• *

    sen çok değiştin

    selam. normalde böyle şeyler yazıp çizmeye de utanırım ama bu hafta içimden seninle konuşmak geldi. bi ihtimal kulağına gelirse diye. "bu ne lan duyarlı mısın nesin" diye dalga geçenler olucaktır, ama naapalım, bu hafta böyle.
    geçen gün gidip can yücel'in mezarını kırıp yıkmışsın. kendisinin toplasan iki üç şiirini yarım yamalak biliyorum, öyle manyak bir okuru olmadım hiç yani. ölüm yıldönümünde mezarına şarap döktüklerini duyunca aklıma sen geldin. ulan dedim bizimki uyuz olacak bu olaya. ama gidip mezarı kıracağını da düşünmemiştim. gerçek bi ayıya dönüşmüşsün, ne diyim.
    peki acaba dönüşmedin de eskiden de böyle miydin?
    bak ben mesela eskiden izlediğimiz filmlerin daha güzel, eskiden içtiğimiz suyun daha lezzetli, bakkal amcanın daha iyi kalpli olduğuna inanmamı, o yıllarda çocuk oluşuma bağlıyorum. yaşamın aslında kötüleşmediğini, aynı kaldığını, sadece büyüdükçe benim için zorlaştığını düşünmek istiyorum. bi yandan mantıklı olan da bu zaten. ama böyle düşünmeme rağmen, bazen yine de emin olamıyorum. sanki bakkal amca hakkaten de ben küçükken daha "iyiydi". otobüsteki amcalar teyzeler daha yumuşaktı böyle. sen de daha sakindin. belki çok saçmadır ama elimde değil, öyle gibi geliyo.
    geçenlerde voleybolcu bir kıza otobüse şortla bindiği için önce bağırıp sonra da yumruk atmışsın. gerçekten bak, sen eskiden böyle bu kadar sinirli değildin. iyi hatırlıyorum. yumruk attığında sesini çıkartmayan amcalar teyzeler de böyle değildi. sana bi şey oldu. mezar yıkıyosun lan, bi düşüm bak, çok acayip bi şey bu. adamlar dev gibi insanlık anıtına ucube deyip sonra da kafasını kestirdiler. koca heykeli yıktırttılar. onlardan mı cesaret alıyosun, olay bu mu yani?
    o heykeli yapan da aha senin kırdığın mezarı yapan kişiymiş zaten. yoksa sen de heykeli yıktıranla aynı kişi olmayasın?
    zaten her işi yapıyosun, her an her yerdesin. bi kaç sene önce karaköy iskelesinde kız arkadaşımı uğurlarken de ordaydın. vedalaşıyoduk, sarılmıştık böyle, vapurun iskeleye yanaşmasını bekliyoduk. "dışarı çıkın nerde ne yapıyosanız yapın" diye bi ses duyduk, bi baktık o jeton kabinleri var ya ordan bize bakıyosun. önce bize seslendiğini anlamadık. şimdi tam hatırlamıyorum ama "lan yürüyün burda o işler yapılmaz! yürü!" gibi bi cümle daha kurdun. ben o zamanlar henüz senden bu kadar korkmadığım için "ne diyo lan bu lavuk" diye bi kabarıcak gibi oldum da hadi neyse diye indik iskeleden.
    geçenlerde de duydum ki otobüs şöförü olmuşsun, sürdüğün otobüste bir çift öpüştü diye benzer şeyler söyleyip aşağı indirmişsin çocukları. lan oğlum bi şey sorucam, sen insanların birbirine sarılmasına öpmesine neden bu kadar kızıyosun? açık konuş, o sırada arzuluyo musun yoksa o kızları? günahını almıyım ama kıskançsın sanırım hafiften. tamam bak mesela bi yerde sap sap otururken yanımda bi çift öpüşünce ben de bi kıskanıyorum, bi yutkunuyorum böyle gulp diye. ama çok bakmıyorum, öpsün yani çocuk kızı ne güzel işte. benim rahatsız olmam o anki saplığımla ilgili çünkü. seninki de bana öyle gibi geldi. o kızı o çocuğa yedirmek istemiyosun. o ahlaksız diye bağırdığın kız sana gelse, azcık gülümsese, iki tatlı söz söylese heyecanlanıp boncuk boncuk terler, bayan mayan eheh meheh diyerek tavlamaya çalışırsın gibime geliyo. neyse dediğim gibi günahını almıyım, öyle olur gibi geldi bi an.
    geçenlerde kızarkadaşımla vapura bindiğimizde de arkamızda oturuyodun. kolumu kızın omzuna attım, gülüşüyoruz ediyoruz, ama sessiz sakiniz, rahatsız etmiyoruz kimseyi. çıt çıkartmıyoruz, öpüşme filan da yok zaten. bi baktım arkadan bizi kesiyosun. hemen anladım, kolumun yerini beğenmedin. kızla fazla samimi buldun beni. korktum lan bakışlarından. çünkü biliyorum, gelip bi şey söylesen, ne biliyim "ramazanda utanmıyo musunuz sarmaş dolaş oturmaya?" desen, etrafımızdaki insanlar da artık çok sesini çıkartmıycak. bi çoğu da seni haklı bulucak. cevap versem "uzatma" diycekler. kavga çıksa, ağzını burnunu bi güzel kırsam ben suçlu olucam. karakolluk olsak zaten bitmişim. her şekilde haklısın yani.
    yanlış anlama, sadece ramazanla öpüşmeyle bilmemneyle ilgili şeyler söylemiyorum. ben genel olarak senin tavırlarının değişmesine üzülüyorum. sevgisiz bi insana dönüştün sen. herhangi bir şeyi sevmeyi zayıflık gibi görür oldun sanırım. sürekli laf söylüyosun her şeye. senin için her şey bok gibi. bazen internet gazetelerinde haber altındaki yorumlarını okuyorum. adam bi şeyden övgüyle bahsetmişse anında "popülist ibne, ayak yapıyo" diyosun. biri bi film mi çekmiş, "olmamış" deyiveriyosun. sana yaranmak mümkün değil. hiç bi şeyi sevmiyosun. başka insanları hiç sevmiyosun. sokakta karşıma çıktığında kötü kötü bakıyosun. sana selam vermeye korkuyorum. karşılaştığımızda günaydın derim ben sana normalde. ama yüzüne baktığımda her an "ne bakıyosun lan" diycek gibi davranıyosun. çekiniyorum, kaçırıyorum gözlerimi. beni yendiğimi hissettiğin için sen bundan da hoşnut oluyosun.
    geçenlerde yuutub'da eski siyasilerin bi tartışmasını izledim. demireli, mesut yılmaz, ecevit, inönü, erbakan filan hepsi bir masada oturuyolar ve biri konuşurken diğerinin çıtı çıkmıyo. bu adamların ülkeyi yönettiği yılları övücek değilim şimdi tabii. ama ne biçim saygılılarmış lan. hiç bağırıp çağırmıyolar. en fazla iğneleyici konuşuyolar. şimdiki adamları aynı masaya oturtmayı başarsalar da biri silahını çekicek gibi bakar, biri kollarını sıvayıp dövücekmiş gibi yapar, hatta "yok öyle lagaluga", "lölö yapma" filan derler. acaba sen de bu adamları göre göre mi böyle oldun? bu devirde öyle olmak daha mı doğru, daha mı geçerli geliyo? "artık böyle... yerse" filan mı diyosun? daha mı iyi hissediyosun?
    yıllar evvel mısır'a gitmiş bir tanıdığımız "mısır'da yalan söylemek normal bi şey. kimse utanmıyo yalancı durumuna düşmekten" demişti de aklım çıkmıştı, inanamamıştım. hani iki gün avrupa gezmiş insanlar hemen başlarlar ya "abi almanya'da insanlar çok nazik, gülümseyerek selam veriyolar, burda herkes ayı gibi" diye memleketi kötülemeye. ben yakına kadar "yav olur mu öyle şey, kötü bir millet olur mu? biri ne kadar kötüyse diğerleri de o kadar kötüdür ya da iyidir" diye düşünürdüm.
    şimdiyse kusuruma bakma ama, senin ciddi ciddi kötüleştiğine inanmaya başladım. hani bu topraklarda yetişenler bambaşka hoşgörülü oluyodu lan, yıllarca öyle bilmedik mi? nooldu da bu kadar sinirli bi insana dönüştün peki? sana uygun gelmeyen hiç bi şeye tahammül etmek istemiyosun. isterse ülke ekonomisi süper olsun, dev alışveriş merkezleri açılsın, duble yollarda istediğin kadar bas git arabanla, sen böyle olduktan sonra neye yatıycak? cebinde parası olan sinirli insanlar mı olalım hep birlikte yani? koca heykel niye yıkıldı lan? kusura bakma aklım hep ona gidiyo. nasıl bi mantıkla gaza gelindi de yıkıldı?
    bak o olayın olduğu günlerde bi taksiciyle muhabbet ediyoruz, "yıkılsın kardeşim!" dedi. böyle bi cevap karşısında aslında susmak lazım ama ağzımı tutamadım,"ya niye yıkılsın abi? heykelin kendisi güzel de olmayabilir, ama ifade ettiği bişey var, bi de dikilmiş işte oraya. neden şimdi ucube diyip yıkıyolar? normal mi bu sence?" dedim. mantıklı bi cevap bekledim, hani "şu yüzden yıkılsın" desin ki diyalog ilerlesin diye. adam sadece "yıkılsın yaa boşver yıkılsın!" dedi zevk alır gibi. sanki heykeller toplaşıp küçükken bununla dalga geçmiş de şimdi intikan alıyo gibi. bu tavır sana da garip gelmiyo mu? o taksici de sen miydin lan yoksa? sen de her işi yapmışsın mna koyiyim, otobüs şöförü müsün taksi şöförü müsün belli değil. arada vapura da biniyosun filan, ilginç adamsın. (kötü espri gücümle seni pis döverim)
    yakına kadar "bu sadece bi dönem. bu adam da değişicek. sadece kötü günler geçiriyo, ondan sevmiyo beni" diyodum ama sen galiba artık eskiye dönmiyceksin. hayatında yurtdışında yaşamaya özenmemiş olan bana bile "eyvah ya, bizim dergilere de bi şeyler olucak, bu işi yaptırmıycaklar bana. kız arkadaşımın omzuna da kolumu atamıycak mıyım artık? başka ülkeye mi gitmek lazım? gitsek naapıcaz, ne bok yiycez" dedirttin.
    çünkü sen ilerde etek giydiği için otobüste kızıma yumruk atıcaksın gibi geliyo bana. oysa kızımla ben, senin kızına hayatta karışmazdık. yemin ediyorum karışmazdık. herkesin istediği gibi giyindiği, istediği gibi yaşayabileceği bir memlekette yaşamaya hazır ve istekli olurduk. işin kötüsü, sen bunları okuduğunda azıcık düşünmek yerine "beğenmeyen defolsun gitsin lan!" diyosun, biliyorum ben seni. zaten burda yaşamamı istemiyo gibisin. vapurdan dışardaki süper boğaz manzarasını izlemek yerine beni ve kızarkadaşımı kontrol ediyosun, ordan belli. aynı şekilde bunları yazdığım için neler hissettiğimi, beni ciddi ciddi endişelendirdiğini anlamak yerine "tribünlere oynuyosun" diyceksin.
    bütün bunlara rağmen, çok umutlu olmasam da, belki, bi ihtimal, bu günler de geçer. çünkü birbirimizi anlamıyo olabiliriz cidden. ama tek ricam, sinirli olma. ne biliyim mezar kırma, heykel kırma, yumruk atma diyorum, çok bi şey de değil yani. kurban olıyım "burdan gitmek lazım" geyiği yapanlarla dalga geçen beni bile bu otobüslerden bu vapurlardan bu sokaklardan soğutma işte. elin fransızına bonjur diyemem ben, sana selamünaleyküm derim, bin kat da tercih ederim. hem ben bişeyci ya da başka bişeyci de değilim. çocukken aynı mahallelerde oynardık, yabancı değilim tanıyosun beni. bakarsın bi gün karşılıklı otururuz, iki çay söyleriz, anlatırsın derdini. yemin ederim ne dersen dinlerim. dersin ki "bak kardeşim ben sana dargınım çünkü şöyle şöyle yapmıştın". ben de sana derdimi anlatırım, gülüşürüz ederiz. işte o günün gelebileceğini umarak, sana mezarını kırıp yıktığın can yücel'in meşhur bi şiirini hediye ediyim hadi. tamamını da bilmiyodum internetten baktım idare et.
    en uazk mesafe ne afrika'dır,
    ne çin,
    ne hindistan,
    ne seyyareler,
    ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
    en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir,
    birbirini anlamayan.

    sandık içi
    ersin karabulut
    25 ağustos 2011
  • bu haftaki dergide, otobüste yanına oturan kızın acaba benden hoşlandığı için mi yanıma oturdu ve sanki camdan da bakınca beni kesiyor gibi hissettiğim anda aynı şeyleri dergide okuduğum ve acaba yanımdaki kıza dergiyi verip şunu oku desem noolur diye düşündüğüm bölüm...**
  • serinin ilk hikayelerinin birinde ersin karabulut, sandık içi'ni neden çizdiğini de çıtlatır. bunlardan birinde, dört yaşındayken yepisyeni alevli bisikletini "sokaan başına kadar" diye alıp gözden kaybolan iki ergene çaldırdığını çizer. senelerdir hayallerinde bu ikisi çıkıp gelmektedir. ersin senelerdir hayalinde bu ikisini merkep sudan gelinceye kadar dövmez yahut sandığı açıp da "pışıık oğlum verir miyim hiç gıcır bisikletimi" demez. dilediği, alevli bisikletini götürenlerin "nerelerdesin abi, seni arıyoruz yıllardır, bulamadık da üzüntüden kahrolduk" diye gelmesidir. bisikletin değil, dünyayı "iyi bir yer" bilmemizin namümkün kılınmasının telafisinin peşindedir sandık içi. bisikletin değil kötülüğün telafisi yalnızca kendinle ilgili bir dilek değildir. yeri bu yüzden, boku çıkmış bohem kaybedenler kulübü hikayelerinden hep ayrıdır.
  • derginin bir ramazan sayısında muhteviyat-ı sanduka başlığıyla çizilmiştir, yarmıştır.
    türkçe-osmanlıca dönüşümün memo tembelçizer tarafından yapıldığını hissediyorum nedense.
  • 'küçük' sıfatını hakettiğim yaşlarda, albüm olarak satışa çıktığında koşa koşa aldığım ve o yaştaki bir bünyenin(ben) ufkunu fazlasıyla açan sağlam ersin karabulut köşesi.haftalık takibin yanı sıra,bu albümü de boş kaldıkça açar tekrar tekrar okurum.

    uykusuz'un son sayısında(188) görülebildiği üzere 2.'si de geliyormuş.umarım 1. albümün kaldığı yerden devam edilmiştir derlenmeye.
  • ipince detaylariyla kisiye zevk veren, kendi sandiginin icin actiran bir penguen bolumu...
    sandigin icine girip bisiklet hirsizlarini kirbaclamak hissiyle dolup tasirabilir insani..
    birde plastik yuzuk vardir ki, o okula gidip butun talaslari karistirmak icinden arayip bulmak ister insan ve tabi ilkokulda bize ali sok, emel ye gibi fisler yazan bir ogretmenimiz olsaydi neguzel olurdu diye de dusundurur
    bardakta duran annanne disinin bir silah olarak kullanildiginda yaratacagi felaketleri anlatir
    cizgiromanimiz yirtilmamistir da, kasetimiz kirilmistir ayni etkileri hissetmisizdir.
    bizim bakkalda veresiye yoktur, yazdiramamisizdir da, abi bu paraya ne olur demisizdir.
    gulunce jokere benzedigimizi dusunmemize sebep veren olayin varligini daha kabul edilebilir hale getirmistir, laylon torbada birbirine carpan bira siselerinin sesinden sorumluluk duymanin yasanabilir bisey oldugunu kanitlamis, kimbilir daha neler bulunacak acep diye merakla beklettiren bolumdur kendisi..
  • ersin karabulut'un "aman karizmam dağılır", "ulan bunu da yazarsak kesinkes daşşak konusu olurum" gibi kaygılara kapılmadan tüm dürüstlüğüyle hayatını anlattığı penguen şeysi. hal böyle olunca ben dahil okuyan herkesler kendinden birşeyler buluyor sanırım.
  • benim gozumde eksi sozluk de bir sandik ici olmaktadir zaman zaman. oyle de hisleniverdim bir anda...
  • bu köşe yüzünden ersin karabulut'un vulnerable hissetmemesi olanaksız, zaten ara ara bahsediyor ama bazen üzülesim geliyor, içini, kendini bu kadar açıkça ortaya koymak...yine de bir yandan diğer insanlara göre daha güçlü hissediyordur eminim, kaygılanması gereken bir şeyi yok artık, her şey apaçık ortada...ha bir de komik olmadığını iddia etse de aslında çizgisiyle gayet iyi, kahkaha attıran durum komedileri yaratıyor çizerimiz. ne iyi yapmış da kitap haline getirmiş bu köşeyi, bize de kutlamak düşüyor.
  • anlamayan icin onlara gore gayet uzak ancak anlayan icin gayet dokunakli,mutluluk verici yanliz degilmisim dedirten bolum.
hesabın var mı? giriş yap