• dezenfektan ve kolonya üretiminde kullanılan etanolün hammaddesi şeker pancarından çıkan melas maddesidir.

    şeker pancarını salt tarım ürünü olarak gören ve stratejik öneme sahip fabrikaları yandaş firmalara peşkeş çeken zihniyet, günümüzde halk sağlığını etkileyen sars-cov-2 tehlikesine karşı en etkin silahlardan birinin üretimini engellemiştir.

    ama'sız ve fakat'sız özelleştirmesi yapılan tüm şeker fabrikaları kamulaştırılmalı ve etanol için melas üretimine başlamalıdır.

    dipnot: (bkz: 14 şeker fabrikasının satışa çıkarılması)
  • 6 tanesi 656 milyon dolara satılmıştır. yahu ihaleye ne gerek var. üstüne para verseydiniz. ötvlerden çıkarırdınız o parayı. tanesi 109 milyon dolar. biraz sıksan her biri boğazda 3 villa parası.
  • şeker fabrikalarının özelleştirilmesi neoliberalizmin hikayesidir. akp bu sürecin önemli bir aktörüdür ve bu parti küresel sermaye çevrelerinin sadık bir dostu olduğunu politikalarıyla olsun, emekçi düşmanlığıyla olsun her zaman açık seçik bir şekilde göstermiştir. ama ben bu meselenin akp'nin ötesine geçilerek tartışılması gerektiğini düşünüyorum. bu süreç önce 1990'lara, ardından da 'sosyal demokrat' bülent ecevit'in abd'den ithal ettiği kemal derviş'in türkiye'ye getirilmesine kadar dayanmaktadır.

    tarımda neoliberal politikaların uygulanmasına sebep olan birkaç farklı etken var. oğuz oyan'ın aktardığına göre, türkiye'nin tarım politikalarının şekillenmesinde rol oynayan etkenlerden biri dünya ticaret örgütü'nün 1995 yılında hazırladığı tarım anlaşmasıdır. tarım anlaşması ülkelerin ekonomik bağımsızlığının altına koyulan bir dinamiti andırmaktadır. anlaşmaya göre devletler tarımsal ürünlerin ithalatında kısıtlamaları kaldırmalı, iç piyasada tarımsal ürünlerin ihracatı için üreticilere verdiği desteği çekmelidir. bu anlaşmanın türkiye ekonomisindeki sonuçları hiç de şaşırtıcı değildir: tarımsal ihracatın genel ihracattaki payı 1995'te yüzde 10 civarındayken, 2000 yılında bu oran yüzde 7.20, 2003 yılında ise yüzde 5.40'a düşmüştür. türkiye tarım ürünleri gümrük anlaşması gibi anlaşmalardan tarım ürünlerini muaf tutmayı başarabilmiştir başarmasına ama devletin üreticilere verdiği desteği çekmesi şeker üreticilerini özellikle etkilemiştir zira devletin tarım ürünleri için verdiği desteğin yüzde 20'si şeker üretimine tahsis edilmişti. türkiye'nin tarım politikaların belirlenmesindeki bir ikinci etken ise 1999 krizi ve ardından imf'nin türkiye ekonomisini adım adım ele geçirmesidir. imf aslında yeni bir tarım politikası öngörmemiş, yalnızca daha önceki politikaların daha sert bir şekilde uygulanmasına vesile olmuştu. imf devlet tarafından şeker üretimi devlet üzerinde bir yük olarak görme eğiliminde olduğu için, türkiye hem imf'nin baskısıyla, hem de onunla iş birliği yapmaya hazır olan yöneticilerin girişimleriyle 2000-2002 arasında devletin tarım sektöründeki varlığının giderek azalacağını taahhüt etmişti. devletin tarım sektöründeki varlığının azalması ise tahmin edilebileceği gibi ancak özelleştirmelerle mümkün olmakta. bu süreçte imf bir taraftan özelleştirme talep ederken, bir taraftan da ithalat üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasını talep ediyordu. 2001'de çıkarılan şeker kanunu tam olarak bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. bahsi geçen kanunla yurtdışından şeker ve nişasta bazlı şeker ithalatı serbest bırakılmıştı.

    bu süreç sadece ülke ekonomisine zarar veren değil, uluslararası sermaye çevrelerinin lehine işleyen bir süreç olarak da görülebilir. yine oğuz oyan'ın belirttiğine göre şeker üretimi 90'lı yılların sonlarına kadar düşme eğilimindeydi, 95'te tonu 390 dolar olan şekerin fiyatı 99'da 200 dolara kadar gerilemişti. küresel düzeyde faaliyet gösteren şeker üreticilerinin kısa zamanda talebi arttırarak fiyatları yükseltmek gibi bir seçeneği olmadığına göre şeker fiyatlarının artması, şeker üretiminin düşmesine bağlıydı. dünya bankası, dünya ticaret örgütü ve imf gibi kurumlar türkiye gibi ülkelerde özelleştirme, ithalata teşvik ve devletin şeker üretiminden el çektirilmesiyle bunu amaçlamıştı. derviş'in ekonomi bakanı olduğu dönemde hayata geçirilen şeker yasası da 90'larla başlayan sürecin tuzu biberi oldu.

    peki bu bilgilere bakılarak türkiye siyasetine dair hangi sonuçları çıkarabiliriz?

    1-) akp en çok 'yerli ve milli vurgusu' yaptığı dönemde bile ülke ekonomisini, üreticiyi ve emekçiyi hiçe sayan politikalarla uluslararası sermaye çevrelerine hizmet etmektedir.

    2-) akp'nin şeker fabrikalarının özelleştirilmesindeki temel propaganda kaynağı olan 'şeker fabrikaları zarar ediyor' şeklindeki argümanın doğru olan hiçbir tarafı yoktur. şeker üreticileri ve fabrikaların bugünkü durumu devletin on yıllardır izlediği politikalar yüzünden bağımsız değildir.

    bakın alpullu şeker fabrikasında çalışan bir emekçi ne diyor:

    “bu fabrikalara hiçbir yatırım yapılmadı. bunu 28 yıldır görüyorum. şu an 40 yıllık makinelerle içeride revizyon yapıyoruz. eskiden 9 saat çalışırdık. şimdi 12 saat çalıştığımız oluyor işler yetişsin diye. bu özveriyle burası bugüne geldi. burayı ayakta tutmanın sözünü verdik. eski makineleri onararak burayı geliştirdik. yatırım yok, eleman yok, bizi dinleyen yok. sonra neden burası zarar ediyor. bu söylediklerimi önce bir araştırdılar mı, buna çözüm bulmak için çalıştılar mı?" *

    3-) chp ve kılıçdaroğlu'nun ekonomi programı akp'nin uyguladığı ekonomi programından sanıldığı kadar farklı değildir. 2001'de bahsi geçen yasaları geçiren parti sosyal demokrat bir partiydi ve kemal derviş'le çalışmayı yine bu sosyal demokratlar seçti. derviş'in türkiye ekonomisinde yarattığı muazzam tahribatın farkında olunmasına rağmen, bugünün sosyal demokratları hala utanmadan sıkılmadan 'iktidar olunca derviş'i bakan yapacağız' diyebilmektedir.

    4-) neoliberal politikalar 'küresel bir ekonomi' yaratmak safsatası altında, ileri kapitalist ülkeleri destekleyen, türkiye gibi çevre ülkeleri yabancı şirketlere ve emperyalizme bağımlı kılan politikalar izlemektedir. ve bu politikalar türk devletine rağmen değil, türk devleti'nin desteği ve rızasıyla hayata geçirilmektedir.
  • gıda mühendisleri odasının çağrısına kulak veriniz. ilkses gazetesi'nde tmmob gıda mühendisleri odası izmir şube başkanı ibrahim uğur toprak'ın açıklaması için buraya, gıda mühendisleri odası'nın basın açıklaması için buraya lütfen.

    özetlersek:

    - nişasta bazlı şeker, mısır nişastasından kimyasal yollarla elde edilir. genelde sıvı olarak pazarlanır. bu da şeker pancarından yapılan üretime göre ton başına 250-300 dolar ucuzluk demek.

    - sıvı halde kullanımı çok daha kolay. dolayısıyla gıda sektöründe kullanımı yaygın.

    - amma velakin ocak 2018'de yayınlanan sağlık bakanlığı bilim kurulu raporu'na göre nbş'nin, insülin hormonu salgılatmadığı için tokluk hissi yaratmadığı, karaciğerde yağlanmaya neden olduğu, aşırı yemeye neden olarak yeme bozuklukları oluşturduğu, obeziteye kapı araladığı ve kolon-meme kanserleri başta olmak üzere kanser oluşumu üzerinde böylece dolaylı yoldan etkili olduğu belirtilmiştir.

    - nbş için ab ülkelerinde kota ortalama %4 iken, türkiye'de %10'dan 15'e çıkartıldı.

    - nbş'yi destekleyen bu politikalar, şeker pancarı üretiminden geçimini sağlayan yaklaşık 10 milyon vatandaşımızı etkilemektedir. (alt ve bağlantılı sektörlerle birlikte bu rakam verilmiş). pancardan üretilen şekerin 3 milyon ton azaltılması, yaklaşık 100 bin kişinin işsiz kalması demek.

    - pancar küspesi ve melas hayvancılıkta kullanıldığından, şeker fabrikalarının kapatılması ya da üretimin düşürülmesi, hayvancılığa da darbe vurulacağı anlamına geliyor.

    çokuluslu firmalara ekonomimizi, vatandaşımızı, sağlığımızı feda ediyoruz. negzel lan!..
  • amaç ülkede pancar tarımını bitirip şeker piyasasını tamamen malum abd'li şirketin kontrolüne vermekti ve plan tıkır tıkır işliyor.
    ınşaatçı, pimapenci şirketlere verilenler zaten arazisi için alındılar.
    en son elbistan fabrikası üretimi iyice kısmış ve çok miktarda pancar çiftçinin elinde kalmış.

    https://www.yenicaggazetesi.com.tr/…ldi-213361h.htm
  • bu entry i hangi başlığa yazmam gerektiğini bilemedim. en sonunda buraya yazmaya karar verdim.

    1990 ve 2000 arasında yaşanan şeker kıtlığı ve ithal şekere izin verilmesi olayını soner yalçın'ın saklı seçilmişler kitabından okuyabilirsiniz. çünkü benim burada anlatmak istediğim şey işin siyasi yönü değil, daha çok piyasa durumu. baktığınız zaman 1990 dan başlayarak günümüze kadar belki de milyonlarca siyasi hata yapılmıştır. ancak şeker piyasasındaki sorun işin daha çok ticaret ahlağı ile ilgili.

    şunu önden kabul edelim. şeker piyasası çok karlı bir sektör değil. zaten şeker üreteyim ya da satayım zengin olayım diye yola çıkanların hepsi tepetaklak gitti. gitmese devletin bütün imkanlarını ve desteğini hatırlı abileri sayesinde kullanabilen ve reklamlarında yüzbinlerce dolar verdiği pınar altuğ'u oynatan helin şeker gitmezdi.

    şeker karlı bir sektör değil dedik. ancak ölümsüz bir sektör. yani bundan 20 sene sonra da şeker olacak 50 sene sonra da. yani şekere kontrolü bir şekilde yatırım yapan herkes bu işten ekmek yiyecek anlamına geliyor. ama başta dediğim gibi kanatların olmadan uçmaya kalkarsan çakılmaya mahkumsun.

    gelelim esas anlatmak istediğime. 2000li yıllar ile türkiye cargill-nişasta bazlı şeker-fruktoz şurubu-glikoz şurubu-nişkoz şerbeti (hepsi aynı şey) ile tanıştı.
    2002 yılında türkiye'de üretilen şeker kendisine yetmiyordu. şeker üreticileri glikoz şurubuna altın bulmuş gibi saldırdı. çünkü çok ucuzdu ve şeker piyasası her ne kadar devlet elinde tekel olsa dahi şeker bazlı ürünlerde kıyasıya bir rekabet vardı.

    şeker piyasasında öne geçebilmen için fiyat kırman lazım. ancak şeker aynı şeker ve fiyatı devlet belirliyor. fiyat kırabilmen için 2 ihtimal var. ya gramajdan çalacaksın ya da şeker diye milete başka birşey yutturacaksın. işte glikoz şurubu burada kurtarıcı rolü üstlendi. çünkü fiyatı şekerin beşte biri oranında idi.

    glikoz şurubunun ortaya çıkması ile ülkemdeki süper ticari akıl hemen çalışmaya başladı. ihracat!
    insanlara toz ya da kesme şeker halinde glikoz şurubunu satamazdınız. daha doğrusu ihraç edemezdiniz.
    bunu söylememdeki neden şu. eğer siz devlete "ben aldığım şekeri çikolata yapacağım, jelibon yapacağım ihraç edeceğim" derseniz devlet size hemen destek kapılarını açıyor. piyasada 100 liraya aldığınız şekerin fiyatı anında 50 liraya iniyor. 90lı yıllarda 33 liraya iniyordu.
    peki siz devlete şeker ile çikolata üretiyorum ve bunları da ihraç ediyorum deyip şeker yerine %100 glikoz şurubu kullanırsanız ne olur? tabii ki yakalanırsınız. (bok yakalanırsınız).
    şaka bir yana hem üretim maliyetiniz yarı yarıya düşer, hem de elinizde piyasada 100 liraya satılan ancak maliyeti 50 lira olan çuvallarca toz şeker kalır. al sana kısa yoldan zengin olma yolu. (bkz: ytd)

    siz piyasada neden bu kadar ikinci ve üçüncü kalite çikolata bisküvi, şeker firması var sanıyorsunuz. oran vermeyeyim ama çoğunluğu paravan. sadece bu yolla büyüyen ülkeyi domine eden markalar var. isimlerini buradan yazmayayım.
    onun için siz siz olun ihracattaan dönen çikolataları tercih etmeyin gidin bildiğiniz markanın çikolatasını yiyin. sonra şeker diye vücudunuza %100 glikoz şurubu almayın.
    şeker aynı şeker, çuval aynı çuval, logo aynı logo. yani bu şekerin piyasaya arzında önünde hiçbir engel yok. tek sorun bu malın faturası yok.
    bu durumun da çaresi malı kdvsiz faturasız el altından 92 liraya satmak. inanın millet kapı önünde bekliyor 100 liralık malı 92 liraya alayım diye.

    2000 yılında şeker kıtlığı yaşanırken 2018 türkiye'sinde (şeker üretimi artmamasına rağmen) şeker bolluğu yaşanıyor. bugün devlet depolarında ülkemize 1 yıl yetecek kadar şeker var.

    ülkenin en büyük 2 şeker fabrikası zaten çoktan özeleştirildi. bunlar konya (torku) ve kayseri (pan) şeker fabrikaları. şu anda piyasayı domine eden fabrikalar zaten bunlar. yani diğerlerinin tamamını toplasan bir torku etmiyor.
    hal böyleyken devlet neden kapasite arttırımına gitsin. zaten ülkede şeker boluğu yaşanıyor. daha doğrusu insanlar artık şeker değil glikoz şurubu tüketiyor.

    böyle olunca devlet fabrikaları hala 70 lerin teknolojisi ile ayakta kalmaya çalışıyor ve bu durum da devlet üzerinde yük oluyor. çünkü eski teknoloji ile zarar kaçınılmaz.

    şimdi zurnanın zırt dediği yere gelelim. şeker fabrikaları ile askerin çok önemli ortak bir özelliği var. o da arazileri. fabrikalar da askeri alanlar gibi şehir içlerinde kaldı ve arazileri çok değerli oldu. bu araziler ufak tefek de değil. eski devletçilik anlayışı ile kurulmuş fabrikalar bunlar. arazileri uçsuz bucaksız. hem de şehir merkezlerinde.
    yani anlayacağınız özelleştirilen fabrikalar değil, fabrika arazileri. yanlışım varsa suser arkadaşlar düzeltsin ama fabrikayı boşver adam araziyi alıyor o fiyata.
    bu ülke böyle durumları telekom ve tedaş özeleştirmelerinde de gördü. askeri alanların imara açılmasında da.

    not : filistin - israil arasındaki husumeti hatırlayalım. filistinliler israillilere arazilerini para ile sattı. sonra bir gün baktılar ki memleketi komple israillilere satmışlar, farkına dahi varmamışlar.
  • geçtiğimiz ay tarihte ilk kez rusya'dan 1400 ton şeker ithal etmemizle sonuçlanmıştır.
    https://tr.sputniknews.com/…ker-ihracatina-basladi/
  • başıma birşey gelmeyecekse pek dert etmediğim özelleştirmelerdir. şöyle bir bakıyorum, cumhuriyet bu fabrikaları ayrım yapmaksızın anadolu’nun her yerine serpiştirmiş.

    bugün satılacak olan fabrikaların cogu ak kalelerde. çorum, niğde, kırşehir.. çok güzel, umarım birkaç sene sonra fabrikalar tümden kapatılır. arazilerinde rezidanslar yükselir, nevşehirli kardeşlerimiz de gidip oralardan ev alırlar. çünkü en yüksek dolar mevduatı olan illerimizden.*
  • tarımı baltalamanın en güzel örneği. şimdi devlet 656 milyon lira kar yaptığını sanıyor ama uzun vadede öyle olmuyor işte. bilmiyorum şeker pancarı üreticilerini hiç düşündüler mi? şimdi bu fabrikayı satın alan şirket "tonunu şu kadardan alırım işinize gelirse" demezse bende adam değilim.
  • kimsenin umursamamasıyla üzen süreçtir. burada para toplayıp biz alalım. kaç para ulan bir fabrika? kaç bin tane yazarız.
    hesaplayan adamlar göreve!!!!
hesabın var mı? giriş yap