• "bir şey ne kadar soylu ve mükemmel ise onun olgunluğa erişmesi de o kadar geç ve yavaştır. erkek akli melekesinin ve ruhi kabiliyetlerin olgunluğuna yirmi sekizinden önce nadiren ulaşır; kadınlar ise henüz on sekiz yaşlarında; fakat kadınların durumunda bu çok zayıf dar sınırlar dahilinde gerçekleşir. bu sebepten ötürüdür ki kadınlar bütün hayatları boyunca çocuk kalırlar, çünkü her zaman içinde bulundukları an'a sıkı sıkıya bağlı kalarak sadece kendilerine en yakın olanı, olmak üzerine olanı görürler, gerçek yerine bir şeyin görünüşüne teslim olurlar ve en önemli işlere karşı önemsiz şeyleri tercih ederler... eski zamanlarda almanların yaptığı gibi, güç ve nazik meselelerde kadınlara danışmak hiçbir surette hafife alınacak bir mevzu değildir; çünkü onların meseleleri kavrayış ve değerlendiriş şekli bizimkinden oldukça farklıdır.

    - a. schopenhauer-

    (arka kapak)

    ukteyi veren: gülden kale (14.03.2007 00:31)

    notu: "schopenhauer derlemesi. dolduracağım bir ara."
  • oldukça ufuk açıcı makalelerden derlenmiş bir schopenhauer kitabı, say yayınlarının çevirisine her ne kadar bayılmasam da idare ediyor fena değil.

    ontolojinin kendinde varlık ve kendi için varlık * meselesine de pek güzel yaklaşmış şopi taa 1800'lü yıllardan

    --- alıntı ---
    "özgün, alışılmadık, hatta ölümsüz fikirlere sahip olmak için kişinin birkaç dakikalığına dünyaya ve eşyaya, en alışıldık nesneler ve en bilindik olaylar bütünüyle yeni ve yadırgatıcı görünecek derecede yabancılaşması yeterlidir. bu yabancılaşma sayesinde eşya ve hadisenin gerçek tabiatı aşikar olacaktır."
    --- alıntı ---

    ayrıca insanlardan ve insanlıktan nefret eden, tüm bu deliliğin içinde kendini aykırı hisseden ve insanların neredeyse benimsediği her şeyin rezalet ötesi olduğunu düşünenlerin bir parça da olsa teselli bulabileceği şeyler de yazmış bir makalesinde.

    --- alıntı ---
    "o halde eğer dahileri çoğu kez çekingen ve kimi zaman sert ve haşin bulursak buna şaşırmamalıyız. bunun için ayıplanacak olan onların cama yakınlıktan nasipsizlikleri ve yabanıllıkları değildir, tam tersine bu dünyada onların takip ettikleri yol pırıl pırıl bir yaz sabahı enfes tabiatı bütün tazeliği ve ihtişamı içinde seyretmek için yürüyüşe çıkan birinin yoluna benzer. o bu manzarayla yetinmelidir, zira belki iki büklüm olmuş, toprakla uğraşan bir veya iki köylünün dışında başka bir insan topluluğu rastlamayacaktır. çoğu kere öyle olur ki büyük bir kafa, monoloğu bu dünyada bulabileceği diyaloğa tercih eder. olur da ara sıra tenezzül edip böyle bir şeye yanaşacak olsa karşılaşacağı sağlık muhtemelen onu yeniden kendi monoloğuna dönmeye zorlayacaktır. çünkü konuştuğu kimseyi unutacak veya her halükarda onun kendisini anlayıp anlamadığını dikkate almayacak ve onunla, bir çocuk oyuncak bebeği ile nasıl konuşursa öyle konuşacaktır.

    büyük bir kafada tevazu hiç kuşkusuz insanların hoşuna gidecektir fakat ne yazık ki bu bir contradictio in adjectodur*. bu böyle bir kafayı başkalarının, sayıları milyonları aşan kalabalıkların fikirlerini, görüşlerini ve kanaatlerini olduğu kadar tarz ve tavırlarını da kendisininkine tercih etmeye zorlayacaktır; böyle bir şey onu kendi değişik fikirlerini başkalarının fikirleri ile uyuşturmaya, onların boyunduruğu altına sokmaya, hatta bu başkalarının piyasaya hakim olmasını sağlamak için kendininkileri bütünüyle baskı altına almaya zorlayacaktır. ama bu durumda ya hiçbir şey üretemeyen jack ya da başarıları başkalarınınki ile aynı seviyede kalacaktır. büyük, halis, hakiki ve fevkalade olanı o ancak çağdaşlarının yöntemlerini, fikirlerini ve kanaatlerini dikkate almadığı, onların eleştirip durduklarını kendi bildiğine sessizce meydana getirdiği ve onların övüp göklere çıkardıklarından tiksintiyle uzak durduğu ölçüde üretebilecektir. hiç kimse bu tür bir büyüklenmeye (kendini beğenmişliğe) sahip olmadıkça büyük olamaz; fakat hayatı ve eserleri bunları bilip takdir edemeyecek bir zamana denk gelirse o zaman kendisine herhalde sadık kalacak ve hali, geceyi berbat bir handa getirmekzorunda kalan soylu bir yolcuyu andıracaktır ve bir sonraki günün sabahı yolculuğunu neşeyle huzurla sürdürecektir.

    her ne olursa olsun eğer rahatsız edilmeksizin kendi köşesinde kozasını örme imkanı sağlıyorsa bu kadar için bile bir şairin veya bir filozofun çağından şikayetçi olmaması gerekir. başkaları için tasalanmadan onların varlığına yokluğuna aldırmadan düşünüp şiirlerini yazabileceği bir köşe bahşetmişse eğer bunun için talihine şükretmelidir.

    beynin belin hizmetinde bir hizmetkar olmaktan öte işe yaramadığı kimselerin durumuna gelince, kuşkusuz bu neredeyse elinin emeğiyle yaşamayanların tümünün ortak kaderidir ve onlar hisselerine düşen paydan şikayetçi olmaktan çok uzaktırlar. fakat bu beyin güçleri iradelerinin hizmeti için gerekli olan sınırın ötesine geçen büyük kafaları umutsuzluğa düşürür ve böyleleri, eğer icap ederse en zor koşullarda en sınırlı imkanlar içinde yaşamayı tercih edecektir. yeter ki bu ona yeteneklerini geliştirmek ve kullanmak için zamanını özgürce tasarruf edebilme imkanını, bir başka ifadeyle, onun için paha biçilemez derecede kıymetli olan boş vakti sunsun.

    sıradan insanlar için bu doğal olarak farklıdır; onlar için boş vakit sırf kendisinden ötürü değerli olmadığı gibi, tehlikelerden de beri değildir, onlar bunun farkındadırlar. zira umulmadık noktalara gelmiş olan zamanımızın teknik imkanları ihtiyaç harici lüks maddeleri artırıp çoğaltarak talihin kayırdıklarına bir taraftan daha çok boş vakit ve kültür, diğer taraftan iyi yaşama imkanı ve ilave lüksler, fakat giderek artan etkinlik arasında bir tercih sunmaktadır. onlar bir bakıma yaradılışlarına sadık kalarak genellikle bu sonuncusunu seçip şampanyayı boş vakte ya da özgürlüğe tercih etmektedirler. bu da tutarlı bir seçimdir; çünkü onlar için iradenin amaçlarına hizmet etmeyen her zihinsel çaba veya etkinlik anlamsızdır ve bu tür bir etkinliğe olan eğilimi onlar tuhaf (merkez dışı) ya da garip diye yaftalarlar. bu yüzden iradenin emellerine, belin hizmetine sadakat onların nazarında ortak merkezli bir durumdur, doğrudur iradeye kesinlikle merkezdir ve dünyanın en iç çekirdeğidir.

    fakat genellikle böyle bir seçeneğin sunulduğuna çok nadir rastlanır. zira nasıl insanların çoğu, fazlasına değil ancak ihtiyaçlarını karşılayacak kadar paraya sahipse akıl için de aynı şey söz konusudur; insanların çoğu iradenin hizmetini karşılayacak kadar, yani hangi işlerle uğraşıyorlarsa onun icaplarını yerine getirecek kadar akla sahiptirler. işin gerekleri yerine getirilip de karınları doyduğunda ağızlarını açıp esnemeye başlarlar ya da kendilerini maddi bedeni zevklerin kucağına, olmadı kağıt ve yazar oyunları gibi çocukça eğlencelerin avuntusuna bırakıverirler yahut incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler üzerine çene çalmaya veya giyinip kuşanıp birbirlerine durduk yere saygı göstermeye ve iltifatlarda bulunmaya can atacaklardır."
    --- alıntı ---

    öyle işte, güzel bir derleme olmuş. okunması oldukça fayda sağlıyor insana.
  • eğer kitap bir başkasına ait olsa belki başyapıt denebilir ama söz konusu schopenhauer olduğu için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. hatta schopenhauer'ın en okuduğum en vasat kitabı bile diyebilirim.
    bunu bilerek okuyun.
  • boş muhabbet yapandan uzak durun diyen bir abimizin * yazdığı kitaptır.
  • "deha, günlük hayatın işleri, özellikle bunun en yüksek derecesi olan dünya siyaseti için gerekli vasıf ve niteliğin tam zıttıdır; bunun tek nedeni aklın soylu mükemeliyeti ve ince duyarlılığının iradenin enerjisinin önüne set çekmesidir. cesaret ve kararlılık olarak görünen böyle bir enerji, bir de kabiliyetli ve kendisini kolayca izah eden bir akılla, doğru bir yargı gücüyle, bir parçacık zekilik ve kurnazlıkla bir araya geldi miydi, işte size bir devlet adamı yahut ordu komutanı... eğer buna bir de dik başlılık ve küstahlık eklenecek olursa uygun koşullar altında bu birleşim, dünya tarihinde meşhur bir karakteri bile doğurabilir."
  • arthur shopenheaur'un makalelerinden say yayınlarının bir derlemesi.

    "bitkilerin hayatı sadece varoluş çemberinin içinde cereyan eder; dolayısıyla onların zevki bütünüyle öznel olan kör (algısız, ilgisiz, bilgisiz) bir hoşlanmadır. hayvanlarla birlikte bilgi, ilave bir şey olarak gün yüzüne çıkar; ama yine de bu tümüyle dürtülerle, en yakın ve en acil dürtülerle sınırlı kalır. dolayısıyla onlar da sadece varoluşta tam bir tatmin bulurlar ve bu onların hayatlarını doldurmaya yeter. bu nedenle zamanlarının büyük bölümünü endişelenmeksizin ya da sabırsızlanmaksızın tam bir tembellik içerisinde geçirebilirler, her ne kadar düşünmeyip sadece sezgiyle algılasalar da. ancak bütün hayvanların en zekilerinde, köpeklerde ve maymunlarda bir şeyle meşgul olma ihtiyacı, dolayısıyla can sıkıntısı varlığını hissettirir. bu yüzden onlar oyun oynamayı ve gelip geçenlere dik dik veya şaşkın şaşkın bakarak kendilerini eğlendirmeyi severler. dolayısıyla onlar her yerde bakışlarını üzerimizde hissettiğimiz cam kenarı sakinleri kategorisine çoktan girmişlerdir, tek farkla ki, onlar öğrenci olduklarını anladıklarında gerçek biçimde kızıp öfkelenirler.

    ancak insanda bilgi, yani salt öz-bilinçten farklı olarak başka şeylerin bilinci yüksek bir dereceye varmış ve aklın ortaya çıkmasıyla öngörü ve dikkatlilik (yahut düşüncelilik) dediğimiz düzeye yükselmiştir. neticede onun hayatını tek başına varoluş doldurmaz, onun hayatının içinde bilginin de yeri vardır ve bu belli bir ölçüde kendi kişiliğinin dışında, başka varlıklarda ve şeylerde bir ikinci varoluş demektir. fakat insandaki bilginin büyük bölümü dürtülerle sınırlıdır ve bu dürtüler her ne kadar uzaktaki şeyleri içerse de (yöneldiği bilgi) herhangi bir ayrıma tabi tutulmaksızın alındığında "yararlı bilgi" adıyla anılır.

    diğer taraftan serbest bilgi, bir başka ifadeyle, belli bir amacı veya hedefi olmayan bilgi onda genellikle anlama merakının ve eğlenme arzusunun ötesine geçmez; ama yine de herkeste en azından bu ölçüde belirgindir, ne var ki eğer bu dürtüler ona belli bir rahatlama yahut gevşeme sunacak olursa hayatının büyük bölümü (bitkilerde olduğu gibi] safi varoluş çemberinin dışma çıkmayacaktır. böylesine yaygın ölçekte tesadüf ettiğimiz sadece şaşkın şaşkın bakınma ve boş vakit geçirme bunun belirtisidir; esas olarak başka insanlarla ya aşırı derecede sefil ve kıymetsiz sohbetle ya da bu kadarına bile teşebbüs etmeksizin birlikte olmaktan ibaret olan dostcanlılık da bundan farklı değildir.

    gerçekten insanların çoğu, her ne kadar bunun açıkça farkında olmasalar da, kalplerinin en derinlerinde düşünceye hayatlarında mümkün olduğunca az yer vererek idare etme kararındadırlar ve bu onların davranışlarına yön veren en temel düsturdur, çünkü onlar için düşünme en zahmetli yüktür. dolayısıyla onlar uğraştıkları işin gereklerinin kendilerini başka çıkış yolu bırakmaksızın düşünmeye zorladığı kadar düşünürler ya da çeşitli eğlence türlerinin, her ikisinin de en asgari düşünceyle idare edilebilecek şekilde düzenlenmiş olduğuna hükmedebileceğimiz gerek oyunların gerekse çene çalmanın zorladığı kadar düşünürler ancak. ne var ki boş vakitlerinde böylesi imkânlardan mahrum kalacak olurlarsa ellerine düşünce güçlerini zorlayan bir kitap almak yerine, cam kenarına kurulup en önemsiz olayları saatlerce ağzı açık seyredecekler ve böylelikle bize ariosto'nun o 'zio lungo d'uomini ignoranti' (cahilin can sıkıntısı) deyişinin canlı örneğini sunacaklardır. ancak akıl ya da düşünme melekesi gerekenin ötesine geçtiğinde bilgi az veya çok, bizzat kendisi için kendinden ötürü bir amaç haline gelir. dolayısıyla herhangi birisinde akim, kendi doğal işini, yani iradenin amaçlarına hizmeti, dolayısıyla şeylerin salt ilişkilerini kavramayı bırakıp da kendisini bütünüyle nesnel bir tarzda meşgul edecek duruma gelmesi tamamen sıradışı bir hadisedir. fakat asıl sanatın, şiirin ve felsefenin kökeni tam da burada aranmalıdır ve bu yüzden bunlar öncelikle bu iş için tasarlanmamış bir organ tarafından yaratılırlar. dolayısıyla akıl aslında efendisi, yani irade tarafından zahmetli bir işe koşulan ve sabahtan akşama kadar meşgul edilen, sürekli emre amade tutulan bir ırgat, bir ücretli işçiden başka bir şey değildir. fakat bu ağır işlerin ırgatı bir saat boş kalsa, hiçbir zorlama olmaksızın hemen kendi işini yapmaya koyulur, sadece kendi zevki ve tatmini için yapar bunu, öyle ki hiçbir çıkar, hiçbir şahsi ilgi onu buna zorlamaz, işte o zaman bu hakiki sanat eseridir ve eğer ulu yüceliklere çıkacak olursa bir deha eseridir.

    bütünüyle nesnel olan şey için aklın bu kullanımı, elbette en yüksek dereceleri itibariyle sanat, şiir ve felsefe alanındaki her türlü başarıların ve genellikle sadece bilimsel diyebileceklerimizin temelini teşkil eder. böyle eserlerin anlaşılması ve incelemesinde, benzer şekilde herhangi bir meselenin, dolayısıyla konuşanların iradeleriyle ilgili olmadığında, bir sohbeti bile canlandırır. aklın böylesi tümüyle nesnel kullanımıyla öznel olan, bir başka söyleyişle, her ne kadar hâlâ dolaylı olarak da olsa, kişisel bir çıkarı ilgilendiren kullanımı arasında, dans etmekle yürümek arasındakine benzer bir ilişki vardır. çünkü bu da, tıpkı dans etmek gibi, enerji fazlasının amaçsızca harcanmasıdır.

    buna karşılık aklın öznel kullanımı kesinlikle doğaldır; çünkü akıl sadece iradeye hizmet için ortaya çıkmıştır. tam da bu bakımdan ona hayvanlarla ortak olarak sahibizdir; o zorlayıcı bir ihtiyacın kölesidir ve bizim sefaletimizin damgasını taşır ve bu bakımdan 'glebae ads- cripti'ye (toprağa bağımlı kölelere) benzer görünürüz. bu sadece bizim işimizde ve kişisel etkinliğimizde değil, yeme, içme ve diğer keyif ve zevkler gibi, genellikle gerek şahsi gerek maddi konularla ilgili sohbetlerimizde de iş başındadır, buna hayat şartlarımız ve onunla ilgili her şeyi, her türden fayda ve avantajları, hatta toplum refahıyla ilgili olanları da dahil edebiliriz. elbette insanların çoğu akıllarını başka bir şekilde kullanma imkânına sahip değildir, çünkü onlar için akıl iradenin bir aygıtından ibarettir ve yalnız onun hizmetinde kullanılır. onları neredeyse hayvanlar kadar ciddi derecede küt ve bön, sıkıcı ve usandırıcı yapan, herhangi bir nesnel mesele etrafında fikir alışverişinde bulunmaya tümüyle kabiliyetsiz hale getiren budur. akıl ve irade arasındaki bağın ne kadar kısa olduğunu onların yüzlerinden de okuruz. böylesine bunaltıcı biçimde bu kadar sık karşılaştığımız kalın kafalılığın dışavurumu, onların bütün bilgilerinin iradelerinin işleriyle sınırlı olduğuna işaret eder sadece.

    ayrıca ne fazla ne eksik, ancak hedefleri için belli bir iradenin ihtiyaç duyduğu kadar aklın var olduğunu da görürüz; bunun için onlar bu kadar kaba ve bayağı görünürler. dolayısıyla irade mahmuzlamasını durdurur durdurmaz akılları hemen gevşeyip tembelleşiverir. onlar hiçbir şeye nesnel bir ilgi duymazlar. şahıslarıyla hangi düzeyde olursa olsun bir bağı bulunmayan hiçbir meseleye, düşünmek yahut değerlendirmek bir tarafa, asla dikkat kesilmezler. herhangi bir şeyin onlarda ilgi uyandırabilmesinin tek şartı budur.

    hayatlarında bir kez olsun bir latife veya nükteli herhangi bir şey onları canlandırıp neşelendirmemiştir; tam tersine herhangi bir şey, en alt düzeyde bile düşünceyi gerekli kılsa, bu onların nefretini çekmesi için yeterlidir. olsa olsa en kaba, en bayağı şakalar gülmelerini sağlar onların; diğer zamanlarda her biri ciddi görünüşlü birer hayvandır, bunun tek sebebi ancak öznel bir ilgiye güçlerinin yetebilmesidir. tam da bu yüzden kâğıt oyunları, elbette para karşılığında, onlar için en uygun eğlencedir, çünkü bu tıpkı müzik, dram, sohbet vb. gibi iradeyi sadece bilgi alanı içinde tutmaz, harekete geçirir ve devingen halde tutar, ki asıl olan ve ister istemez her yerde karşılaşılan da budur. kalan zamanlarda onlar iş adamıdır, beşikten mezara alım satımla uğraşanlar, hayatın getir götür işlerini yapanlardır. zevkleri bütünüyle bedenidir, çünkü başkaları için duyarlıkları yoktur.

    onlarla başka şeyleri değil, ancak iş meselelerini konuşmalıyız. onlarla ahbaplık kurmak, yarenlik etmek bizi sıradanlaştırır; böyle yapmakla kendimizi gerçekten ucuz ve bayağı hale getiririz. giordano bruno onların sohbetlerini (cena delle ceneri'nin sonunda) 'vili, ignobili, barbare ed indegne conversazioni'(bayağı, soysuz, vahşi ve değersiz sohbet) diye tarif eder ve böylesinden kesinkes uzak durmaya yeminlidir. buna karşılık şu veya bu şekilde akıllarını nesnel biçimde kullanma kabiliyetine sahip insanların arasındaki sohbet, konu basit, hatta sadece şakalaşmadan ibaret olsa bile, her zaman akli melekelerin özgürce oyununa dönüşür. bu yüzden böyle bir sohbet ile başkalarınınki arasındaki ilişki dans etmekle yürümek arasındaki ilişki gibidir; doğrusunu söylemek gerekirse bu iki veya daha fazla kimse arasındaki bir dansı andırır; halbuki diğer sohbet tarzı, belli bir menzile ulaşmayı amaçlayan insanların birbiri peşi sıra uygun adım yürümelerine benzer."
  • bu kitapta canımız, babamız arthur reis, kalu beladan beri sevmediği, adeta tiksindiği yavşak hegel'e çok pis dokundurmuştur:

    "bu yüzden akıllı, basiretli yurttaşlarıma, eğer bir daha sıradan bir kimseyi büyük bir dâhi diye ilan etmek isterlerse, bunun için hegel gibi, tabiatın yüzüne en anlaşılır harflerle ve kolayca okunabilecek bir yazıyla, "sıradan biri" damgasını bastığı birahaneci kılıklı * birini seçmemelerini öneriririm."
  • içerisinde çok güzel anektodlar olan schopenhauer kitabı.

    yazmak için geldiğim paragrafı uçtan uca yazan bir entry olduğu için kendisini buraya ilikliyorum.

    (bkz: #102080615)
hesabın var mı? giriş yap