• geçen yaz doğu karadeniz turu yapmıştım. kah yemyeşil doğa içinde dere kenarlarından serin ve ılık bir rüzgar eşliğinde yılan gibi kıvrılan yollar, kah dağlardaki çam kokusu, çayın - fındığın anavatınını doyasıya solumak anlatılmayacak kadar halikülade bir hazdı.

    çeçeva'da fotoğraf çekilmedik demedik, fırtına deresi üstünde ziplin yapıp; uzungöl manzarasında salıncakla havalara uçtuk. hepsi çok çok güzeldi.

    antalya'da, muğla'da, bodrum'da sizler 50 faktör kremlerinize rağmen 3.derece yanık kokusu salarken doğaya biz ince hırkalarımızı sırtımıza giyip çise altında bol bol gezdik tozduk.

    macahel şelalesi'ne ayrı bir parantez açmadan edemeyeceğime kanaat getirdikten sonra da bu yazıyı kaleme alma gereği hissettim. tam da 11 ay sonra yazma gereği hissetmem tesadüf değildi. keza ve zira ben tesadüflere inanmam. her şeyin tevafük olduğunu bilen bir insanım.

    yaklaşık 675 metre aşağıda arabayı bırakıp dik bir patikadan tırmanıp şelaleye ulaştığımızdan mıdır yoksa "onca yolu geldik mazot parası boşa gitmesin" dediğimizden midir bilinmez ama şelale görünmeye başlamadan (yani şelalenin taşları dövdüğünü anladığımız saniyeden) önce yerimizde duramamıştık. içimizi tatlı bir heyecan kaplamıştı seslerden.

    en son bu hissi istanbul seçimlerinde 2. kez kazandığımız gece tatmıştım. beklenen büyük istanbul ekremi tüm yüreklere güven salarken yani. neyse efendim adımlarımız hızlanmıştı artık. ufaktan tahta köprünün ayağını görünce ben bi bayılmışım. kendime geldiğimde eşim yanımda değildi. beni eğrelti otundan oluşan bir yeşilliğin üzerine, kurumaya bırakılan şebinkarahisar dut pestili gibi bırakıp gitmişti şelalenin yanına. o ana kadar yaklaşık 136 adet fotoğraf çekmişti bile. bundan emindim. gerçi onun telefonu samsung a71'di ve ona söyleyemesem de fotoğrafları hiç iyi değildi. içimden mırıldanmıştım, bensiz bunca maceraya nasıl da hemen kalkışmıştı. oysa ki kalkışmalar iyi değildi, o da biliyordu.

    binaenaleyh ben de şelalenin yanına geçmiştim hemen. baktım ta en yüksek yerinden uçan suların köpük köpük üzerimize düşüşü masalsı bir hava katmıştı bana. kadrajım aşağıya indikçe bir de ne göreyim eşim dudaklarını büzerek selfie çekmeye devam ediyordu. oralı olmuyordum ben. bilirim oralılar iyiydi ama ben olmamıştım işte o an. dudak büzmek nedir abi ya? ıyy.

    tam da karmaşık duygular içindeyken iphone 11 128 gb mor renk telefonumun çalmasıyla irkilmiştim. baktım yan komşum, 37.yaşını geçen ayın 17 'sinde bizim eve bakan 7.5 metrekare balkonunda tek başında denizli ili güney ilçesinde üretilen sava marka beyaz şarap eşliğinde kutlayan belinay cansu bacıydı bu. "allah allah ne oldu acaba" derken içimden telefonu soldan sağa çekerek açmıştım. bazen bu telefon açma imgesi yuvarlak şekilde çıkıp yukarı sürüklemek suretiyle de açılıyor evet haklısınız ama bu kez soldan sağa çekmek şeklinde çıkmıştı.

    "alo" dedim tiz bir sesle. "buyur bacım hayırdır ne oldu"

    o sırada ıp-ıslak olmuştum. şelalenin iyice dibine girmişim, hatta hemen suyun düştüğü yerde oluşan ufak havuzun dibindeki pürüzsüz taşları gayri ihtiyari toplayıp üst üste dizmişim. hafiften de bir taş ev yapmışım hemen kenarına. insan telefonla konuşurken anlamsız adımlar atıp elinin altındakilerle garip şekiller yapar bu bir gerçek. 3 ay önce haber aldım turizim bakanlığı o taş evi de korunması gereken ülke mirasları arasına almış. ülke turizmine küçük de olsa bir katkım olduysa ne mutlu bana.

    belinay'ın sesi 10,3 km tempolu koşmuş plaza kızı sesi gibi nefes nefese geliyordu. genelde de squat yapardı bolca. kendi sağlığına dikkat ederdi vesselam.

    söze girdi, "ya özür dilerim sizin de tatinizi böldüm ama sizin evin penceresi açık kalmış burada da ufaktan bir yağmur başladı şu an dışardayım ıpıslağım üzerimde ince askılı pembe tshit ve parlak taytım var, yağmur birden bastırdı, sizin evin bizim balkona bakan penceresinden perde de dışarı çıkmış savruluyor bir haber edeyim dedim" dedi.

    şaşırmıştım. aslında tüm pencere ve kapıları kilitlediğime yemin edebilirdim. ama etmedim çünkü doğru da olsa sürekli yemin etmeyi alışkanlık haline getiren biri hakiki anlamda mü'min olamazdı. bu yemini itibarsızlaştırmaya yol açabilirdi.

    hemen hızlıca durumu karıma anlattım, o sırada telefon kulağımdaydı tabii cansu'nun hızlı nefes alıp vermesi sakinleşmeye başlamıştı. eşim "annene anahtar bırakmıştık aşkım bi gidip baksın madem" diye çözümü şıp diye bulmuştu. gerçekten her zaman çözümü kolay bulan biri olmuştur. öss'de mat1 ve mat2'de tek yanlışı vardı zaten.

    ben ise belinay'ın soluğu, eşimin görülmeye değer şelale manzaralı yüzü ve şelaleden uçan suyun hazzı eşliğinde evimin perdesinin ıslanması akabinde evin parkesinin sudan kabarabileceği fikrini aklımdan çıkaramıyordum. 2 sene önce 17bin tl'ye yaptırmıştık şu an en az 50.000 tl vardır, nasıl öderim. gerçi konut sigortamız var ama olsun ya karşılamazsa? bu fikir 12 saniye kadar aklımı meşgul etmişti.

    karadeniz turu öncesi aklımda iş stresinden uzaklaşma hayalini kurarken ne şehir hayatı içine sıkışmış evimin penceresi ne belinay isminin ne anlama geldiğine dair bir türlü google'dan araştırma yapma fırsatı bulamayışımın pişmanlığı, ne de izmir'de aniden söğüşçüler sokağına telefon kameramın video modunu açıp bir tezgaha yanaşıp tanıyor gibi abuk sabuk sorular sorma fikrine engel olabilmiştim. 37 yıldır aynı tezgahta söğüş kesen mehmet amcamın çok da umrundaydım sanki. genç ustalar dili yanağı czn burak'ın soğanı domatesi kestiği hızla keserken mehmet usta ise ağır ağır kesiyordu. en sonda da beyinden iki kesim alıp en üste ekliyordu.
    bunca zorluk yetmiyormuş gibi bir de yeni yetme youtuberların bu zorba videolarına maruz kalınca iyice parkinsonu tutuyordu. hak veriyorum mehmet usta'ya. kınamıyorum, allahı var ümit vermedi, gel demedi.

    oysa ki ellerinin titremesinden onun benden daha çok tatile ihtiyacı olduğunu ama ülkenin ekonomisine dış mihraklar tarafından yapılan müdehale akabinde oluşan maddi sıkıntılar sebebiyle onun da para kazanması gerektiği gerçeği apaçık karşımda duruyordu. apaçık yerine çırılçıplak tabirini de kullanabilirdim ama terbiyem buna müsade etmezdi. mehmet usta'yı çıplak hayal etmeniz onun ve benim onurumuzu zedelerdi.

    oysa belinay'ın elleri hiç titremiyordu. ıslandım demesinden anlamıştım bunu. onun da balkonunda geçen yaz mutfak dolabını 23.500 tlye ilhami usta'ya yaptırırken mutfaktan çektirdiği, ucunda 2,5 metre uzunluğunda mavi bir hortumu olan çeşmesinin olduğunu biliyordum. bazen çiçeklerini onunla suluyordu ve elleri de hiç titremiyordu çünkü. titreseydi aşağı balkona su akıtır komşu şikayetine sebep olurdu. ama ben onun hiç bir komşusuyla kavga ettiğini görmemiştim. gece 03:02'de teheccüt namazına kalktığımda onun da balkonda viski yudumladığını biliyordum. onun için de hidayet diliyordum mevlamdan. çiçekleri suladığı belliydi. yoksa beni gözetliyor olamazdı. tövbe!

    dediğim gibi artvin şavşat karagöl kalbe benziyordu ve belinay'ın elleri hiç titremiyordu. bu bilgi bana bir ömür haz olarak yeterdi.
  • kesin yaşanmıştır bu
  • ne anlatıyo lan bu
hesabın var mı? giriş yap