ve japonya'nın kendi sanayilerini desteklerken kullandıklarına benzer stratejiler izlemişlerdir. bu ülkelerin tümü 1960 'lara kadar görece yüksek tarifeler uygulamışlardır. tümü sanayilerini geliştirmek için kit' leri fiilen kullanmışlardır. finlandiya, norveç ve avusturya'da hükümetler stratejik endüstrilere banka kredilerinin yönlendirilmesine doğrudan müdahil olmuşlardır. finlandiya yabancı sermayeli yatırımları sıkı biçimde denetlemiştir. italya'nın pek çok bölgesinde, yerel hükümetler kendi bölgelerindeki küçük ve orta ölçekli firmalara pazarlama ve ar-ge desteği sağlamışlardır.

    • elbette, çocuklarını yetiştiren ebeveynlerin de başına geldiği gibi, bebek endüstri koruması ters gidebilir. aynen bazı ebeveynlerin aşırı korumacı oldukları gibi, hükümetler bebek endüstrilere gereğinden fazla ihtimam gösterebilirler. bazı çocuklar kendilerini yetişkin hayatina hazırlamakta isteksiz olurlar; aynen bazı firmalar üzerinde bebek endüstri desteğinin ziyan edilmesi gibi . bazı çocukların ebeveynlerini, çocukluk dönemlerinin sonrasında da kendilerini desteklemeleri için istismar edişleri gibi; hükümet desteğini kurnaz lobicilik faaliyetleriyle gereğinden fazla uzatan endüstriler de mevcuttur. fakat gereğince işlemeyen ailelerin varlığı, ebeveynliğin kendisine karşı bir argüman olamaz. benzer şekilde, bebek endüstri korumasında dair başarısızlık örnekleri, bu stratejinin geçerliliğini ortadan kaldıramaz. kötü korumacılığın örnekleri gerçekte bize bu politikanın akıllıca kullanılması gerektiğini göstermektedir.

    • kötü samiriyeliler, gelişmekte olan ülkelere serbest ticareti tavsiye ederek, tüm zengin ülkelerin serbestçe ticaret yaptıklarına işaret ederler. bununla birlikte bu durum, başarılı yetişkinlerin ebeveynlerinin yardımıyla geçinmediklerini ve böylelikle bağımsız olmanın kendi başarıları için şart olduğunu ileri sürerek; altı yaşındaki çocuğun ebeveynlerine onun bir iş bulmasını sağlamaları gerektiğini nasihat edenlerin durumu gibidir. bu nasihatin sahipleri , o sözü edilen yetişkinlerin bağımsız oluşlarının, başarılı oluşlarına dayandığının farkında değillerdir.

    • oxfam tarafından 2002 'de yapılan bir tahmine göre, avrupalı vatandaşlar süt ürünleri endüstrisini sübvansiyonlar ve tarifeler üzerinden yılda 16 milyar sterlin desteklemektedirler. bu günde inek başına 2 dolara karşılık gelir. dünya nüfusunun yarısı günde bu tutarın yarısından azıyla yaşamını sürdürmektedir.

    • bugün inanması zor, ama kuzey kore , önceleri güney kore'den daha zengindi . kuzey kore 1910'dan 1945 'e ülkeyi japonya'nın yönettiği esnada, japonlar'ın sınai olarak geliştirdikleri bir bölgeydi, japon sömürge yöneticileri , kore'nin kuzey parçasını, çin'i işgal amacıyla uygulamaya sokacakları emperyalist plan için ideal bir üst olarak gördüler. kuzey kore, çin'e yakındır ve dikkate değer maden kaynaklarına, özellikle kömüre sahiptir. japonlar, burayı terk ettikten sonra bile onların sınai mirasları kuzey kore'nin güney kore'ye ekonomik üstünlüğünü 1960 'lara kadar rahat biçimde korumasını mümkün kıldı.

    • bu sermaye girişleri sadece istikrarsız değillerdir. gelişleri ve gidişleri tam da yanlış zamanlarda gerçekleşme eğilimindedir. gelişmekte olan bir ülke ekonomisinin geleceğinin iyi olduğu düşünüldüğünde , gereğinden fazla yabancı sermaye ülkeye girebilir. bu durum varlık fiyatlarını (örneğin hisse senedi fiyatları, gayrimenkul fiyatları) , varlık balonları yaratarak gerçek değerlerinin üzerinde geçici olarak yükseltebilir. durum kötüye döndüğünde, genellikle yine aynı varlık balonunun patlaması sebebiyle, ekonomik durumdaki kötüleşmeyi daha da kötüleştirir. ilgili ekonomilerin uzun dönemli perspektifle iyi görünmelerine rağmen, bu türdeki ' sürü davranışı' 1997'deki asya krizlerinde, büyük tutarlarda yabancı sermaye çıkışı yaşandığında, en çarpıcı şekliyle görülmüştür.

    • önde gelen iki iktisat tarihçisi tarafından yapılan bir çalışmaya göre, küresel finansın henüz serbestleştirilmediği 1945 'le 1971 arasındaki dönemde, gelişmekte olan ülkelerde hiç bankacılık krizi yaşanmazken; 16 para krizi ve bir 'ikiz kriz' (para ve bankacılık krizlerinin eşzamanlı oluşu) ortaya çıktı. bununla birlikte 1 973 ile 1997 arasında gelişmekte olan dünyada 17 bankacılık krizi, 57 para krizi ve 21 ikiz kriz gerçekleşti. bu hesaplamaya, 1998 'den sonra gerçekleşen en büyük finansal krizlerden bazıları (ilk akla gelenleri brezilya, ·rusya ve arjantin krizleri) dahil değil.

    • yabancı sermayeli doğrudan yatırımların bir diğer sakıncası, birden fazla ülkede faaliyeti olan bir çokuluslu şirket (çuş) tarafından 'transfer fiyatlaması' yapılmasına fırsat yaratmasıdır. bu kavram, bir çuş'e bağlı olan ve başka ülkelerde yerleşik şirketlerin, kendi aralarındaki ticarette birbirlerine piyasa fiyatlarının altında ya da üstünde fiyatlardan satış yapmaları yoluyla; en yüksek karı, vergilerin en düşük olduğu ülkedeki şirketin elinde toplanmasını sağlayan uygulamaya işaret eder.

    • aynca, devralmaya dayanan bir yabancı yatırım, transfer fiyatlandırmasının olumsuz etkisini artırabilir. eğer bir çuş yatırım yaptığı yabancı bir ülkede yeni bir şirket kurmak yerine mevcut bir şirketi satın alıp transfer fiyatlaması uygulamasına girişirse, bu bağlı şirket yerli sermayeye ait olduğu dönemdekinden daha az vergi ödeyebilir.

    • bugün nestle gibi toplam üretiminin % 5 ' inden daha azını kendi ülkesinde (isviçre) yapan fırmalar vardır. fakat bunlar çok istisnai örneklerdir. uluslararasılaşmış büyük firmaların çoğu toplam üretimlerinin üçte birinden daha azını yurtdışında yaparlar. bu oran japon firmaları için % 10'un altındadır. 'esas' faaliyetlerin (araştırma ve geliştirme gibi) bir kısmının yurtdışında konuşlandırılması mümkün olmakla birlikte bu, genellikle başka gelişmiş ülkelerde ve belirgin bir 'bölgesel' yanlılıkla (bölgeler burada kuzey amerika, avrupa ve kendi başına bir bölge sayılan japonya'ya işaret etmektedir) mümkün olmaktadır.

    • eğer yabancı yatırımlar çok erken serbestleştirilmiş olsa (finlandiya 20 . yüzyılın başlarında avrupa ekonomilerinin ei:ı fakirlerinden biriydi) yerli firmaların bağımsız teknolojik ve yönetsel kapasitelerini geliştirmelerine imkan olmayacaktı. bugün dünyanın en büyük mobil telefon şirketi olan nokia'nın elektronik alanında çalışan bağlı şirketinden kar edebilmesi 17 yılını aldı.

    • nokia, 1865 yılında bir kereste şirketi olarak kurulmuştur. modern nokia grubunun şekli, finnish rubber works ltd ( 1898 yılında kurulmuştur) şirketinin 1918 yılında nokia'nın ve 1922 yılında finnish cable works ( 1912 yılında kurulmuştur) şirketinin çoğunluk hisselerini satın almasıyla ortaya çıkmaya başlamıştır. nihayetinde, 1967 yılında, bu üç şirket nokia corporation'ı oluşturmak için birleşmişlerdir. finlandiyalı bazı gözlemciler, birleşik şirketin adının (oy nokia ab); ahşap işlemeden, kablo fabrikasının yönetiminden ve kauçuk endüstrisinden akan paradan geldiğini söyleyerek bu birleşmenin doğasını özetlerler. nokia elektronik işini 1960'da kunnuştur. bugün şirketin esas faaliyet alanını cep telefonu işi oluşturmaktadır. elektronik işi; nokia, frw ve mag arasındaki birleşmenin gerçekleştiği 1967 kadar yılına dahi nokia grubunun net satışlarının sadece % 3 'ünü oluşturmuştur. şirketin elektronik kolu, ilk 17 yıl boyunca zarar ettikten sonra, ilk kez 1977 yılında kara geçmiştir. dünyanın ilk uluslararası hücresel mobil telefon şebekesi olan nmt, 1981 yılında iskandinav bölgesinde hayata geçirilmiş ve bu amaçla nokia, ilk araç telefonlarını yapmıştır. nokia, 1987 yılında ilk orijinal cep telefonunu üretmiştir. bu ivmeyle nokia; finlandiya, almanya, isveç ve fransa'da bir dizi elektronik ve telekomünikasyon şirketini satın alarak 1980'lerde hızla büyümüştür. 1990'lardan bu yana, nokia'nın önde gelen iş alanı cep telefonları olmuştur 1990'lara gelindiğinde, nokia, mobil telekomünikasyon devriminin lider konumuna erişmiştir.

    • eğer finlandiya yabancı yatırımları erken dönemlerden başlayarak liberalleştirmiş olsaydı, nokia bugün ulaştığı yerde olamazdı. büyük ihtimalle, nokia'yı satın alacak olan yabancı yatırımcılar, ana firmanın umutsuz durumdaki elektronik kolunu diğer alanlardaki kazançlarla sübvanse edilmesine son vermesini isteyecek; böylelikle bu işi bitireceklerdi. en iyi ihtimalle, bazı çokuluslu şirketler elektronik kısmını satın alacak ve bu şirketi kendi kontrolünde, tali alt işlerle görevlendireceklerdi.

    • 20. yüzyılın bilgili ve derin düşünürlerinden john kenneth galbraith bir keresinde şu ünlenmiş sözleri söylemişti: 'kapitalizmde insan insanı sömürür; komünizmde tam tersidir.' galbraith bu sözüyle kapitalizm ve komünizm arasında hiçbir fark bulunmadığını" ileri sürmüyordu; hatta bunu iddia edecek son kişiydi. o , modern kapitalizmi solcu olmadan eleştirenlerin en önde gelenleri arasındaydı. galbraith, komünizmin söz verdiği eşitlikçi toplumu inşa etmedeki başarısızlığının pekçok kişide yarattığı derin hayal kırıklığını ifade ediyordu.

    • renault'nun özelleştirme hikayesi fransız özelleştirme sürecinin tipik bir örneğidir. renault 1898'de özel bir şirket olarak kurulmuş; 1 945 yılında düşmanın bir enstrümanı olduğu' için kamulaştırılmıştır. şirketin sahibi louis renault bir nazi işbirlikçisiydi . fransız devleti 1994 yılında şirketin hisselerini satmaya başlamış, ancak % 5 3 ' ünü tutmuştur. 1996'da devlet çoğunluk hissedarlığını bırakmış ve elinde tuttuğu hisse oranını % 46'ya düşürmüştür. ancak, hisselerin % 11 'i şirketin internet sitesinde 'istikrarlı bir büyük hissedarlar grubuna' devredilmiştir. bu çekirdek grupta yer alan hissedarların çoğunluğu, bazıları fransız devleti tarafından kontrol edilen finansal kurumlardır. o zamandan beri fransız hükümeti, payını tedricen % 15,3'e düşürmüştür (2005 itibarıyla); ancak yine de tek başına en büyük hissedar olmayı sürdürmektedir. ayrıca, fransız hükümetinin payındaki bu azalmanın önemli bir kısmını; renault hisselerinin % 15'inin 2002 yılında nissan tarafından satın alınması açıklamaktadır. nissan, renault ile 1999 yıhnda bir ittifak kurmuştur. renault'nun 1999 yılından bu yana, nissan'ın kontrol hissesine (ilk aşamada % 35 'ini, bugünse % 44'ünü) sahip olması sebebiyle, fransız devleti fiilen renault hisselerinin % 30'unu kontrol etmekte ve renault'da baskın bir güç konumunu muhafaza etmektedir.

    • patentleri , telif haklarını veya markaları . lağvetmemiz gerektiğini ileri sürmüyorum. bunlar yararlı amaçlara hizmet ederler. fakat fikri mülkiyet haklarının bir ölçüde korunmasının yararlı veya gerekli bile olduğu gerçeği , daha fazlasının daima daha iyi olduğu anlamına gelmez . bu noktayı daha anlaşılır hfile getirmek için tuz benzetmesi faydalı olabilir. hayatta kalmak için biraz tuz elzemdir. biraz daha fazlası sağlığımıza zarar verebilirse de yemeği keyifli hale getirir. fakat belirli bir düzeyin üstünde tuzun sağlığımıza verdiği zarar, gıdanın lezzetinden elde ettiğimiz faydayı aşar. fikri mülkiyet haklarının korunması da buna benzer. asgariye yakın bir düzeyde koruma, bilgi üretilmesi için elzem olan müşevvikleri yaratır. biraz daha fazlası , maliyetinden daha fazla yarar getirebilir. fakat çok fazlası yararından daha fazla maliyet getirir; dolayısıyla ekonomiyi tahrip eden bir sonuca götürür.

    • gelişmekte olan bir ülke için ortaya çıkan borçluluk sürdürülebildikçe, bütçe açığını orta vadede daimi şekilde sürdürmek bile mantıklı olabilir. bireysel düzeyde dahi , öğrenim görürken ve ya yeni bir aile inşa ederken ve borcu geri ödeyebilmek için yeterli kazanç elde edilebildiğinde, borçlanmak tam anlamıyla ihtiyatlı bir davranıştır. benzer şekilde , gelişmekte olan bir ülkenin ekonomik büyümeyi hızlandırmak için mevcut imkanların ötesinde yatının yapması ve bütçe açığı vermesi dolayısıyla 'gelecek nesillerden borç alması' mantıklıdır. eğer bunu yapan ülke, büyümesini hızlandırıyorsa, sonraki nesiller böyle bir kamu bütçesi açığı söz konusu olmaksızın erişilemeyecek ölçüdeki yüksek hayat standartlarıyla ödüllendirileceklerdir.

    • bir durgunluk döneminde bankaların sermaye tabanları daralır ve bu durum bankaları kredileri geri çağırmaya zorlar. geri çağırma ise ekonomiyi daha da kötüleştirir. bıs sermaye oranının gereğini yerine getirmek, tek tek bankalar için ihtiyatlı bir davranış olabilir, fakat bankaların tamamının bu düzenlemeye uygun hareket etmeleri halinde iktisadi çevrim büyüyecek ve nihayetinde de bankaların kendilerine zarar verecektir.

    • ingiltere' de, 1 9. yüzyılın başlarına kadar, bakanların başında bulundukları devlet kurumlarının sahip oldukları fonları kişisel kar için 'ödünç almaları' gayet normal kabul ediliyordu.6 1 870 yılına kadar, ingiltere'de yüksek rütbeli memurların atamaları, liyakat esasına göre değil, adam kayırma esasına göre yapılmıştır. hükümetin başdeğnekçisi (abd kongresi'ndeki çoğunluk partisi liderinin eşiti) , o dönemde gerçekten de hazine'nin patronaj sekreteri olarak anılıyordu;çünkü patronaj (görevlerin kendilerine yakın adamlar arasında dağıtımı) onun esas işiydi.

    • insanlar, daha iyi hayat şartlarıyla daha yüksek davranış standartlarına erişebilirler. ekonomik kalkınma ayrıca, ekonomik faaliyetler daha 'görülebilir' hfile geleceği ve hükümetin idari kapasitesini yükselteceği için, hükümetin vergi toplama kapasitesini de genişletir. bu da bir önceki aşamaya bağlı olarak kamu hizmetlerinde maaşların artmasını, refah devletinin büyümesini, kamu görevlileri arasında yolsuzluk yapanların belirlenmesini ve cezalandırılmasını mümkün kılar. bunların tümü yolsuzlukları azaltacaktır.

    • neoliberallerin söylediklerinden farklı olarakpiyasa ve demokrasi birbirleriyle temelden uyuşmazlık içindedir. demokrasi 'bir adam (bir kişi) , bir oy' ilkesiyle işler. piyasa ise 'bir dolar, bir oy' ilkesine dayanır. doğal olarak, ilki ne kadar parası olduğuna bakmaksıı;ın herkese eşit ağırlık verir. ikincisiyse zenginlere daha büyük ağırlık verir. dolayısıyla, demokratik kararlar genellikle piyasa mantığını alt üst eder. gerçekten de 19. yüzyıldaki liberallerin çoğunluğu, serbest piyasayla uyumsuz olduğunu düşündükleri için demokrasiye karşıydılar.22 bu kişiler, demokrasinin yoksul çoğunluğun zengin azınlığı istismar etmesine imkan sağlayacak politikaları (örneğin, oransal bir gelir vergisi, özel mülkiyetin kamulaştırılması) uygulamaya koymasına izin vereceğini; dolayısıyla refahın oluşumunu teşvik eden unsurları yok edeceğini ileri sürdüler.

    • paranın sosyal farklılıkları ortadan kaldıran muhteşem bir unsur olabileceği de not edilmelidir. para farklı ırklardan, toplumsal kastlardan veya meslek gruplarından insanlara karşı hoş olmayan önyargıların çözülmesinde güçlü bir işlev üstlenebilir. insanların ayrımcılığa uğrayan grupların üyelerine daha iyi davranmalarını sağlamak, eğer bu kişilerin parası varsa (onlar potansiyel müşteriler veya yatırımcılar olduklarında) çok daha kolay olacaktır. güney afrika' da alenen ırkçı olan apartheid rejiminin bile japonlata 'onursal beyaz' statüsü vermesi gerçeği , piyasının özgürleştiren gücünün güçlü bir kanıtıdır.

    • 'afrika toplumları, kişisel çekişmelerle dolu ve takım ruhu olmayan bir futbol takımı gibidir; bir oyuncu diğerine, gol atabileceği endişesiyle pas vermez.'

    • elbette kültür ekonomik durgunlukla birlikte daha kötüye doğru dönüşüme uğrayabilir (en azından duruma ekonomik kalkınma perspektifiyle bakıldığında) müslüman dünya geçmişte akılcı ve hoşgörülü olmasına karşın ekonomik durgunlukla geçen yüzyıllardan sonra pek çok müslüman ülke ultradindar ve hoşgörüsüz hlile gelmiştir. bu 'olumsuz' unsurlar ekonomik durgunluk ve geleceğe dair umutsuzlukla güçlenmiştir. bu tan davranışların müslüman kültürünün kaçınılmaz tezahürleri olmadığı gerçeği geçmişteki pek çok müreffeh müslüman imparatorlukta yaygın olan akılcı düşünce ve hoşgorüyle kanıtlanmıştır. bu gerçek malezya gibi bazı çağdaş örneklerle de doğrulanmaktadır. kendileri hakkında daha önce yazdığım tüm kadın merkez bankacıların size söyleyecekleri gibi, malezya'da ekonomik refah islam'ı hoşgörülü ve akılcı yapmışbr.

    • sürekli vurguladığım gibi, piyasalar statükoyu pekiştirmek yönünde güçlü bir eğilime sahiplerdir. serbest piyasa, ülkeleri zaten iyi oldukları alanlarda kalmaya zorlarlar. bunun anlamı - lafı dolandırmadan - yoksul ülkelerin hfilihazırda yürüttükleri düşük verimli işleri sürdürmek zorunda olduklarıdır. oysa onları yoksullaştıran da zaten bu işleri yapıyor olmalarıdır. şayet yoksulluğu aşmak istiyorlarsa, piyasaya kafa tutmaya ve daha çokkazandıran daha zor işleri yapmaya mecburlardır. bunun başka yolu yoktur.

    • 'piyasaya kafa tutulması' önerisi kulağa radikal gelebilir. ne de olsa, pek çok ülke piyasaya karşı çıkmayı denedikleri için başarısız olmadılar mı? ancak bu, işletme yöneticilerinin her zaman yaptığı bir şeydir. işletme yöneticileri, elbette, eninde sonunda piyasa tarafından değerlendirilirler; fakat onlar - özellikle de başarılı olanları - piyasa güçlerini körü körüne kabul etmezler. işletm yöneticiierinin şirketleri için uzun vadeli planlan vardır ve bu planlar bazen hatırı sayılır bir süre için piyasa eğilimlerine uyulmamasını gerektirir. girmeyi karar verdikleri yeni sektörlerdeki fırmalarının gelişimini teşvik edip, bunların zararlarını mevcut işlerdeki firmalarının karlan ile sübvanse ederler. nokia yeni başladığı elektronik işini 1 7 yıl boyunca kereste, lastik çizme ve elektrik kablosu işlerinden kazandığı parayla sübvanse etmiştir.samsung, elektronik sektöründe yeni kurduğu firmalarım on yılı aşkın süreyle tekstil ve şeker üretiminden elde edilen parayla sübvanse etmiştir. şayet bu firmalar piyasa işaretlerini , gelişmekte olan ülkelerin kendilerine kötü samiriyeliler tarafından söylendiği şekilde izleselerdi , nokia hala ağaç deviriyor ve samsung ithal kamıştan şeker üretiyor olurdu. benzer şekilde, eğer yoksulluktan kurtulmak istiyorlarsa ülkeler piyasa kafa tutmalı ve zor ve daha gelişmiş sanayilere girmelidirler.

    • 'geleceği iyileştirmek için mevcuttan ödün vermek' basit, ama güçlü bir ilkedir; amerikalılar 19. yüzyılda serbest ticareti bu nedenle reddetmişlerdir. finlandiya yakın zamana kadar yabancı yatırımları bu nedenle istememiştir. 1960'ların sonlarında dünya bankası'nın itirazlarına rağmen, kore hükümeti çelik fabrikalarını bu nedenle kurmuştur. isviçre yabancıların patent haklarını ve amerika yabancıların telif haklarını 19. yüzyılın sonlarına kadar bu nedenle korumamıştır. tüm bunları özetlemek gerekirse, ben de altı yaşındaki oğlu jin-gyu'yu çalıştırıp hayatını kazanmasını sağlamak yerine aynı nedenle okula gönderdim.

    • rekabet gücü daha üstün yabancı firmaların gelişmekte olan bir ülkeye girmesine izin veren bir liberal yabancı yatırım politikası, yerel firmaların (bunlar ister bağımsız ister yabancı şirketlerin iştiraki olsunlar) uzun dönemde becerilerinin gelişimini kısıtlar. serbest sermaye piyasaları, konjonktürle aynı yöndeki sürü davranışıyla uzun vadeli projeleri savunmasız bırakırlar. yüksek faiz politikası uzun vadeli yatırım yapmayı imkasız kılarak, rabiri caizse, 'geleceğin fiyatı'nı yükseltir. yeni üretken kapasitelerin edinilmesini zorlaştıra neoliberalizmin ekonomik kalkınmayı zorlaştırması şaşırtıcı değildir.
    --- spoiler ---
  • ha-joon chang tarafından yazılmış ve üniversite yıllarında kalkınma iktisatı derdinde okuduğum kitaptır. kalkınma için gerçek çok iyi bir başyapıttır. dipnotlarında atıf yaptığı türk hoca ise ahmet haşim köse'dir.
  • "insanlar yoksul olduklarında onların onurlarını satın almak kolaydır. çok düşük ücretlerle çalışan devlet memurlarının rüşvetin cazibesine karşı koyamamaları gibi aç insanların bir torba un için oylarını satmaları zor değildir." (bkz: bad samaritans/#75897311)

    (bkz: namusu maaşı kadar olan gazeteciler)
    (bkz: toplumu bilinçli bir şekilde fakirleştirmek)
    (bkz: halkı fakirleştirip kendine bağımlı hale getirmek)
hesabın var mı? giriş yap