• çok sevdiğim ve saydığım, duygusal bağımı ifade etmekte müşküliyet çektiğim bir nihavend bestedir huysuz ve tatlı kadın. zaten kısacık olan sözlerinde de çok özel bir yön yoktur doğrusu, hatta inceden saçma bile sayılabilir. bir "en güzel günlerini demek bensiz yaşadın?" kısmına bayılırım, eririm ben ama. bir de şarkının orasında, o sitemi ifade etmede besteyle güfte arasında şahane bir uyum olduğu fikrindeyim. emeğe saygı adına bestenin muzaffer ilkar'a, güftenin de fakih özlen'e ait olduğunu da ekleyeyim, her kimlerse, bilmem ki yaşıyorlar mıdır hala, burda onları andığımdan habersiz.

    şarkılar seni söyler, dillerde nâme adın
    aşk gibi, sevda gibi, huysuz ve tatlı kadın
    en güzel günlerini demek bensiz yaşadın?
    aşk gibi, sevda gibi, huysuz ve tatlı kadın

    bir de aynı adlı ve zannederim acıklı bir türk filmi varmış ki, ben seyretmedim, annemin arkadaşı söylemişti, seyretmek de istemem, hiç gerek yok.
  • müzeyyen senar öyle bi söyler ki bu eseri hayat durur, soluk biter. yanında rakı olacak ki rakı saygı duruşuna geçer.
  • milyon tane şarkı dinle, her bahardan kokla biraz, al hevesini, sonra geri dön şarkısıdır.
    nihayetidir yorgunlukların,
    yaz akşamlarında önü ıslatılmış, toprak kokulu esnaf lokantasıdır,
    siyah beyaz aile fotoğraflarıdır,
    gürültüsü kararan havaya yayılan takalar; kalabalık aile sofralarıdır,
    çakırkeyf anlarda umarsız söylenen "aç o teybin sesini biraz"ın can damarı, rakı-balığın yakışığıdır.
    babanın kızarmış gülen gözleri, erkek erkeğe kadeh tokuşturmanın şahidi,
    deniz tuzu karışmış çocukluk, ergenlik, ilk gençlik yıllarıdır,
    anıların sandığıdır bir nevi, aralanınca efkarlandırır.
  • istanbulda akşam vakti. sis çökmüş, beyhude karanlık yolcularını birer birer uğurlamış. caddenin köşesinde ince nağmeler yükseliyor. dudakları yanık çocuk ellerinde kutu kutu kibrit palazlanırken camın buğusuna, içeriye fötr şapkası yandan kayırma, pardesüsünde yılların eskitmişliğinde yorgunluk, dudak kenarına her daim mühürlü sarmalık cıgaralığıyla sadri alışık giriyor. tamburi ahmet faslını geçeli yıllar olmuş. sokakların terkisinde bu hüzzam yağmuru sessizliğin ardında dost, şairin gözlerinde viran olmuş. sadri baba oturuyor bir ayağı çatallanmış iskemleye. herkes susuyor, ağlayan keman susuyor, masalar susuyor, şarkılar susuyor....

    keman yayından iniltili sızılar dökülmeye başlıyor elli yıllık meyhane duvarlarına. sadri baba şapkasını masaya bırakıyor, sol yüzük parmağındaki baba yadigarı osmanlı hatıratı parıl parıl parlarken, o efkarlı sesten bütün istanbul'u diriltecek mısralar dökülmeye başlıyor...

    "şarkılar seni söyler
    dillerde nağme adın
    aşk gibi sevda gibi
    huysuz ve tatlı kadın"

    ürperiyorum. o soğuk rüzgar kırk yıl sonra beni de almış içine, yüreğimi ısıtacak soba arıyorum. kömür gözlü, kora kor yürekli, sımsıcak bir sevgili arıyorum. meyhane meydanlar türküsüne ev sahipliği yapıyor, rakı kadehi ellerde daha dokunaklı havaya kalkıyor. sadri baba cıgaralığından aldığı nefesi bırakırken mayhoş havanın boşluğuna, eşlik etmeye devam ediyor ömrümde duyduğum en melankolik ama en duyarlı şarkının sözlerine...

    "...en güzel günlerini demek bensiz yaşadın
    aşk gibi sevda gibi huysuz ve tatlı kadın"

    sadri baba yüreğimin ortasından vuruyor. şaka gibi geçiyor zaman. kulaklarımda uğultu, gözlerimde kanıksanmış damlalar...ihtirasın en vurucu anında reklamlar giriyor araya. menekşe gözler reklamlardan sonra devam edecek yazıyor ekranda. mutfağa doğru adımlarımı atarken peşin fiyatına on iki taksit haberleri geçiyor televizyonda...

    ben bu hayatta peşin fiyatına on iki aşkımı öldürdüm. taksit taksit verdim duygularımı. promosyon değeri olmayan anılarım kaldı geride. ne bir meyhanenin orta yerinde sevdamı haykırabildim ne de ağlayan bir kemana mahur edalarla eşlik edebildim.

    huysuz ve tatlı kadını öldürdüler...mezarını bile göremedim....
  • muzeyyen senardan dinlemeye doyamadigim mukemmel beste............
  • kimi içip içip eski sevgilisini özler; ben babaannemi özlüyorum: dillerde marmeladın.
  • 1996 yılında (hoşgörü yılı ilan edilmişti), ahmet özhan'ın kanal 7'de sunduğu haftalık bir program. klasik türk musıkisinden pek bilinmeyen güzel örnekler seslendiriyordu ahmet bey. şarkılar ve ağırlıklı olarak ilahiler söyleniyor, devamında da her programda yanında olan tuğrul inançer ile güfteler üzerine yorumlar yapıyorlardı. bütün program boyunca bir tek "şarkılar seni söyler" parçasını okumadı ahmet özhan, sadece girişte ilk mısrasını söylüyordu. sevgiliye (karşı cins olan, kadrolu çalışan) yazılmış diye bilinen veya ilk bakışta öyle zannedilen neredeyse her güftenin aslında allah'a (esas sevgili, müessese sahibi) yazıldığını dolaylı yollardan yorumlarla ispatlıyorlardı. "şarkılar seni söyler"deki "sen" kelimesi için de allah'a bir gönderme diyorlardı ve programın genel konusu, allah aşkı için yazılmış ve bestelenmiş hikmetli musiki eserleri idi. yalnız şöyle bir ayrıntı var ki, şarkılar seni söyler parçasında "huysuz ve tatlı kadın" diye mısra vardır ve bir kadına yazıldığı son derece açıktır. hani diyorum bari programın adı böyle bir parça olmasaydı, ne bileyim "yine zevrak-ı derunum kırılıp kenare düştü" olsaydı mesela. yok o da çok uzun olurdu. hay allah.
  • rakıyla bu şarkı arasında garip bir bağ var sanırım. ne zaman bu şarkıyı duysam aklıma rakı gelir, ne zaman rakı içsem kafamın içinde bu şarkı döner durur. yan yana o kadar güzel duruyorlar ki insan bu sahnenin bir parçası olunca mutlu oluyor. tabi bunda müzeyyen senar'ın katkısı çok büyük. hani rakının ilk yudumunda böyle boğazdan aşağıya ismini koyamadığımız bir şey süzülür ya, işte müzeyyen senar söylediğinde de bu şarkı iliklere işler. insan o şarkı hiç bitmesin, o rakı kadehinin dibi hiç gelmesin ister.
  • çok değer verdiğiniz birinin, en güzel günlerinizi onunla yşayacağınıza inandığınız birisinin, esasen size hiiiç mi hiç değer vermediğini farkettiğiniz an, "en güzel günlerini demek bensiz yaşadın, vay be" diye biraz hayret azcık da gayret bir anınızda akıllara geliveren şarkı, ezgi, melodi, diyagram.
hesabın var mı? giriş yap