• tam adı şarkı söyleyen kadınlar ya da adem'in yakarışı olan film. kosmos'la birlikte direksiyonu kırdığı istikamette devam ediyor reha erdem. kosmos'a ve jin'e göre izleyiciyi daha çok zorlayan, izleyiciyle arasına daha çok mesafe koyan bir film olmuş bu. filmi izleyenler için bir iki not.

    --- spoiler ---

    bir önceki filmin ormanda gezen kırmızı başlıklı kızı jin, bu filmde kırmızı peleriniyle ormanda gezen esma (binnur kaya) olmuş. çok sevdim ben kırmızı başlıklı kızı. metafor jin'de de, bu filmde de reha erdem'in yarattığı karakterle çok örtüşen bir figür. tüm iyi niyetiyle yola düşen, ormanda(dünyada) hiç kötülük olmadığına inanan ve ormanda karşısına çıkan kurtla sohbet eden (hayvanlarla konuşabilen), kötü kalpli kurt'u bile babaanne'si sanacak kadar naif ve saf. neyse işte burada bu rol binnur kaya'ya düşmüş.

    öbür taraftan filmi jin'den ziyade, kosmos'la birlikte değerlendirmek lazım. kosmos, bu sefer bir kadın karakter olarak çıkıyor karşımıza. zamandan ve mekandan kopuk, meczup bir derviş. dış ses, aforizmalar savurmasa da karakterin zamanla-mekanla-metafizikle-dinle-tasavvufla ilişkisi yeterince ortada zaten, sultan süleymanın sesinden aforizma dinlemek seyirci olarak yeterince uzağına düştüğüm filme hepten yabancılaştırdı beni.

    bak yabancılaştırma dedim, çok afilli durdu şurdan yardırayım. sanki film izlemedik de, brechtyen bir tiyatro izledik. ana karakter zaten kopuk, ona eyvallah da, reha erdem'in bilinçli olarak yönettiği bir "oynayamama" hali var bütün oyuncularda. "gerçek değilim ben, surete değil manaya bak" diye bağırıyor film. dışarıda tutuyor seni, böyle bir plastiklik hali. saçma durumlara düşen karakterler ve verdikleri absürd tepkiler, anlamsız diyaloglar ve abartılı oyunculuk. (ne diyorduk buna, grotesk oyunculuk mu?)

    bir de tasavvufta don değiştirme* muhabbeti vardır, suret değiştirme. erenler, don değiştirir ,geyik olur dağlarda gezer, kuş olur göklerde uçarmış. işte filmin bir hikmeti de budur zannımca.

    ademlere ise sözümüz net, "ey ademler çok zavallısınız ve yalnızlaştıkça sefilleşiyorsunuz."

    filmde kayıp oğlunun fotoğrafıyla bir köşede oturan bir de anne var ki, izleyeni varlığıyla rahatsız ediyor. neyse ki türk polisi filmin sonuna doğru kadını yakapaça götürüyor da, izleyici bu rahatsız edici karakterin durup durup kadraja girmesinden kurtuluyor. rivayet o ki kadın, cumartesi günleri galatasaray lisesi önünde oturuyormuş, yolu düşen olursa haftasonu bir baksın da orada mı değil mi bir haber etsin sevabına.

    bir de yaklaşan felaketin habercisi olan hastalıklı atlar görüyoruz bolcana, çok alakası yok ama kimbilir belki de vardır, bir bakın derim şu başlığa:

    (bkz: büyükada'daki fayton atları)

    lafı sözü çok bu filmin, bitmez burada. dizimde yok dermanım, söyletmen beni, şuradan entarinin sonunu bağlayalım;

    reha erdem için konuşursak, (a ay'ı dışarıda tutarak) ilk filmleri masumdu ama dördüncü filminden sonra işin rengi değişti. marjinal detaylar filmlerini provoke etmeye başladı ve bugün gelinen noktada epey marjinal bir film var ortada. bağımsızları severiz elbet, özgür olsun bütün filmler ama aklım yetmiyor her vakit anlamaya. benim gibi fakirler için bir iki açık kapı bıraksaymış sevinirdik halimizce.

    --- spoiler ---
  • reha erdem'den kendi filmlerine dair bir fusion gösterisi denebilir. izlerken ilk defa bir reha erdem filmi bitsin istedim. nedeni belki tıkanık burnum, belki yorgun zihnim ve bedenim olabilir. bahaneler bahaneler.

    bir filmin üzerine anormal biçimde düşünüp alegori peşinde koşacak çağlar geçmiş olabilir kendi adıma. kişisel hallerim ile filmin kalibresi arasında herhangi bir bağ yok. filmin yoğunluğu ve derdi var. değerli fikirler var derinlerde; eğer kazmaya gücün yeterse.

    yüzeysel notlarım:
    aylin aslım wtf?
    binnur kaya oyunculuğu belli bir prototipe yakınsamaya mı başladı?
    deniz hasgüler'in oyuncu olarak geleceğinden kuşkuluyum?
    philip arditti'ye kimse bir tiyatro oyunu olmadığını söylememiş olabilir mi?
    görüntü yönetimi ve ses kullanımı reha erdem standartlarının altında gibi geldi?

    düzeysel notlarım:
    film sonrası sosyal medyada gördüğüm; din ile kurulan abuk korelasyonlar ve filmin kalitesizliğine dair uzman entellektüel yorumları çok i*****i buldum.
  • az önce izlediğim film. üst üste oturtulmuş pek çok anlamsal desen var filmde; ve desenler, aynı motiflerin farklı şekilde bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş. anlamaya çalışırken, kafanız karışabiliyor. şimdi, bu kafa karışıklığı ile filme ilişkin görüşlerimi yazmam gerekirse (ki karışık olacak haliyle):

    1. erdem'in enn "metaforiğim ben!" diyen filmi. diğer filmlerindeki metaforik anlatım, masalsılık içerisinde gömülü idi (görece). burada, "şey"ler, bağımsız metaforlar olarak yer buluyor (sanki).

    2. a ay, beş vakit, kosmos ve jîn'i izlemek gerekir, bu filme gitmeden önce. a ay'daki babanın; beş vakit'teki, çocukların doğaya sığınışının; kosmos'un yersiz-zamansızlığının, insan ile doğanın (ses ve hareket üzerinden biçimlenen) sezgisel uyumunun, doğa'nın kadimliğinin ve meczupların dilinden dökülen aydınlık kelimelerin; ve yine, jîn'de de olduğu gibi, doğa'nın kapsayıcılığının, bir umut olarak kadın'ın izlerini bu filmde de bulacaksınız.

    3. erdem, bu filmde, (görece) daha açık bir şekilde, erkek ile, erkek egemenliğinin temsili baba ile (ve baba üzerinden devlet ile) hesaplaşıyor. bu hesaplaşmanın okunmasında "gerçek siyasi film, zihinleri allak bullak eder" başlıklı röportajı yön gösterecektir. örneğin, bu röportajda şöyle der:

    "ben de filmlerimin çok politik olduğunu düşünüyorum. çünkü kendim gündelik politikayla değil ama politik düşünüyorum. bir insanın babasına isyanı kadar politik bir şey var mı? babasına isyan edemeyen adamların yüzünden buralara geldik."

    (filmdeki --birini hariç tutmak gerekir, belki-- bütün erkeklerin silahının olmasını da gözden kaçırmamak gerekir --hariç tutulanın da silahının olmadığını söylemek doğru olmayacaktır, ama. belki biz göremiyoruz--.)

    4. insanı, kosmos'ta olduğu gibi idealize ediyor. erdem'e göre, ideal insan, "başkalarına eğilebilen"dir. ideale erişmeye çalışan da, tabii ki, erkek figürüdür. çünkü, kadın, zaten doğa'ya dokunabilme yeteneğine sahiptir. üretkenliği bu yeteneğin işaretedir, erdem'e göre (bana göre de öyle).

    5. dinsel tema, diğer filmlerine ile kıyasla, daha belirgin. bu temanın bir erkek üzerinden yürütülmesinin, dış sesin de, bir erkeğe ait olmasının üzerinde düşünmek gerekir.

    ve

    6. reha erdem'e bu filmde de bayılmamak elde değil.

    edit: aylin aslım'ın resimdeki yerine ilişkin küçük bir ekleme (bkz: #41002310).
  • dün ön gösteriminden döndüğüm film. elbette "ruh var" falan demek isterdim ama entelektüel yanım zayıf olduğundan diyemiyorum. neticede reha erdem jin ile kosmos'u alıp a ay'ın setine taşımış. ortalığa da karman çorman bir film çıkmış. sevdiğim bir yönetmenin yeni filmini izlerken acı duymak istemezdim ama maalesef oldu. reha erdem'den beklemediğim kadar "olmamış" bir film bu. "aynı anda iki film çekiyorum" dediğinde saygı duymuştum ama demek ki çekmemek lazım. her şey birbirine giriyor.

    bir de yönetmenlerin imkan buldukları anda akıllarında bulunanı perdeye dökmesi benim açımdan kabul edilebilir değil. olgunlaşmamış fikirler fırsat yaratıldığında o halleri ile ortaya dökülüyorsa sıkıntı var. herkes yılda bir film ya da iki film yapamaz. bunu başarıyla yapan yaratıcılara saygım büyük ama bazı yönetmenler daha uzun süre kendi kafalarında film çekip, sonra perdeye gitse ortaya çok daha iyi işler çıkarabilirler.

    neticede sanatsal acımı çektim, sıkıntıdan fularımı yedim ve filmi bitirdim. eminim reha erdem çok şey anlattı bu filmde ama son zamanlarda sadece bunları anlatmadı mı zaten?
  • bugün başka sinema kapsamında izledim. bir reha erdem sineması tutkunu olarak, bayağı beğendim bu distopya'yı.

    - ışıkları, renkleri, ses tasarımı ve gerçek dahi arvo part'ın minimalist klasik müziğiyle sinematografik açıdan çok doyurucu,
    - varlık, yokluk, inanç gibi idealist konulara kafa yoran ve oyuncularını doğaçlamada özgür kılan kompakt senaryosuyla ilgi çekici,
    - memleketin en iyi kadın oyuncusu binnur kaya'nın, elli yıl sonra yurda dönen veteran aktör kevork malikyan'ın, genç yetenek philip arditti'nin akılda kalıcı oyunculuklarıyla ve rock şarkıcısı aylin aslım ve jin'in başrol oyuncusu deniz hasgüler'le lezzetli,
    - katledilen doğaya, kayıp insanlara ve ölen-öldürülen hayvanlara şevkatli bakışıyla övgüyü hakkeden,
    - erkeklerin hastalıklı, kadınların iyileştirici özelliklerini yansıtan anlatımıyla gayet feminist,

    sinemamızın belki de tek gerçek auteur yönetmeninden, eli yüzü düzgün bir gerilim filmi..
  • binnur kaya'nin vavien'in tokat'indan cikip ormanda tekerleme soylemeye buyukada'ya geldigi; kiyamet kopmazdan evvel jiiziskraystliga soyunup reha erdem kulliyatinda zaten her dem cibilliyetsizlikle ozdeslestirilmis erkek karakterlerden bu sefer adem olanina bir nebze de olsa cibilliyet kazandirip gorevini layigiyla yerine getirdigi; reha erdem'in kozmos ve jin'le girdigi "ademogullari ve kizlarinin alemin ve doganin akisi ve tahribindeki yeri ve onemi" konulu kompozisyona devam ettigi; lakin buncileyin uhrevi dertlerden cok hayatin daha onemsiz gibi gorunen ama kesinlikle daha insani olan dertleri ve hengamesine hasrettigi o eski islerini iyiden iyiye ozleten muamma.
  • şarkı söyleyen kadınlar ya da adem’in yakarışı...

    bilinmeyen bir dünyada, hiç ayak basılmamış bir coğrafyada, toplumdan tecrit edilmiş, kıyamet paranoyasıyla adeta yeniden inşa edilmiş bir distopya'da; bir avuç adem’oğlu ve şarkı söyleyen kadınlar... her şey hiç alışık olmadığımız bir dilde, ve doğada olup biterken; masallardaki gibi gerçeküstü bir hikaye örülüyor. bizim "insan" olarak; ancak bildiğimiz dilde, ve ancak bildiğimiz şekilde, yarattığımız masallar, yeniden ve hiç alışık olmadığımız biçimde yazılıyor.

    insanın kendine, çevresine, diğer insanlara, doğaya yaptıkları; tüm hayatı boyunca kırıp döktükleri, görmezden geldikleri, üretmeden tükettikleri, kayıtsızlıkları, can yakmaları… kat ve kat üzerine giydiği bu hastalıklı ruh halini; gören, dokunan, anlayan, ve iyileştiren kadınlar var çünkü bu masalda. kendi masallarında birer anti kahraman’a dönüşen bu adem’oğullarına, hiç bilmedikleri bir dilde şarkılar söyleyen, üstelik söyledikleri şarkıları duymalarını sağlayan kadınlar; bu yaralı, bu hasta kahramanları iyileştirmeye başlıyor, yavaş yavaş. her şey bizim dünyamızda olmayacak bir şekilde başlayıp, olmadık bir sonla bitiveriyor (buna “son” denebilirse, elbette);

    çünkü sonunda; kırmızı başlıklı kız, hem kurda hem avcıya hem de büyükannesine şifa veriyor...
  • beni allah yarattı,
    beni de allah yarattı...
    diyerek, adem'in, (philip arditti) erkekler günahlarını çıkarmak istiyordu ama kadınlar da kendilerini masum sayıp tekerlemelerden oluşan şarkılar eşliğinde adem'e çanak tutuyordu desek yeridir.
    reha erdem'in sistematik biçimde alter egoları alt edişini izlemek 'onu' bilenler hakkında metaforları da anlamasını sağlar.
    -perde-
  • türk sinemasında son iki yıl içerisinde ortaya konan en güzel filmlerden. ülkece neyimiz düzgün gidiyor ki zaten? iç ve dış politikada durum ortada, ekonomi sürüncemeden hallice, futbol desen o hepsinden beter. sinemamızın da aşağı kalır yanı yok, her geçen sene daha da kötü film benzeri şeyler vizyona giriyor ve tek tük elle tutulur şeyler kalıyor ortada. bu düzeysizlikte özgün eserlere dört kolla sarılası geliyor insanın.

    reha erdem'in daha önce insan nedir ki * ve jin filmlerini izlemiş biri olarak şarkı söyleyen kadınlar'ı da vasatın üstü, güzel ama sadece güzel, etkileyici olmayan bir film olarak bekliyordum. bu düşünceme filmin bence başarısız afişinin de etkisi yok değil. bir de filmde narrator halit ergenç ilk cümleye allah diye başlayınca allah'tan sonrasını izlemedim diyesim geldi. ilk sahneler de kadraj ve sahne geçişlerini de oldukça yetersiz geldi bana. fakat sonradan fark ettim ki filmin kasti bir amatör havası var. bu amatör havanın filmin distopik yapısına uygun olması için özellikle verildiğini düşünüyorum. mesela tiyatrovari abartılı oyunculuklar, masalsı anlatımı, abzürt karakterler vs. film beni bir anda öyle bir sardı ki ara vermeden 1 saat 56 dakika izledim.

    din temalı filmlere, dinletilere ya da yazılı eserlere her zaman antipati ile yaklaşırım. yukarıda allah'tan sonrasını izlemedim cümlesini belirtmemin sebebi budur. fakat reha erdem - daha sonra kendisi de bir röportajında belirttiği üzere - din değil inanç temalı bir kurgu oluşturmuş. karakterlerin hiçbir zaman ibadet ettiğini ya da islam'a yönelik bir replik kullandığını görmüyoruz. varsa hatırladığınız yeşillendirebilirsiniz ve bu entry'yi editlerim ama ben şahsen hatırlamıyorum. sadece tanrı'nın adı allah, bu kadar.

    şarkı söyleyen kadınlar ya da adem'in yakarışı isminden ben adem'in yakarışını seçiyorum. benim için film kıyamet distopyasında kendi pisliği ile yüzleşen ademoğlu'nun yalnızlığını ölüme giderken daha da hissetmesi ve etrafında gelişen soyut/somut olaylardır.

    yalnız ademoğlunun tüm pisliği yüzümüze vurulurken, adem itin götüne sokulurken havvakızı melek gibi gösterilmiş. erkeğin dünyasını güzelleştiren, erkeğin hep ihtiyaç duyduğu varlık gibi göklere çıkarılıyor. katılmak bence imkansız.

    philip arditti'nin performansı çok başarılı. binnur kaya'yı da beğendim. deniz hasgüler bence iyi bir oyuncu. jin ve meryem gibi birbirinden çok farklı iki karakteri de başarıyla canlandırabilen bir oyuncu bence başarılıdır. kariyerinde reha erdem'in bu iki filmi dışında bir şey görmüyorum. bu açıdan ne kadar şanslı olduğunun bence kendisi de farkındadır. umarım kalitesiz piyasa filmlerinde sırf iş ya da tanınmışlık olsun diye rol alıp kariyerini harcamaz. öyle tanınmışlık olmaz olsun. ha bu arada kendisi yüzü çok güzel ama vücudu kötü tipik bir türk kızı. gülüşünü de çok sempatik buldum. jin'de güldüğünü görmemiştik. facebook'undaki ve google görsellerdeki fotoğraflarına baktım ve jin karakteri aslında kendi karakterinden ne kadar farklı diyerek jin'deki oyunculuğuna bir kez daha saygı duydum.

    son olarak filmin fazla sembolizm içermesi ve distopik metaforların anlaşılamaması konusuna gelince, ben bir filmi tamamen çözmeyi ya da anlamayı şart görmüyorum. benzetmek gerekirse david lynch'in bir filmini ilk izleyişte anlamam çok önemli değildir. ya da alejandro jodorowsky'nin. filmlerinde bana sundukları atmosferden etkilenmişsem ve filmin kendine has bir tarzı varsa bu benim için yeterlidir. filmi izledikten sonra detaylı incelemelerini okuyup anlamak da bana keyif veriyor.
  • tekrar tekrar söylendiğinde anlamını kaybeden sözleri kıskandırmış filmdir. anlamsız şeylerin sevinç, korku, umut gibi duygularla harmanlanıp çok şey ifade ettiğini göstermiş, birçok sahnesinde irkilerek izlememe neden olmuştur.

    ayrıca bu filmdeki sahnelerin rüyalarımda gördüğüm bazı görüntüler ve seslere benzerliğinden midir yoksa bazen benim de içimden uyduruk şarkılar mırıldandığımdan mıdır bilmem ama garip bir şekilde yalnız olmadığımı, iç dünyamda yaşadıklarımı başkalarının da paylaştığını hissettim.
    güzel filmdir, açık havada ayrı güzel.
hesabın var mı? giriş yap