• eski manken-kral tv vj'ini eş olarak seçmesiyle, kendisine platonik aşk besleyen başörtülü teenagerlara 'erkekler ve hayatın yüzleşilmesi gereken en basit-en acı gerçekleri' konusunda ilk büyük dersi verdiğini tahmin ettiğim adam.
  • sırrı süreyya önder tarafından artık bayaa yontulmuş görünen aydınımsı*.

    barış pirhasan'ı konuk ettikleri programda* konuşma süresi %1'i geçmedi ve hepimiz için hayırlısı oldu. "sen niye konuşmuyon gardaş?" diye soranlara, "yok ben dinliyorum artık", "ben böyle iyiyim" türünden cevaplar verdi. iclal aydın'ı konuk ettikleri programda da artık iyice kopmuştu. muhabbet yanda kaynarken "bilmem ne abiiee! hoşgeldin!" diye bağırdı rejiden yana doğru, kahvede sohbete ortak olamamış yancı gibi. iyi ettin, bu programa vesile oldun da, sana müsaade artık ya selocan.

    yine son programda iclal de durdu bi ara, "sen sessiz kaldın genç", dedi. tabi bir kere uyarılınca pili takılmış durasel ayusu gibi zırt başladı "x'in kitabında şeyden bahseder, y bu konuda şöyle der" ottu köktü... sıkıcı, alakasız, yarım anlaşılmış teraneler.

    zamanında sırrı beyin alenen söylediği laf hala bakidir: geçmişte okudukların ve gördüklerinden bize bugün hakkında özgün ve sana dair bişey demezsen, biz seni niye dinleyelim. gideriz o bahsettiğin adamları dinleriz, onları okuruz canım benim.
  • bir keresinde yine denk gelmiş*, "eh başka bir şey de yok bakalım dayanabilirsem diyerek isteksizce izlemeye koyulmuştum. ta ki ali mendillioğlu'nun dostoyevski'nin kanımca en önemli kitabı olan yeraltından notlar'indan bahsedene kadar. sonrasında yaklaşık 15 dk dikkatle gözlemledim.

    program boyunca yine o gereksiz çıkışlarıyla bu adamı da rahatsız ettiği belli olmuştu söz konusu kişinin. yeraltından notlar'ı kendi hayatıyla örtüştüğü biçimde son derece zekice yorumlayan atık toplayıcı ağabeyi çekemediği de görülüyordu. neydi problemin bu adamla diye düşündüm... ali mendillioğlu bana varoluşçu ayakkabı boyacısı'nı hatırlattı.

    "ben sizin vicdanınızı istemiyorum. sizin vicdanınızda yer alsam ne almasam ne artık hiçbir şeye inanmıyorum" sözleri ne kadar da haklıydı. ve gerçek haktan korkanlar da vardı!

    başka ne olmasını bekliyordun güçlünün gölgesinde olmayı bu denli içselleştirebilmiş ve hala bize erdemden bahseden sen! artık hiçbir şeye inanç besleyemeyecek kadar umutlarını yitirmiş ya tutunamayan adam, bu durummuş meğerse onu rahatsız eden. öyle ya her şeyini yitirsen de inancını kaybetmeyeceksin ki sömürülebilesin. umut edecek ve acıyı çekme kabiliyetini uzatacaksın. çok şükür diyecek ve boyun eğmeyi kabulleneceksin.

    bir de son dakikada tarkovski'den ve stalker'dan bahsetmez mi, onu da anlamamış besbelli.

    ¨ben artık hiçbir şeye inanmıyorum ama biz varız ve güçlü olmalıyız¨ diyen kendisinden entelektüel emekçiye selahattin beyefendi şöyle dedi; "ki hala inanamıyorum; hiçbir şeye inanmaman fena, hele ki vicdanı terk edip bir de güçlü olmayı istemek. stalker'da tarkovski 'güçlenen kaybeder vs' der. güçlenmek istemen ve vicdanını her iki tarafın da kaybetmesi aslında toplumsal olarak kaybetmemiz anlamına geliyor."

    peh peh. neymişsin sen yahu? evet stalker'da yaklaşık olarak öyle denir ama sen bunu hiç mi günlük maddi koşullar içinde değerlendirmezsin, hiç mi tarihsel materyalizm gibi kavramlar duymadın? hiç mi sokağa çıkmadın ve dünya tarihinin senin yaşadığın küçük bir dönemden ibaret olmadığını düşünemedin? nesnel düşünmek ve yabancılaşmamak konusunda biraz olsun çaba sarfetmek bu kadar mı zordu?

    güçlü olma demez tarkovski, diyemez de. buna hakkı yoktur, ki bunun farkındadır ve bir de güçsüze güçlü olma diyebilmek ancak senin gibilerin işidir. sadece güçlü olmaya gerek duyulmasının saçmalığından bahseder. neden güçlü oluruz ki? bizi güçlü olmaya iten, buna yönlendiren ve lanet olası sonu belli yazgıya mahkum eden nedir? diye sorar. güçlü olmasaydık da olmaz mıydı? bir çocuğun huzurlu dünyasını terketmek zorunda değildik ve onun gülüşünü, yaşam sevincini, öğrenme ve yenilenme kabiliyetini, şaşırma hakkını, katılaşmadan yaşayabilme özgürlüğünü... yaşabilmek için, bir hayatımız olabilmesi için güçlendik ve güçlendikçe öldürdük kendimizi. edilgen fakat doğaya uyumlu esnekliğimizi kaybederek bu yazgıya mahkum edildik ve durmadık, gelenleri de hücremize kilitledik, kaderimiz dediğimiz sona zorunlu kıldık. bize öğretilenin dışına çıkamadık ve çıkanları da dostoyevski'nin suç ve ceza'sında dediği gibi ya kendimize dahil ettik ya da yok ettik. eğer yolu değiştirmemizi öğütleyenler olur da kazanırsalar, işte o zaman onun yolu bizim yolumuzdur dedik.

    ama şuna bakın hele, gelmiş de, son derece zorlu bir haya yaşamış, etrafındaki tarihin en soyut ama en acımasız sisteminin çarkları arasına sıkıştırılmış ve toplumun yabancılaşmasıyla ötekileşmiş insana sen güçlenme diyor! sen bunu nasıl söylersin. ibn haldun yüzyıllarca önce senin gibilerden bahsetti; kaybedenler karşı tarafı değerlendirmek veya direnmek yerine onlara doğa üstü güçler yükler ve bu biçimde kaybedişlerinin acısını azaltırlar ve bunun mutlak kaderleri olduğunu düşünürlerdi. erk nerde biliyorsun ve buna göre konumlandıyorsun kendini.

    savaşı şimdilik kaybedenlere değil, kazanan tarafa, onun karşısındakilere söylesene. onu bu hayata mahkum edenlere. ondan hala, hiç çekinmeden ve anlamak için önemli saydığın hayatının bir dakikacığını ayırmadan itikat sahibi olmasını istiyorsun. okuyacağını biliyorum ve itiraf etmeliyim ki, midemi bulandırmıştın. ve şunu unutmayın herkesi kandıramazsınız.

    kendine karşı yerlaltından notlar'daki kadar dürüst olabildin mi bilmiyorum ama ne yapmalısın biliyor musun, evde ışıkları kapat ve eduard artemiev'i dinle. sadece bunu yap ve sonra yazarın ve stalker'ın yüzlerine bir kez daha bak. farkın ne olduğunu anlamaya çalış. çünkü orada büyük bir fark var. yanlış ama haksız olmayan bir gidişat ve haklı ama yanlış bir surat!
  • kafa dengi programında, roni margulies'in, dinin gerekli ama insan yapımı olduğunu öne süren köşe yazısını okuduktan sonra, eleştiri konuşmasına,
    "roni ingiliz vatandaşı mıydı ?"
    diyerek başlayan, über ılımlı, ilimli, dindar demokrat, tv şeysi.
  • genetiği zararlı çocuklar yürümeden yok edilsin, cümlesini sarf eden müdürün ironi yaptığını söyleyerek gece gece dumura uğratmış kişi oğlu.

    şimdi bunu bir cımbızlama olarak düşünen varsa, bugünün tarihi ile malum kanalından dinler.
  • alıntı yapmazsa ölecek hastalığına yakalanmış bir adam.

    pazar akşamüstleri, dur biraz televizyon açayım, şöyle bir uzanayım diyorum, karşıma çıkıyor hep. dert çekmeyi sevdiğimden izliyorum. 10 dakikada 5000 hikaye, özlü söz, mesel, roman parçası içinde kaldım. yetmedi, bir de kısa çorap giymiş, paçadan eti görünüyor, yönetmenin de umurunda değil, çile dolduruyorum resmen.
  • tanımlı beyaz türk gibi yaşamak isteyen, yaşayamadığı için de kibirli bir tebessümle tanımlı beyaz türkler'i küçümseyen televizyon çocuğu.

    goethe, rilke, hesse'den iki satır alıntılaması entelektüel soslamasından başka bir şey değil. ötekileştirme hastalığına o denli tutulmuş ki itiraz edenin twitter hesabını anında blokluyor. 'sarışın ablalar' diyerek aşağılamaya çalıştığı kitleye içten içe delicesine özenirken, asla aralarında doğalında nefes alamayacağını bildiği için intikam duygusuna yenik düşüyor. yanısıra kent soylu kişilerin modernizm dayatmasından yediği tokadı ara ara dile getirse de, o tokada razı bir imrenme halinde.

    görsel

    keşte kimliğindeki taşralılıktan utanmamayı seçebilse.

    yakın zamanda zor görünüyor.

    edit: görsel
  • konuşurken ne kadar duraksayıp akıcı bir anlatımı yok gibi görünse de son derece net ve doğru kelimeler üzerinden devam eden bir hitabeti var. bir meseleyi anlatırken başvurduğu referanslar dikkate değer. islamcı entelmiş ya da yeni yetme burjuvazi gibi sıfatlarla acımasızca eleştirilmesinin anlaşılır bir tarafını göremiyorum. dini hassasiyetleri olan birinin sartre'dan, voltaire'den tolstoy'a, russel'a oradan doğu edebiyatına, edward said'e hatta ali şeriati'ye* uzanan geniş bir perspektifden bahsetmesi alışılagelmiş bir durum değil. ülkenin kültürel havuzunda pek rastlanmayan bir örnek olmasından dolayı kolaycı bir bakışla eleştirldiğini düşünüyorum. "-ne diyor" diye dinlemek yerine islamcı burjuvazinin yeni yetme enteli işte denip geçilmemesi gereken biri.
  • kendisinin tek özelliği diğer yazar/şair/düşünürlerin ne düşündüklerini bize iletmek. insanın bir tane özgün düşüncesi olmaz mı yahu.
  • şairliği de yazarlığı da trollüğü de beş para etmez. o kadar büyük yazar var ki. hayat bu yeteneksizleri okumak için emin olun çok kısa.
hesabın var mı? giriş yap