• kilisenin icinde mihrabin arkasinda yillarca cok iyi kurulmus ve kiliseye adini veren clara bertola draperis tarafindan bagislanan bir meryem ana ikonasi bulunmaktadir. kilisenin mimari semprini dir.
  • kitabesinde abdülhamit'e ve belediye başkanı rıdvan paşaya teşekkür edilmektedir. niyeyse bu kilise st antuan kadar dikkat çekmez ve milyon kere istiklalde yürümüş pek çok insan tarafından bile farkedilmediği olur.
  • mimari guglielmo semprini'dir.
  • sessizliği ve çalan müzikleriyle dua etmek için istanbul'daki en güzel katolik kilise.
  • dün akşam, galata oda korosunun tertiplediği yeni yıl konseri münasebetiyle gittiğim ibadethane.. galata'dan tünele doğru giderken caddenin sol tarafında yer alıyor... cadde üzerinden dik bir merdivenle iniliyor... diğer binalara göre hem içeride hem de caddenin altında kalması sebebi ile çok da fark edilen bir bina değil.. merdivenlerden aşağıya doğru inerken mistik bir hava sarmaya başlıyor sizi ve içeri girdiğinizde tamamen kaplıyor.. babası da koroda görev alan bir arkadaşımın davetlisi olarak iştirak ettim akşama... zannımca, ağırlıklı olarak italyanların geldiği bir kilise fakat içeri girdiğimde, herhalde süslemelerdeki renklerden olsa gerek bende bir latin mekanı izlenimi bıraktı... 1200'lerin başında kurulan fransisken tarikatına ait bir kiliseymiş.. maddi imkansızlıklar sebebi ile mi yoksa fransisken öğretinin kilisesi olması sebebiyle mi bilemiyorum ama içerisi bakımsız biraz.. bakımsızdan kastettiğim kesinlikle temizlik tertip değil... tavandaki freskler tahrip olmuş, duvarda ki ısıtıcılar epey emanet duruyor.. oturaklar ise her hareketinizde bir hayli ses çıkartarak gıcırdıyor vb... öyle ki; oturaklara oturduğunuzda hiç soluksuz, kıpırdamadan ibadetinizi yapıp kalkmanız lazım yoksa o sessizlikte gıcırtılar tüm kiliseyi inletiyor... düşünün konser esnasında bile fark edilebilecek kadar yüksek bir ses çıkıyor... ortamın akustiği de buna katkı sağlıyor mutlaka.. ilginç olan bir husus kilisenin tarih boyunca 4 ayrı yerde 4 yangın geçirmesi.. en son 1870 pera yangınından sonra şu an bulunduğu yere mevcut haliyle inşa edilmiş... bu inşa esnasında osmanlı padişahı 2. abdülhamit ve dönemin belediye başkanı rıdvan paşanın ciddi katkıları olmuş.. bu sebeple, kilise girişinde, islam halifesi 2.abdulhamit'e yardımlarından dolayı teşekkür içeren bir plaket bulunmakta... belki bu durumuyla da bir ilk bilemiyorum..
    konser ile ilgili beklentimi zaten çok yüksek tutmamıştım lakin amatör ruhla bu organizasyona emek ve gönül veren insanların icra ettiği eserleri dinlemek çok keyifliydi... klasik müzik dinlemekten hoşlanıyorsanız ve böyle bir organizasyona katılma imkanınız olursa es geçmeyin derim...
  • demir özlü'nün, bir beyoğlu düşü adlı anlatısının sanki kahramanlarından biri. kilisenin zemininin niye böyle istiklal caddesi'nin altmış basamak filan altında olduğu demir özlü tarafından şöyle anlatılıyor:
    "ben merdivenleri çıkarak kiliseyi terk ederken sabah olmuştu artık. beyoğlu'nu, yukarıdaki istiklal caddesi'ni sis basmıştı. öyle ki yoğun sis, kilisenin merdivenlerine bile oturmuştu şimdiden. "niçin bu kiliseyi cadde kıyısına değil de, böyle caddenin aşağısına inşa etmişler" diye düşündüm. - öyle ya en azından altmış merdiven vardı, aşağıdan yukarıya -. çok eski bir kiliseydi ve eski dönemlerde, daracık bir yol geçiyordu belki önünden. kent buraya yayılmadan önce, yamaçtaydı, bağlar, bahçeler arasındaydı belki de. belki de bu kutsal yer biraz gözlerden uzak olsun istemişti. bilmiyorum."

    https://en.wikipedia.org/…nta_maria_draperis_02.jpg
  • istanbul'daki en güzel kiliselerden biri. dün içinde etrafı seyretmeye doyamadım ve yasak olmasına rağmen dayanamayıp bir de fotoğraf çektim.

    foto
  • ingilizce church of saint mary draperis olarak türkçe meryem ana draperis latin katolik kilisesi olarak da tabir edilen istiklal caddesi üzerinde bulunan katolik kilisesi.

    santa maria draperis kilisenin italyanca ismidir. kilisenin tarihi esas olarak 16.yüzyıla gitmekle birlikte mevcut kilise binası 1904 yılında inşa edilmiştir. istiklal caddesinde bulunmasına rağmen (bkz: sent antuan kilisesi) kadar fazla bilinmemektedir. bunda kilisenin görece daha küçük ve caddeye göre daha aşağı bir konumda bulunmasının da etkisi olmuş olabilir.

    kilisenin içi hafta içi oldukça sakin. ben ziyaret ettiğim esnada içeride biri görevli olmak üzere sadece 2 kişi vardı. kiliseye girmek için cadde üzerinde bulunan kapısından girip aşağııya doğru giden merdivenleri takip etmeniz gerekiyor. kilisenin içinde fotoğraf çekmek yasak.
  • bugün oldukça kalabalık olan güzel bir katolik kilisesi.
    6-7 kişilik zenci bir gospel grubu prova yapıyordu. perküsyoncu tam bir yağuşak olduğundan baya sabote etti provayı ama yine de ilgiyle izliyordu ziyaretçiler.
  • istanbul'da en sevdiğim kiliselerden biri. "istanbul'da kaç kiliseye girdin?" derseniz, muhtemelen bir elin parmaklarını geçmez ama böyle bir kıyasta birinci sıraya oturuyor. gözlerden uzak olması, çok basamaklı merdivenli girişi, avlusunun huzur veren sükuneti, altın rengiyle merdivenlerin hemen üstünde gözleri kendine çeken meryem tasviri, bilindik kiliselere kıyasla mütevazi cephesi, ölçek olarak değerlendirdiğimizde de yine bilindik kiliselere kıyasla neredeyse tüm yapı elemanlarının hayli küçük ölçekli olması, içeride dökülmüş sıvalar, solmuş freskler, zengin sanat eseri koleksiyonu, çok renkli dekoratif elemanlar, apsisteki haç vitrayı... sabaha kadar överim de, uzatmayayım. özellikle -turistik açıdan- doğal rakibi sent antuan kilisesi ile kıyaslarsam, santa maria draperis benim için katbekat daha güzel bir kilise. kilisenin güzelliği de ne demekse...

    dün tek başıma istiklal caddesi'ne gittim. aslında bir ay öncesine kadar çok güzel bir yalnız gezme ritmi yakalamıştım ama beklenmedik cilt hastalığı dolayısıyla doktorun terlemeyi yasaklaması, gezilerime feci ket vurdu. biraz dönüp dolaştıktan sonra girdim mevzubahis kilisede oturdum biraz. yarım saat kadar. kime hitap ettiğimi bilmeden, daha doğrusu düşünmeden, gözlerimi kapattım, anlattım da anlattım. "şöyle oldu, böyle oldu, bu da işte böyle" derken yarım saati geçmiş. dertleştim, kimle konuştuğumu düşünmeden.

    insan çaresiz kalınca metafizik olgulara, doğa üstü kavramlara ya da bilinçaltı/üstü/dışına daha çok sarılıyor. ya da başka bir deyişle, belirli olay ya da durumlara, normalde aklına bile gelmeyecek anlamlar yüklüyor. "şu olursa kesin çok güzel bir şey olacak" gibi bir şey kastettiğim yahut rüyalara aşırı anlam yüklemek gibi. son birkaç ayda bu minvalde çok şey oldu ama sonucunda da hiçbir şey olmadı. yer yer bilinçaltım benimle öyle alay etti ki, gerçeklik algım bile yer yer kırıldı. ben de zaman içinde böyle şeylere çok anlam yüklememeyi öğrendim. zaten önceleri hiç anlam yüklemezdim de, işte insan çaresiz kalınca mecburen gerçekliğin üstünde ya da dışında bir çare arıyor.

    veda etmeden hemen önce parlak cilalı ahşap sıranın tam önüme denk gelen kısmına kapandım, kollarımı sıraya, başımı da kollarıma koydum. "bana" dedim "bir işaret gerekiyor, ne olursa."

    kalktım, kapıdan çıktım. merdivende bir genç kadın ve genç erkek fotoğraf çekilmeye çalışıyordu. kadrajda beni görünce arkalarını dönüp beklemeye başladılar. kenara çekildim, göğe baktım. bulutların arasında samimi bir mavilik görünüyordu. tekrar merdivenlerin hizasına geldim, istiklal'den bir yere yetişircesine akan insanlara baktım ta aşağıdan. ellerim ceplerimde, ağır ağır çıktım merdivenleri. sol kapıya yöneldim, beyaz mermer eşiğin üzerinde, boş gözlerle etrafı izlerken ve nereye gideceğimi düşünürken telefonum kısacık titredi.

    hayatın, dahil olanların bile müdahil olamadığı bir hesabı var muhakkak.
hesabın var mı? giriş yap