• iptal davası devam eden saros fsru gemi iskelesi projesinde inşaat sessiz sedasız başlatılmıştır. dava henüz sonuçlanmamışken oldu bittiye getirilip, güzelim körfezi mahvetmeye başladılar..

    saros körfezi dünyada kendini temizleyebilen 3 körfezden biridir. bu konu ne yazık ki sadece yerel medyada yer buluyor.

    link
  • trakya'nın güneyini belirleyen, gelibolu yarımadası'nın uç noktasından enez'e (yunanistan sınırı) kadar uzanan körfez. temiz denizi, geniş ve ince kumlu sahili ve nispeten serin deniz suyu ile bilinir. kaptan kusto'nun bölgede yaptığı araştırmalar sonucu saroz körfezi'nin deniz dibi akıntıları ile kendi kendini temizleyebildiği ve her daim temiz kaldığı sonucuna varılmıştır. bu özellikte bir körfez daha sadece filipinler'de vardır. saroz körfezi özellikle trakya ahalisinin yaz aylarını geçirdiği bir bölge olmuştur. istanbul'a yakınlığından dolayı büyük şehirden insanlar da özellikle son yıllarda akın etmiştir saroz körfezine. yine de herşeye rağmen büyük bir turistik merkezden çok ailelerin konuşlandığı dağınık yerleşmiş siteler şeklinde gelişmiştir saroz bölgesi. kafa dinlemek, temiz ve güzel ir denize girmek ve gerçek güzel bir kumsalda zaman geçirmek için idealdir. bunun ötesinde özellikle dolunaylı gecelerde saroz'da inanılmaz güzel manzaralar oluşur. ay bir yay çizerek denizin üzerinden geçer ve sahilden seyredenlerin aklını başından alır. özellikle böyle gecelerde çok güzel şarap içilir saroz'da, çok güzel dostluklara yelken açılır, en güzel şarkılar söylenir, bir güzel aşık olunur ve hatta güzel güzel sevişilir bile. sonra yaz biter, karaya dönülür. ayakkabılardan çıkan kum taneleri bile saroz'u hatırlatır adama. saroz özlenmesiyle de ünlü bir yerdir.
  • halen daha çanakkale savaşlar'ndan kalma deniz mayınlarının sahillerine vurduğu körfez.
    fotoğrafta insanların yüzerken farkettikleri bir deniz mayınının, kontrollü olarak patlatıldığı bir an:

    http://www.flickr.com/…6965/sizes/l/in/photostream/

    mekan: enez yakınlarında, büyükevren köyü sahili, martıkent.
  • saros; haziran ayında yağmurlu ve rüzgarlıdır, temmuz parçalı bulutlu ve rüzgarlıdır, ağustos güneşli ve rüzgarlıdır. saros hep rüzgarlıdır.
    güzdüz deniz sütliman bile olsa akşama rüzgar çıkar. bunun için gündüze kanıp sadece tişörtle çıkma. üstüne mutlaka ince bir kazak, hırka vb. al. hatta çok üşüyorsan kaşe kaban bile olur, bilemem ki ben sen ne kadar üşüyorsun, üşüme eşiğin ne.
    senede aralıklı günler olarak bir hafta olsa da bazen yakamoz olur, hava çok sıcak olur, deniz dalgalanmaya bile üşenir. o günlerden birine denk gelirsen hiç düşünmeden hemen git yerli kavun al, gene yerli peynir al bide rakı. imkanın varsa deniz kenarına masa kur, ye-iç sabaha kadar. bu hava sabah saat 05.00 a kadar falan hüküm sürer. sonra yine rüzgar başlar.
    ama saros'a gönlünü kaptırdıysan, sevgilinin sırtında şalıyla, uçuşan saçları ellerinde, kısık sesli yunan müziğiyle rakı içmek başka sarhoş eder.
    saros'dan beklentin büyük olmasın. sen ona gönlünü ver o sana mutlaka karşılığını verir. bu karşılık rakı olur, kavun olur, peynir olur, mırmır balığı olur, bazen rüzgar olur orasını ben bilemem.
  • iki yıldır ramazan bayramlarında istanbul taşrası tarafından adeta yağmalanmaktadır.

    görgüsüz insanlar doğanın da amına koydular denizin de... insan çöpünü toplar bari ayı

    edit: gelip adam gibi tatilini yapana lafım yok bu arada.
  • su akp'lilerin en nefret ettikleri sey insanlarin deniz ile saglikli bir iliski kurmasi. oranin denzi temiz ya, dalgiclik merkezleri var ya, kendi secmeni spordan uzak denize girse de bogulan tipler ya, ha iste bula bula en temiz en bakir yere ozellikle yapiyorlar insaati. yapabilseler butun denizlere butun irmaklara gollere beton dokup millet bahcesi yaparlar. plastik + beton.

    burada ulkemizin en buyuk zaafinin ne kadar boktan kanunlarimiz ne kadar boktan anayasamiz oldugunu goruyoruz. bu kadar dogaya vahset uygulayamiyor olmasi gerekirdi.
  • ağzına yüzüne sıçıldıktan sonra özel çevre koruma bölgesi olarak ilan edilmiştir.

    rahmetli annanemin kıl payı köpekbalığı saldırısından kurtulduğu, annemin gençliğinde kılıç balığı gördüğü, ben çocukken (23 yıl önce falan) ailecek caretta caretta gördüğümüz, rahmetli dedemin gençliğinde tv'de görmeden önce akdeniz foku gördüğü ve korkudan 2 hafta denize bile giremediği, 3 kişinin birkaç saatte kovalarca balık tuttuğu bir yerdi burası. en son 5 yıl önce falan 3 saatlik balıktan 2 uskumruyla dönüyorduk. üreyebilecek bir canlı bırakıldıysa bu körfezde, bundan sonra üreyip çoğalabilmesi ve eski güzelliğine kavuşablmesi dileğiyle.
  • kirleniyor.

    civar bölgedeki fabrika atıkları arıtılmadan verildiği için.

    az önce o bölgeden iktisat hocası ve eşi ile konuştum.

    babaeski hariç, özellikle çorludaki fabrikaların kuruluşundan bahsettiler.köylülerin para karşılığı ve

    iş olanakları için nasıl arazilerini mafya kuruluşlarına sattıklarını anlattılar.

    fabrika atıklarının arıtılmadığını,hatta bunun üzerinde araştırma yapan bayan asistanın

    öldürüldüğünü anlattılar.katili hala bulunamamış.bergama köylülerini saygıyla andım .

    nasılda canlarını ortaya koymuşlardı.

    '
    'demokratik hareketler ancak tabandan gelmeli ' düşüncesini

    nasılda doğrulamışlardı.

    trakya halkı;

    toprağınıza denizinize sahip çıkın.
  • vatanseverliğin boş lakırtılarla ecdad vatan bilmemne laflarıyla değil ülkesinin her şeyini korumakla olacağını bilmeyen üçkağıtçılar tarafından katledilecek cennet köşesi.cahile köylüye ülke yönetimini emanet edersen bütün güzelliklere beton döker mahfeder.inşallah birgün tüm katlettiğiniz doğa torunlarınızdan intikam alır kanserden geberir giderler it sürüsü.
  • atilla birkiye'yi coşturan coğrafya... coğrafyadan fazlası... atilla abimiz demiş ki;

    benzersiz bir aşk öyküsü...
    dünyanın en güzel mehtabı saros’tan görünür. ay tam da dolunayken, tepelerin üzerinden kendine özgü kırmızılığıyla çıkar; güneş henüz karşıki tepeden yeni batmış, kızıllığı bulutları yıkıyordur.
    denizin suyu artık mordur; hiçbir yerde, hiçbir anda göremeyeceğiniz kadar mor... güneşin bıraktığı renkler ile ayın getirdiği renkler alacakaranlıktaki suyun içindeki bedeninizi sarıverir. deniz bir kadın sevecenliğiyle sizi kucaklar.
    tanımsız renk cümbüşü suyun üzerinde bir denizkızı gibi dans eder.
    yirmi beş yazdır, ay tam da dolunayken tepelerin ardından birden çıkıverir ve büyük bir yay çizerek körfezin üzerinde saatlerce ve saatlerce denizi aydınlattıktan sonra, bir yaz sonu sabaha karşı görebilirsiniz, kırmızı bir yürek gibi karanlık sulara gömülür.
    bu umudun ve sevincin sönmesidir: ayrılıktır, hüznün ve aşk acısının yürekte duyumsanışıdır. bir lorca şiiri okur gibi, içinizde soğuk bir hançerin ucunu duyumsarsınız. karanlık artık kendini günün aydınlanmasına bırakmıştır.
    geriye kalan birkaç saatte, ateşin başında belki yalnız ve yalnız düşler vardır.
    düşler ki hiçbir zaman gerçekleşmeyen düşler...
    kumsalın üzerinde denizkızı durup gülümser ve denize atlar: düş ile gerçek iç içe geçer, adam denizkızının gözlerinde gençliğini arar. tüm kumsal boyu tam yirmi beş yıl aranan bir mutluluktur bu bir bakıma.
    düşlerimiz gibi mutluluklarımız da gerçekleşemez olmuştur...
    kumsalda sekerek denize girer ve genç, diri bedenini, suyun içine bırakıverir. özgürdür; hiçbir zaman, ona ulaşılamayacak bir özgürlükte kulaçlarını suyun içinde korkusuzca sallar.
    beden suyun içinde bir düş gibi kayar. hala denizkızının gözlerindeki gençliğindedir. neden der, bir yirmi yıl, bir on yıl, hatta bir beş yıl önce, ben seni... ya da sen...
    gördüğü çok mu yakındır yoksa çok mu uzak... gördüğü gerçek midir yoksa düş... bu gördüğü belki saros’un serin sularındadır, belki de istanbul’un...
    kumsaldaki ateşin etrafında, ki bir çeşit hüzün tapınmasıdır, kalanlar azalmıştır ama artık ortak bir paydaları vardır: hüzün.
    her ne kadar ateşin onlara verdiği geçici mutluluğu, huzuru birlikte paylaşıyorlarsa da; hepsinin içinde kolay kolay itiraf edemedikleri başka ortak bir paylaşım vardır; hüzün.
    artık bundan sonra öykü kendini yazar ve ne kadar da bildik gelir. ama her öykünün, benzersiz bir yanı vardır. her şeyden önce başka bir öyküyü değil, o öyküyü, o anı yaşıyor olmak, tüm ötekilerden benzersiz kılar onu.
    acaba tüm bunlar başka bir zamanı mı düşlemektir? ya da başka bir zamanın önceden yaşanmış düşü müdür?
    belki de yine bir sahilde, bu kez güneşin batışı itiraf edilemeyen bir öykünün en son kırmızı noktası olarak karşı dağların ardından batarken: kızıllığı boğaz’ın sularının üzerinden kıyıdaki kayalıklara doğru uzanmaktadır.
    büyük aşkların, itiraf edilmezi zor olan aşklar olduğunu bilmez mi ki...
    belki de yüreğinde aylarca gizlediği bir aşkın itiraf edilmeme anıdır. çok kolaymış gibi görünürken. dedik ya, her öykü benzersizdir: bu kez ise bu öykünün benzersizliği, bu itirafta yatar. itiraf edememede.
    ketum... belki de ketum. hani kitaplardaki gibi, o dipsiz karanlığın içinde hiçbir şey söylememiştir. kahramanlığından değil, ketumluğundandır.
    oysa ki önceleri her şeyi, yüreğini kolayca açarken... saklanacak ne var ki? duygularımızdan mı korkuyoruz? utanıyor muyuz?
    asla. duygularımızı, onları yaşıyorsak, niye itiraf etmeyelim. niye utanalım. onları yüreğimizin deriliklerinde bizi heyecanlandıran bir aşk atışları olarak duyumsuyorsak...
    ama gel gör ki, bu kez yaşamında ilk belki de ikinci, hani o öğrencilik yıllarındaki yıllarca ve yıllarca önceki aşklarda olabilir, evet belki yaşamında ikinci kez itiraf edememenin acısını kayaların üzerine vuran güneşin kızıllığında ya da mehtabın dünyada en güzel görünen saros gecelerindeki ateşin karşısında ya da kumlarda seken denizkızının gözlerinde yiterken yaşamıştır.
    her öykü benzersizdir, her an bir öteki değildir. ama bazen yürek öyle bir çarpar ki, ona yazılmış şiirler bile yalnızca yazarın bildiği giz dizeleri olarak sayfaların arasında esin kaynağının bir gün, elbet bir gün okunmasını bekler...
    yine hüzün... evet yine hüzün ve aşk acısı...
    ve yine bir yaz sonu... ve yine benzersiz, tüm öyküler gibi benzersiz bir aşk öyküsü...
    yaşam ve istanbul ve saros, her şeye karşın, ne kadar da yaşanabilir...
    saklanmış bir şiirin son iki dizesi kadar gerçek:

    eyvah, bu kız beni
    umutsuz bir aşka sürüklüyordu.

    (bkz: atilla birkiye)
hesabın var mı? giriş yap