• 1893'te strand magazine'de yayınlanmış yazarı sir arthur conan doyle olan bir sherlock holmes hikayesidir. (ingilizce adıyla 'the yellow face')

    sarı surat'ı kanondaki diğer sherlock holmes hikayelerinden ayıran şeylerden biri dr. watson'un söylediğine göre usta dedektifin başarılı olamadığı bir kaç davadan biri olmasıdır. bende çok önemli bir yer tutmasının sebebi ise hikayenin finalindeki vurucu sadelik, incelik ve beklenmedik bir duygusallık olmuştur.

    davanın yaşandığı yıl 1888 olarak tahmin edilmektedir. o yıllarda hertz radyo dalgasını yeni keşfedecek, dünya suç tarihinde ise unutulmayacak bir isim, karındeşen jack cinayetleri yaşanacaktır. ingilterede ırkçılık toplumda yaygın olarak görülmektedir. ikinci kahramanımız doktor watson ise paddington'da kendi muayenehanesini açacaktır. sherlock holmes'ün bir diğer önemli macerası dörtlerin imzası o yıl yaşanacak, watson da eşi mary morstan'la o yıl tanışacaktır.

    not: hikayeyi daha önce okumayanlar için önce okumalarını tavsiye ederim, okuyanlar için ise hatırlamak için uzunca bir özet aşağıda mevcuttur. özeti okumayacaklar spoilerdan sonraki incelemeye geçebilirler.

    ---spoiler---

    ---spoiler---

    ---spoiler---

    hikayenin özeti:
    dava; bahar yürüyüşüne çıkmış holmes ve watson'un eve döndüğünde uşağın bir adamın gelip dedektifi sorduğunu söylemesiyle başlar. holmes dava için biri geldiğinde evde olmamasına hayıflanırken uşağın bahsettiği müşteri tekrar holmes'ü sormak üzere evine gelmektedir.

    müşterimiz 30 yaşlarında, grant munro adında bir beyefendidir. ailevi sorunları hakkında danışmak için dedektifin yanındadır. problem çok sevdiği karısının tuhaf davranışlar sergilemesiyle başlamıştır. önce geçmişi anlatır grant 'jack' munro (holmes adama grant munro diye hitap ederken, adam karısının kendisine seslenmesinden bahsederken "...jack diye seslendi...." cümlesini kurar. araştırmacılar için kafa karışıklığı yaratan bir durumdur ancak hikayenin tamamında watson bu beyefendiden 'grant munro' olarak bahseder.) karısı amerikada çok sevdiği kocasını ve çocuğunu kaybedip yüklü bir mirasla ingiltereye gelmiştir. effie adındaki bu hanımefendiyle birbirlerini çok sevip kısa sürede evlenirler. effie munro bütün parasını kocası grant munro'nun üzerine yapmak ister ve kocasının istememesine rağmen ısrar ederek mirası kocasına devreder. grant munro istediği zaman bu parayı kendisine verebileceğini söylemiştir ancak bir anda effie munro kocasından 100 sterlin ister ve sebebini söylemez. bu yaşanacak problemlere dair duyulan ilk şüphedir ve müşterimiz holmes'e hikayesini anlatırken bu şüphesini vurgulayarak başlar.

    watson'un şahitlik ettiği bu munro-holmes diyaloğunun devamında bir diğer dikkat çeken detay ise bay munro'nun evinin yakınındaki kulübeye yeni komşularının taşındığını anlatmasıdır. munro kulübenin yanından geçerken kendine uzak sayılabilecek bir mesafedeki penceresinde bedenini ürpertecek cinsten sarı bir surat görür. bir müddet durumu tartıp kapılarını çalmaya karar verir. yeni komşularına merhaba demekle birlikte merakını gidermek niyetindedir. kapıyı açan kadın ise kaba bir şekilde savuşturur bay munro'yu. munro bu olaydan çok gerildiğini anlatır holmes'e ve hatta normalde çok ağır olan uykusunun o gece oldukça hafif geçtiğini söyler. eşi effie'ye gece yatmadan önce yeni komşuları olduğundan bahseder ancak cevapsız kalır. gecenin ilerleyen saatlerinde ise gerginlikten hafiflemiş uykusu effie'nin yanından sessizce kalkmaya çalışmasıyla bölünür. yarı açık gözleriyle effie'nin kocasını uyandırmamak için gösterdiği gayretini yüzünde görür ve bu bay munro'yu tedirginliğe sürükler. effie sessizce kocasını uyandırmadığını sanarak evden çıkar ve bay munro tedirgin bir biçimde karısının dönmesini bekler. neler olup bittiğini anlamayan bay munro'nun duyduğu kaygıyı, endişeyi hikayeden bir paragrafla, munro'nun ağzından okuyalım:

    "... (1)
    yaklaşık yirmi dakika boyunca oturup meseleyi kafamda tarttım; meseleyi aydınlatacak mantıklı bir açıklama arıyordum. ben kafa yordukça her şey daha inanılmaz ve anlaşılmaz görünüyordu. kapının yavaşça kapandığını ve merdivenlerden çıkan ayak seslerini duyduğumda hala bunları düşünüyordum.

    "tanrı aşkına, nerelerdeydin effie?" diye sordum karım içeri girerken.

    sesimi duyunca aniden irkildi, nefesi kesiliyormuşçasına bir ses çıkardı; nitekim beni her şeyden çok korkutan da bu irkilmeyle ses oldu çünkü tarifsiz bir suçluluk duygusu içeriyordu. karım her zaman dürüst, samimi bir kadın olmuştur; kendi odasına gizlice girdiğini, kocası onunla konuştuğunda korkudan haykırıp ürktüğünü görünce tüylerim ürperdi.
    ..."

    munro karısının kendisi karşısındaki suçluluk duygusunu, korkusunu hissedip dehşete düşmüştü. karısı ise hava almaya çıkmak gibi basit bir bahaneyle durumu geçiştirmeye çalışıyordu.

    ertesi gün grant munro kulübenin yakınından geçerken yine gözü takıldı ve o ürpertici suratı görebilme ihtimaliyle gözlerini kulübenin etrafında gezdirmeye başladı. hiç beklenmeyen bir şey oldu o sırada, o kulübenin kapısından çıkan karısıyla göz göze geldi. bay munro holmes'e o sırada nasıl büyük bir şok yaşadığını ancak eşinin suratında kendinden iki kat fazla dehşet ve korku olduğunu hissettiğini anlatıyordu. kulübenin önünde karı koca tartışmaya başladı. grant munro gece de effie'nin bu eve gelmek için sessizce yatağından ayrıldığını iddia etti. kendinden sakladığı gerçeklerin bu evde çözüleceğini umut ederek eve girmek üzere hamle yaptı ancak effie munro onun kolundan tutarak yalvarmaya başladı.

    başta yeni komşuların halini hatrını sormak için oraya gittiği bahanesini telaşla uyduran effie munro şimdi kocasına yalvarıyordu eve girmemesi için. bir gün her şeyi anlatacağını söylüyordu güvenmesini istiyordu. ama şimdi o kulübeye girmen ıstıraptan başka bir şey getirmeyecektir diyordu kocasına. grant munro bütün detaylarıyla birlikte bunları anlattı ve devam etti. karısının bir daha kendisinden gizli hiçbir şey yapmayacağı, geceleri gizli gizli evden kaçmayacağı sözünü almak şartıyla bu yaşananlara bir sünger çekeceğini söylediğini anlattı. doğrusu böyle büyük bir güven hem büyük sabır hem de büyük bir güven istiyordu. bir gün önce gördüğü yeni kaba komşusunu, gece yaşananları ve karısının davranışlarını bir türlü çözememişti ve bu bilmeceyi çözmeden rahata ermeyeceğinin farkındaydı. ancak karısının yalvarmalarıyla ve ona olan inancıyla evin yolunu tuttuklarını anlattı.

    bir kaç gün evde hiçbir gelişme yaşanmamıştı. effie sözünü tutuyor gibiydi grant munro ise evden çıkmıyordu. bir gün evden işlerini halletmek üzere merkeze gidip dönen grant munro eve geldiğinde hizmetçisiyle karşılaştı. karısını sordu, yürüyüşe çıkmıştır cevabını aldı. üst katta kendi odalarını kontrol ederken pencereden hizmetçinin evden çıkıp kulübe istikametinde koştuğunu gördü. anladı ki bu oyunda hizmetçisi de karşısındaydı. bütün gizemi ve problemi çözmek üzere tüm hışmıyla kulübeye yöneldiğini anlattı. karısı ve hizmetçisi kulübeden dönmekteydi ancak bu kez grant munroyu kimse durduramadı. kulübeye girdi, tüm odaları inceledi. evde gördüğü tek canlı irice, siyah bir kediydi. daha önce gördüğü kaba ev sahibi yoktu. üst kata çıktı, üst kattaki oda görece daha konforlu ve şıktı. üstelik odada karısının tam boy bir fotoğrafını görünce grant munro hissettiklerini şöyle ifade ediyordu; "tüm şüphelerim güçlü, acı bir aleve dönüştü."(2)

    kulübenin boş olduğuna inandıktan sonra kalbindeki büyük ağırlıkla kendi evine döndü. karısına olan öfkesi yüzünden ona cevap vermekte bile zorlanıyordu. effie munro sözünü tutamadığı için özür dilerken, olayı hala açıklamamakta ısrar ediyordu. yalnızca sebebini bilse kocasının o kadar kızmayacağını söyleyebiliyordu. grant munro o evde kimin yaşadığını ve o fotoğrafının neden o evde olduğunu söylemeden sana itimat edemem diyerek evden son kez ayrıldı ve tüm bu yaşananları anlatmak üzere sherlock holmes'ün evinin yolunu tuttu.

    sherlock holmes bu anlatılanlar üstüne kendi sorularını yönelterek vakayı incelemeye başladı ve olayı aydınlatmak için kolları sıvamıştı. oldukça ilgiliydi. geçmişe ve karısına dair soru yağmuruna tuttu bay munroyu. bu vaka üzerine düşünmek üzere munro'dan müsaade istedi ve onu geldiği yere, norbury'ye yolladı. eğer kulübede yine birilerini görürseniz bize telgraf çekin, görmezseniz de yarın biz geleceğiz zaten diyerek müşterisi grant munro'yu uğurladı.

    kahramanlarımız grant munro'nun gidişiyle kendi aralarında durumu tartmaya başlıyorlar. ikisi de çok kötü sonuçlanabilecek bir vaka olduğu konusunda hemfikir, mesela bir şantaj. trajedinin yaklaştığını hissediyorlar. sherlock holmes kendi fikir yürütmesini anlatmaya başlıyor. effie munro'nun amerikada kocasının utandırıcı bir hastalığa ya da ona benzer bir duruma düşmesinden dolayı ondan kurtulmaya çalıştığını, başka bir adamın üzerinden eski kocasına dair öldü belgesi aldığını iddia ediyor. eski kocanın ise norbury'de effie'yi bulduğunu söylüyor. effie munro önce kocasından para isteyerek eski kocasını parayla savuşturuabileceğini düşünüyor ancak başarılı olamıyor. eski koca yakındaki kulübeye taşınarak effie için büyük bir tehdit haline gelince effie o gece anlaşmaya varmak üzere gizlice evden çıkıp kulübeye gidiyor. eski kocasıyla karşılaşmasından korktuğundan dolayı şimdiki kocası grant munro'ya yalvararak kulübeye girmemesini istiyor. çünkü gerçekten artık grant munro'yu seviyor ve düzeninin bozulmasını istemiyor, samimi bir şekilde eski kocasından kurtulmayı düşündüğünü iddia ediyor. bir kaç gün sonra ise hizmetçinin yardımıyla grant munro'nun kulübeyi basmaya geldiğini öğrenince kulübenin arka kapısından eski kocasını kaçırdığını söylüyor. bu fikir yürütmeleri konusundan doktor watson'a ne düşündüğünü sorunca watson "sadece tahminlerden ibaret" diyor. holmes ise "ama en azından tüm olguları kapsıyor" diyerek cevap veriyor. onlar bu mesele üzerinde kafa yorarken grant munro'dan telgraf geliyor. "kulübede hala oturanlar var, o yüzü tekrar gördüm. sizi bekliyorum". bu telgraftan sonra bay holmes bu tahminlerinde haklı mı yoksa bu kez yanıldı mı bunu görmek üzere norbury'e bir yolculuk başlıyor.

    norbury'e vardıklarında doktor watson ve holmes'ü grant munro karşılıyor ve kulübeye koyuluyorlar. kulübeye girip bütün olanları öğrendiğinde kahramanlarımızın buna şahit olmasını istiyor. holmes bay munro'yu karısının istemediği bir şeyi zorla öğrenmek konusunda emin olup olmadığı hakkında uyarıyor. bay munro ise kendinden emin ve ne pahasına olursa olsun o eve gireceğini söylüyor.

    kulübeye yaklaştıklarında ışıkların hala açık olduğu görülüyor. karanlıkta bir kadın görünüyor ve o grant munro'nun karısı effie munro. kocasına yalvarıyor yeniden kulübeye girmemesi için, kendisini dinlerse pişman olmayacağına yemin ediyor. grant munro ise artık onu dinlemeyeceğini ve yanındaki arkadaşları holmes ve watson ile birlikte bu gizeme bir son vereceğini söylüyor. bir dakika sonra kendilerini kulübenin üst katına çıkan merdivenlerde buluyorlar. daha önce içerde kimse olmayan konforlu ve şık odaya bir hışımla dalıyorlar. (3)

    köşede masanın üzerine eğilmiş bir kız çocuğu oturuyor, sırtı kapıya dönük. üzerinde kırmızı bir elbise var ve uzun beyaz eldivenler. kız çocuğu yüzünü döndüğünde ise dehşete kapılıyorlar, suratında kurşuni bir renk ve tamamen ifadesiz hatlar. holmes gülerek elini kız çocuğunun kafasının arkasına götürüyor ve yüzündeki maskeyi çıkarıyor. maskenin altından inci dişlerini göstererek gülen, kömür siyahı, küçük bir zenci kız çıkıyor. grant munro başı ellerinin arasında olduğu yerde donakalıyor, yaşananların neler olduğunu sorarak bağırıyor.

    effie daha önce kötü fikir olduğunu düşündüğü için sakladığı gerçeği anlatmaya başlıyor. amerikadan dönerken kocasının öldüğünü ancak çocuğunun kurtulduğunu söylüyor. grant munro "çocuğun mu?" diyerek hayretler içerisinde bakıyor zenci kıza. effie munro ise boynunda taşıdığı madalyonu bir tuşuna basarak açıyor ve içinden yakışıklı bir afrikalı adamın fotoğrafı çıkıyor. devamını watson'un anılarından aktarıyorum:

    "...
    "bu atlantalı john hebron" dedi hanımefendi, "gelmiş geçmiş en soylu adam. onunla evlenebilmek için kendi ırkımla bağlarımı kestim; ama yaşadığı süre boyunca bu kararımdan bir kez olsun pişman olmadım. talihsizliğimizden, tek çocuğumuz benim değil de onun atalarına benzedi. bu tür eşleşmelerde genelde böyle oluyor ve lucy'ciğim babasından bile daha kara. ama kara ya da açık tenli olsun, o benim bir tanecik kızım, annesinin kuzusu". küçük yaratık bu sözleri duyunca koşup hanımefendinin eteğine gömdü kafasını. "onu amerika'da bırakmamın tek nedeni," diye devam etti kadın, "o zaman sağlık durumunun iyi olmaması ve hava değişikliğinden zarar görebilme ihtimaliydi. bir zamanlar hizmetçimiz olan sadık bir iskoç kadının himayesinde bırakılmıştı. onu evlatlıktan men etmek aklımın ucundan bile geçmemişti. ama kader karşıma seni çıkardı jack (grant 'jack' munro), ben de sana aşık oldum ve çocuğumdan bahsetmeye korktum. tanrı beni affetsin, seni kaybetmekten korktum, sana gerçekleri açıklayacak cesaretim yoktu. ikiniz arasında bir tercih yapmam gerekiyordu ve zayıf bir anımda kendi kızımdan uzaklaştım."
    ..."

    watson'ın anısına göre daha sonra effie munro hizmetçiye para verip yanındaki kulübeye kızını getirttiğinden, zenci olduğunu saklamak için eldiven ve maske taktırdığından bahsediyor. şehre zenci bir kız gelmesi dedikodusundan korkuyor. yaptığı şeylerin yanlışlığından dem vuruyor ve kocasının her şeyi öğrendikten sonra artık ne yapacağını soruyor. grant munro'nun tepkilerini yine watson'un kaleminden okuyalım:

    "... (4)
    grant munro sessizliği böldüğünde uzun mu uzun iki dakika geçmişti; verdiği yanıt, her zaman sevgiyle andığım bir hatıra oldu. ufaklığı kucaklayıp öptü, sonra çocuğu indirmeden diğer elini eşine uzattı ve kapıya döndü.
    "bu konuyu evde daha rahat konuşabiliriz" dedi. "ben çok iyi bir adam değilim effie, ama sanırım senin tahmin etmiş olduğundan daha iyiyim".

    holmes'la onları patikaya kadar izledik; evden çıkarken dostum kolumdan çekiştirdi.
    "sanırım," dedi, "londra'da norbury'de olduğumuzdan daha yararlı oluruz."
    ancak gece elinde mumuyla yatak odasına çekilmek üzereyken vakadan tekrar söz açtı,
    "watson," dedi, "eğer yeteneklerime biraz fazla güvendiğimi ya da bir vakayla hak ettiğinden daha az ilgilendiğimi düşündüğünüz bir an olursa, kulağıma 'norbury!' diye fısıldarsanız size sonsuza dek minnettar kalırım."
    """
    ---spoiler---

    ---spoiler---

    ---spoiler---

    not (1): karısını çok seven ve ona çok güvenen bu adamın yaşadığı psikolojik baskı, munro gibi zeki ve anlayışlı bir adamın ağzından çok güçlü bir şekilde aktarılmış. bay munro kendi korkusunun sebebini karısının suratında gördüğü korkuyla açıklayarak korku hissinin bile güçlü bir tarifini yapıyor.

    not (2): olaylar oldukça yüksek duygularda düğümleniyor ve grant munro kendini inanılmaz bir açmazın içinde buluyor. trajedinin nasıl hissettirdiğinden kısaca bahsetmesi bile grant munro ile çok başarılı bir empati yapmama sebep oldu. hikayenin bu aşamasından sonra artık okuyucu olarak grant munro'nun duacısı oluyoruz.

    not (3): sorunun çözülmesinden önceki son anlar.. okuyucu belli bir aksiyon, ihanet, gözyaşı ve acı bekliyor bu kısımdan sonra. ne olursa olsun birilerinin canının acıyacağını düşünüyoruz, klasik başarılı dedektifimiz holmes birazdan tüm çıkarımlarını nasıl yaptığını açıklayabilir ve bizi yine şaşırtabilir.

    not (4): grant munro'nun bunca yaşadığı şeyden sonra o çocuğu kucaklayıp öpmesi ve karısına "hadi eve gidelim artık" demesi, kesinlikle beklemediğim bir şekilde boğazımı düğümlemişti. artık hikayenin asıl kahramanı oydu, sherlock holmes değil.

    çok sevdiğim sherlock holmes bu hikayede başarılı olamıyor ancak önemli değil. kendi farkında olduğu yanlışlarını muhteşem bir hatıraya dönüştürerek "norbury" diye kodluyor. holmes'ün hikayelerinin çoğunda gördüğümüz akıl şovları ve mantık övücülüğü burada tamamen ikinci planda. grant munro ise insanoğlu insan olmanın tüm gerekliliklerini yerine getirircesine başından sonuna kadar karısına duyduğu azami güvenle, ona toz konduramamasıyla gönüllere taht kurdu. üstelik yoğun bir şekilde gösterilen ırkçı tepkiler yüzünden derdest olmuş effie munro ve kızı lucy'yi, hiç bir "ama" kullanmadan, tüm yaşananları muhteşem bir durulukla anlayarak kucaklayışı..

    1900lerde yayınlanan bu hikayede, zamanında sevdiği erkek zenci diye kabullenemeyen ailesini reddeden bir kadının toplum baskısı korkusuna yenik düşerek en sevdiği insanlara istemeyerek zulmettiğini görüyoruz. asıl zulmedenler ise o ırkçılığı besleyenler. insanlık ise, sevgi ise, grant munro'nun karısını ve "annesinin kuzusu" küçük tatlı lucy'yi sorgusuz sualsiz kucaklamasıyla kazanıyor.

    umarız huzur dolu bir hayat sürmüşsünüzdür munro ailesi, umarım huzur dolu nice anlara daha vesile olursunuz.

    dipnot: leslie s. klinger'in editörü olduğu, "sherlock holmes'ün maceraları, sherlock holmes'ün anıları cilt 1" (kitabı çevirenler: kaya genç - berrak göçer) adlı kitabındaki bilgilerden faydalandım.
  • uzun yüzyıllar boyu, gollum "değerli"si - tek yüzük- ile karanlıklar ardında, sisli dağlar'ın derinliklerinde yaşadı. yüzüğü bilbo'ya kaptırınca, onu bulmaya çıktı ve onca ışıksız yıldan sonra, yeryüzünde ışıkta güçlükle durdu. ay'dan nefret etti. ama özellikle, sarı surat dediği güneşten uzak durmaya çalıştı.
hesabın var mı? giriş yap