• flipper ın kabusu adlı son belgeselinde japonya'dan türkiye'ye gösteri amaçlı getirilen yunusların dramını konu almış, içim burkuldu.

    --- spoiler ---

    gülümsediklerine aldanmayın onlar ölürken de gülümsüyor

    savaş karakaş (41), 10 yıldır deniz belgeselleri çekiyor. “flipper’ın kâbusu” adlı son belgeselinde, türkiye’ye japonya’dan getirilen gösteri yunuslarının trajedisini filme aldı. türkiye’de şu an 12 yunus gösteri merkezinde, 50’yi aşkın yunus “görev yapıyor”.

    savaş karakaş bu yunusların balıkçılar tarafından avlanmalarından kamyonlara, koyteynırlara tıkılıp taşınmalarına kadar yaşadıklarını anlattı:

    türk karasularında deniz memelileri korunduğu için yunus avı yasak. bu nedenle yunuslar göç yolu olarak kullandıkları japonya açıklarındaki taiji adası’nda yakalanıp, türkiye’ye getiriliyor. japon balıkçılar, denize indirdikleri dev çubuklara vurararak ses duvarı oluşturup, yunusları karaya doğru sürüklüyor. üzerine ağ atıldığında 300’e yakın yunus bu ağa takılıyor. daha sonra yunus merkezlerinin sahipleri ya da eğitmenler suya girerek istedikleri boyuttaki özellikle dişi yunusları, köle pazarından seçer gibi seçiyor. dişi yunuslar daha uyumlu ve erkek yunuslara göre daha az saldırgan olduğundan tercih ediliyor. geri kalanlar da denize bırakılmak yerine, mezbahalara gönderilip, et olarak piyasaya sürülüyor.

    gösteri merkezlerine gittiğinizde kanadı çizik, yüzgeci yamuk yunuslar görürseniz, hangi şartlarda oraya geldiğini de anlarsınız. yunuslar bu av esnasında ağla mücadele ederken yaralanıyor, kiminin yüzgeci yamuluyor. çok zeki ve aynaya baktıklarında bile kendini tanıyan hayvanlar oldukları için, suyun içinde seçilme sürecinde yaşadıkları sıkıntılar büyük travmaya yol açıyor. çünkü eğitmenler o olmasın bu olsun diyerek sürekli karar değiştirdikleri için ağa takılan yunuslar arasında büyük mücadele oluyor. hayvanlar bu korkuları asla unutmuyor.

    tanesi 158 bin dolar

    sudan çıkarıldıktan sonra kamyonlarla özel kargo uçaklarına taşınıyorlar. bu uçaklarda hareket edemedikleri içi sulu dolu, dar bir konteynıra koyuluyorlar ve çok uzun, stresli bir yolculuk başlıyor. yolculuğun stresini ve yorgunluğunu atlatabilen çok az yunus var. ölüm oranları çok yüksek. sağ salim vardıklarında da, uzun süre gümrükte bekliyorlar. koruma altında olduklarından bürokrasileri epey sürüyor.

    2008 yılında, yine böyle bir av sonrasında 12 yunus türkiye’ye getirildi. bu av sırasında yakalanan yunuslara 28 bin dolar ile 158 bin dolar arasında para ödendi. faturalarda 12 yunus için toplam 1 milyon 848 bin dolar ödendiği açıkça görülüyor. sonra bakıldı ki, yunus satın almak için yurtdışına büyük döviz gidiyor, tarım ve köyişleri bakanlığı, sadece 30 yunus için “yakalanabilir” izni verdi. yunusları korumak için uluslararası anlaşmalara imza atmamıza rağmen, bilimsel araştırma için deyip kılıfına uyduruldu. 27 yunus yakalandı, ancak 28’incide av şartlarından dolayı yunus boğulunca, zaten bu olayı pür dikkat izleyen yurtdışındaki yunusları koruma dernekleri ayağa kalktı ve sayı 30’a tamamlanamadan av bitti.

    türkiye’ye getirilen yunuslar, avrupa’dan farklı olarak beton zeminlere doldurulmuş havuzlarda muhafaza ediliyor. bu onlar için oldukça zararlı. çünkü yunuslar sonar dalgalarıyla yönlerini buluyor ve onları beton zemine koyduğunuzda, kendi sonar dalgasının sesinden o kadar rahatsız oluyor ki, artık o sistemi çalıştırmayıp kapatıyor.

    ölü balik yeme mecburiyeti

    yunuslar denizlerde asla ölü balık yemez. ama gösteri havuzu eğitimi sırasında ölü balık yemeye zorlanıyorlar. bütün yunuslar ilk aşamada ölü balık yemeyi reddediyor. açlıktan yemek zorunda kaldıklarında da kusuyorlar. çaresiz kalınca, gösterilen numaraları yaptıktan sonra ölü balıkları yemek zorunda kalıyorlar. siz yunusla yüzdüğünüzde onun bundan büyük zevk aldığını düşünebilirsiniz ama aslında onun bütün derdi, turu tamamlayıp kovadaki balıklardan birinin kendisine verilmesidir.

    asil gösteri 1.5 lira

    yunus gösteri merkezi alanında ispanya, rusya ve türkiye lider. avrupa, gösteri yunuslarıyla ilgili ikiye bölünmüş durumda. mesela ingiltere, seneler önce “yunuslar pet değildir” diyerek bu merkezleri kapattı. vahşi hayvanların hiçbiri tabiatlarından koparılmamalı.
    bugüne kadar o havuzlara gidenler madalyonun bir yüzünü gördüler. şimdi de öbür yüzünü görsünler. herkes yunusların o silinmez gülümsemesine kanıyor. ama onlar ölürken de gülümsüyor zaten. boğaz bir numaralı yunus gözlem yeri. çocuklarınıza illa yunus gösterecekseniz kadıköy-karaköy vapuruna binin 1.5 liraya yunusları doğal ortamında gösterin.

    en büyük destekçisi flipper’in eğitmeni

    savaş karakaş’ın bu belgeseli çekerken en büyük destekçisi 80’lerin meşhur dizisi flipper’daki yunusu eğiten richard o’barry oldu. o’barry bir deniz memelisi uzmanı ve eğitmen. 10 yıl boyunca flipper’ı bir film yıldızı yapmak için büyük emek verdi ama flipper onun kollarında intihar edince o günden sonra, diziden kazandığı büyük serveti, bu kez yunusları korumaya harcadı. yunuslar çok mutsuz olduklarında bilinçli olarak soluk almayı bırakıp intihar edebiliyorlar.
    --- spoiler ---
  • cok seker bi insan ama "sabah sekeri" degil...
    cok yaratici ama kolayci degil...
    cok is yapmis ama kibirli degil...
    bir suru dizi ve uyduruk program icin hala pesinden kosulan ama parayi cebine koyup yatacagina, inatla yurda yararli biseyler yapmak icin direnen, calisan adam...
    super sunucu, saglam dalgic, en hasindan canakkale'li...
    inanmiyorsaniz buyrun kendiniz bakin: http://www.savaskarakas.com/
  • muhtemelen ilk zamanlarda yapmis oldugu programlarin hicbirini kendisi de tasvip etmiyor. belki de hep yapmak istedigi program yapimciligi, sunuculuk, vb. kamera karsisi islere bir sekilde adim atmasi gerektiginden bu yollara basvurmak zorunda kalmis olabilir.

    ama yillar gectikce olgunlasmis programlara imza atmis, basarili bir insan haline gelmistir.

    bence eskiden yapmis olduklari ile degil, su anda yapmakta olduklari ile degerlendirmek gerekiyor.

    sudaki izler cok basarili savaş karakaş, helal olsun sana. basarilarinin devamini diliyorum.
  • "nüfus cüzdanımda 10 aralık 1968 tarihinde ankara'da doğduğum yazılı ama çanakkale ve istiklal savaşı gazisi dedemin hatıratını okuduğum günden beri ben kendimi çanakkaleli sayıyorum...

    cihan harbi'ni anlattığı sayfalara, harbiye'den çıkıp çanakkale cephesine katılmak için haydarpaşa tren istasyonuna gelen dedem hafız hilmi, vedalaşırken annesinin boynuna sarılıp onu koklaya koklaya nasıl öptüğünü, ancak annesi gözyaşlarını tutamayınca babasının 'harbe gidenin arkasından ağlanmaz!' diye annesini azarladığını yazmış. çanakkale'nin ardından kafkas, filistin, kurtuluş savaşı'na katılmış dedem, kolundan, bacağından sakat kalmış. cepheden cepheye uzayıp giden sıkıntıları, yaşadığı acı ve yoklukları sadece kaleme almakla da kalmamış, belki ileride bunlar hatırlanıp, sorgulanır diyerek benim de ismimi 'savaş' koymuş...

    işte ben de yola böyle çıktım...
    1986 yılında kadıköy anadolu lisesi ve 1991 yılında marmara üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi ingilizce iktisat bölümünden mezun oldum. ispanya - palma de mayorka'da sol hoteles ve bodrum halikarnas disko'da show ve eğlence dünyasına adım attım. ve 1993-94 yılında atv'de türkiye'nin ilk sabah programı 'atv'de sabah'ı sunarak televizyona geçtim.

    1995 yılında, sunuculuğunu yaptığım 'atv'de sabah' canlı yayınları, bayram, yılbaşı ve özel eğlence programlarına ara vererek askerliğimi yaptım.

    tezkereyi alınca show tv'de çalışmaya başladım ve 52 hafta boyunca 'on parmak, on marifet' adlı yarışma programını sundum.

    maddi tatmin, tanınmak, ünlü olmak çok güzel ama hep eksikliğini hissettiğim başka değerler de vardı. gerçekten kalıcı bir şeyler başarmak, yaratmak isteği gibi... sadece sunuculuğunu yapacağım bir televizyon projesi değil, içerisinde gerçek kimliğimi de bulacağım, gerçek 'savaş'ı anlamamı ve anlatmamı sağlayacak bir yapım gibi...

    çocukluk günlerimden hatırladığım, aldığı şarapnel yaralarıyla eli sakat kalmış dedemin hatırasına itafen 'derinlerdeki tarih' belgeselini hazırlamak fikri işte böyle doğdu. 1997 yılında çanakkale savaş'ı batıklarına sayısız dalış yaparak, sanki karanlıkta kalmış bu batıklarla dedemin hikayesini de gün ışığına çıkarttım. 'derinlerdeki tarih' 5 bölümlük dizi ve bir saatlik film olarak ülkemiz televizyonlarında defalarca gösterildi ve 2000 yılında sabah gazetesinde yazı dizisi olarak çıktı.

    2001 yılında anzakların torunları da 'gallipoli: history in the depths' adıyla avustralya sbs tv'de yayınlanan bu belgeselle çanakkale savaşı'na, çanakkale gazisi hafız hilmi çoşkun'un torunu savaş karakaş'ın gözünden baktılar.

    2002 yılında granada television tarafından çekilen 'battlefield detectives' - 'savaş alanı dedektifleri' belgeselinde, çanakkale savaşı'nın ingilizler için nasıl ve neden bir mağlubiyetle sonuçlandığının ipuçlarını çanakkale'de karada ve denizin derinliklerinde aradık. ingiltere'de channel 5 ve amerika'da history channel'da yayınlanan bu belgeselin field producer - yerel yapımcılığını da üstlendim.

    2003 yılında bbc tarafından çekilen 'gallipoli: the first d-day' adlı belgeselde yine çanakkale'de yaptığım sualtı araştırmalarıma, batık dalışı görüntülerime ve röportajlarıma yer verildi.

    bugüne kadar çanakkale savaş'ıyla ilgili prestijli belgesellerde, türk'ün çanakkalesi'ni dünyaya hamasetten uzak, objektif ve bilimsel verilerle anlatmak için çalıştım. bundan sonra da bu yolda devam etmek benim için büyük bir onur ve mutluluk olacaktır.

    2003 yılında, 1953 yılında çanakkale boğaz'ında batan ve kurtuluş savaşı'nın en önemli meydan muharebesinin kazanıldığı dumlupınar'ı çanakkale ile kardeş yapan dumlupınar denizaltısı'nın kapsamlı bir sualtı belgeselini hazırladım. 'son söz: vatan sağolsun' ve 'dumlupınar'a dönüş' adlı iki bölümlük dumlupınar 50. yıl belgeseli, 81 denizcimizin diri diri sulara gömüldüğü bu faciayla ilgili akıllarda kalan pek çok soruya da ilk kez yanıt verdi. araştırmasını yapıp, senaryosunu yazdığım bu belgeselin ilk ateşi gönlüme 1997 yılında çanakkale'de 'derinlerdeki tarih'in izlerini sürerken düşmüştü.

    2001 yılında, almanya'dan vidicom tv'den gelen bir ekiple ndr kanalı için izmit ve çevresinde 'berlin - bağdat tren yolu' belgeseli çekimlerini yaparken gönlüme bir başka ateş düştü. 1915'te nasmith komutasındaki ingiliz denizaltısı e11 çanakkale'yi geçip izmit körfezine kadar sokulmuş, yüzerek kıyıya çıkan d'oyly hughes da gebze - eskihisar viyadükünü sabote etmişti.

    alman belgeselinde sadece tren yolunun öyküsüne yer verildi. ben de çanakkale'yi geçemeyenlerin ve onları durduranların izlerini sürmüş, gerçek öykülerini 'derinlerdeki tarih - çanakkale geçilmez'de anlatmıştım. ve şimdi sıra çanakkale'yi sessiz ve derinden geçenlerin hikayesine gelmişti... öncüleri ae2'ydi...

    tarihin ve denizin derinliklerinde tekrar buluşmak üzere..."

    savaş karakaş
    istanbul, 2004

    kaynak: savaskarakas.com
  • çanakkale savaşı ile ilgili araştırmalarını çanakkale şehidi olan dedesine ve mehmetçiklere adayan, hayırlı, vefalı insan...ayrıca tv sisteminin salaklıklarını farkedebilmis azınlıktandır kendisi...
  • insan gibi insan. yıllar önce yaptığı programlar yüzünden burun kıvırıp, önyargılı davranan bir grup insanın takdirine de ihtiyacı yok bence.
    30 ağustos'ta tamamladığı protesto yüzüşünü de neredeyse hiçbir gazetenin vermemesi, televizyonların umursamaması da çok şahane gerçekten.

    http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=157626
  • çok ama çok iyi, kaliteli programlar yapıyor. yalan yok, aman aman bir televizyon izleyicisi değilim ama kendisinin programlarına denk geldiğimde kaçırmamaya gayret gösteriyorum.

    şimdi yazacaklarım haddime değil ama; bravo abi, böyle devam.
  • bugünlerde bir deterjan reklamıyla tüm tv izleyicilerinin kendisini tekrar görebilmesini sağlamış belgeselci adam.
    çektiği belgesellere saygı duyuyorum. neticede sabah şekeri, yarışma programı şu bu derken o çizgiyi bırakmasaydı şu an paraya zannediyorum başka bir şey diyor olurdu.

    çünkü:

    fizik: mükemmel
    gülüş: can alıcı
    zeka (olmazsa olmaz): iyi seviyede var ki o para pul şan şöhret adama batmaya başlamış, sorgulamış yani hayatını.

    seviyorum bu adamı.
  • kendisini tanımam etmem. sabah şekerlerini de hiç izlemediğimden sadece yaptığı belgeselleri referans alabiliyorum. örneğin "serdar kılıç" belgeselleri hakkında yazdıklarım da bellidir. serdar bende nasıl ticari bir tad bırakıyorsa savaş da o kadar samimi ve idealleri uğruna savaşan biri izlenimi vermiştir. kendisi hakkında yapılacak bir tanım ve verilebilecek bir örnek varsa budur.
  • kanal 1'de filmin devamı adında bir programla televizyonda görmeyeli özlediğimiz eskilerin sabah şekeri, belgesel sever.
hesabın var mı? giriş yap