• yıl 2002. uzun bir ilişkiden yeni çıkmışım. çıkmışım derken gönüllülük esasına göre bir ayrılık olmamış, doğrudan tekmeyi yemişim. sevgili ayrılınca ben de ayrılmış sayılmışım. iri, parlak, güzel gözlerim olmuş üzüntüden salamura zeytin. bütünüyle bir yaralı ceylanım. çok fenayım.

    gökyüzünde yalnız gezen baldızlar gibi salınıyorum istanbul sokaklarında. her ayrılık sonrası yapılan eski sevgiliye dönme, yeniden alışma, öpüşme, koklaşma, sevişmeden ibaret gönül avutma eda ve halleri içerisindeyim.

    eski sevgiliyle buluşacağız. ben açıp yaralarımı göstereceğim. o pansuman yapacak, beni avutacak.

    eski sevgiliden ne olursa işte o olacak.

    buluşma yerine erken gelmişim ki vakit geçsin diye bir internet kafeye girdim. oturmamla beraber yanımdaki "hocam alır mısın" diyerek patates cipsi uzattı. aldım, ordan burdan muhabbet ederken farkettim ki yanımdaki arkadaş o dönem baya da ünlü bir tv programının çok sempatik sunucusu. o da manitasını beklerken vakit geçiriyormuş.

    derken burayı biliyor musun dedi. baktım siberalem diye bir site. yok dedim ne ki bu. bir anlattı ki klasik bir türk erkeği olarak gözlerim açıldı, istikbal gözlerimin önünde belirdi.

    ve peşinden, bu arkadaşlık sitesinde yazıştığım hiçbir kızla, fotoğrafını görmeden tanışmamanı sıkı sıkı tembih etti. ben yandım sen yanma dedi. sabırlı olursan çok ekmek var dedi, ki güldüm ben de bu ekmek ile kadını kutsayan sözlerine. lakin istanbul fırıncılar odası başkanlığını kazanmış başkan adayı mutluluğu da gözlerinden okunuyordu.

    sonra akşam eve geldim. siberalem'e üye oldum. façalı şekilli aynalı bir fotoğraf koydum. arkadaş arama bölümünde ise, "doktor, öğretmen ve mühendis olsun, boyu 1.60 - 1.67, kilosu 47- 57, hiç evlenmemiş, teni açık, saçı siyah/kahverengi olsun, burcu da akrep olmasın da ne bok olursa olsun" temalı bir arama yaptım.

    ki hayalimdeki nefise karatay'a denk geleyim, taze bahar dalları gibi çiçeklenelim, çiçekler açsın böcekler ötsün, kırlarda sevgililer el ele gezsin. beklentim bu yönde.

    velhasıl bir kızı beğendim, mesaj göndereyim de o da hemen cevap yazsın, ne bileyim bohemian rhapsody ortamından made in heaven diyarına geçeyim ruh halindeyim. çok mutluyum allahım yarabbim.

    a bir baktım site benden paralı üye olmamı istiyor. kulağımda falcı kadının, aklımda internet kafedeki cankuşun sözleri, dedim olayım. mesaj gönderebilmek için tek yol buydu ve ben hemen içine girdim.

    artık enlil ne verdiyse beğendiğim tüm kızlara mesaj gönderdim:

    "merhaba, fotoğrafınızı ve profilinizi beğendim. siz de arzu ederseniz sizi tanımak isterim.
    selamlar.
    altay"

    gece yarısına kadar bekledim, bir zalımın kızı cevap vermedi. içtim, yattım uyudum kahrımdan.

    ertesi akşam eve geldiğimde siteye girdim. tuzaklarını kontrol eden avcı dikkati ile mesaj kutuma göz attım. 20 kusür profile bakan var, mesaj gönderen bir insan evladı yok. tam bir özgüven yıkımı. şerefsizler.

    bu duygular içindeyken birden küçük bir pencere açıldı, bir şey oldu, şimşekler çaktı, kalbim pıt pıt attı.

    ve "merhaba" yazısını okudum. elim ayağıma, farem pedime dolandı. bir heyecanlandım, fırıncılar odası nihayet coşmuş, kader yüzüme gülmüştü.

    muhabbet ederken yavaş yavaş siteyi de öğrenmeye başladım. ancak kızın fotoğrafı yoktu. psikolog idi. dedim zaten ihtiyacın olan bu oğlum, kul sıkışmazsa zeus yetişmezmiş.

    bu arada kız "fotoğraf gönderir misin" türü ısrarlı taleplerime yine ısrarla karşı koyuyor, "merak etme gerçekten güzelim, çok alımlı olduğumu söylerler, beni beğenmeme ihtimalin yok, yarın buluşalım, zaten buluşunca beni göreceksin ki beğenmezsen görüşmezsin ama kesinlikle beğeneceğini biliyorum, bu arada tipim aynı funda arar" diyordu.

    funda arar kimmiş lan aramasını tahmin edersiniz ki ışık hızıyla gerçekleştirdim. google sağolsun yardım etti bana. funda arar ile ilk tanışmamız da böyle oldu. funda hanım selamlar.

    bu arada fark ettim ki ağzımın yanından salyam akıyordu. mutluydum. işte olay buydu. hem türk kızı, hem güzel, hem alımlı, hem erkeğine çekinmeden mesaj gönderebilecek cesarette. bir de funda arar. allahım allahım.

    neyse kız bana telefonunu verdi. konuştuk saatlerce. bir ses tonu var, bir cilveleri var, arada üstü kapalı cinsellik göndermeleri var, sanırsın peri padişahının kızı. sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı, yatakta aşk kadınına dönüşen o güzel insanı bulmuştum. sanki beni ilk defa güneşe çıkarmışlar, bahtiyarım.

    randevulaştık. ertesi öğleden sonra mis gibi hazırlandım. aynadaki figürüme bakarak "kız olsam verirdim len sana ahah" diyerek şakalaştım, keyifle yola çıktım. istiklal caddesi girişindeki bilmemne konsolosluğunun civarında duvara yaslanarak, kendime seksi bir hava verdim ve beklemeye başladım.

    göz ucuyla da meydan tarafından gelen kızlara bakıyorum. "ulen inşallah budur ya da aman hassiktir bu olmasın" diyerek bölgedeki kızların istiklal caddesine kontrollü girişini de sağlıyorum. bu arada sevdicek bir türlü gelmiyor. sağ arka ayağımı da duvara sabitlemişim, seksi duruşumu bozmamak adına indirmiyorum, ki harbiden ayağım ağrıyor lakin "imaj her şeydir" görüşünden de vazgeçemiyorum.

    derken sağdan bir ses "merhaba altay" dedi. döneyim bakayım derken az kalsın düşüyordum üstüne. ayağım uyuşmuş.

    ana. bu ne lan. o telefondaki melek nerede, bu kim. lütfen. birden uyuşma diri bedenime sıçradı.

    abicim, ablacım kız bildiğin şam şeytanı. yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber nedim, bir peri suret görünmüş bir hayal olmuş bana.

    aaa, böyle bişey olur mu ya. buluştuğum kız 1.55 boylarında, çok çirkin. suratına bakılmayacak ölçüde itici. çirkinlik de bir yana. o kaynağı belirsiz özgüven nedir tanrı aşkına.

    lan ayağımın ağrısına mı yanayım, kız beklerken komodo ejderi bulmama mı, bahtıma mı, neye bilemiyorum. kulaklarım çınlıyor, allahım içim yanıyor, çılgına dönen bir hayvan gibiyim ama beyefendi kişiliğimden de, efendilikten de taviz vermek istemiyorum. kuzu kuzu bakınıyorum. ne yapsam bilemiyorum.

    ki kız söze girdi: "bak beğeneceksin demiştim. gel hadi biraz yürüyelim."

    aşağı doğru yürümeye başladık. ben bu arada iffetimi nasıl muhafaza ederim, olay yerinden nasıl kaçarım, bırak taksim'i, marmara bölgesini nasıl terk ederim onu düşünüyorum.

    sonra kız "şuraya oturalım mı canım" demesiyle caddenin 50 metre yukarısında bir kızılca kıyamet bir gümbürtü koptu. kırılan cam sesleri beni kendime getirdi, nöronlarım kıvrakça dans etmeye başladı. kıza dedim ki sen otur, ben bir bakayım ne oluyor orada."

    sonra kavga eden grubun arkasından geldiğim istikamete hızlı adımlarla yürüyüp, otoparktan arabayı alıp bir ezik gibi bölgeden kaçarcasına uzaklaşmam var, ki sanki döviz bürosu soymuşum, devletin kolluk kuvvetlerinden kaçıyorum.

    15 dakika sonra aradı. açmadım karagözlüm. defalarca aradı gün boyu.

    nihayet umudunu kestikten sonra şu son mesaj geldi:

    - "sen kaybedersin!"
  • bazen yeter ki gönüller bir olsun motivasyonuyla, tamamen karsidakini psikopat etmek ve dayak istemek amaciyla kullanilan kalip. kullanilirken, tek kasi havaya kaldirmak ve surata alayci bir gülümseme eklemek, etkiyi artirir. mesela, is yerinde yasanmis bir örnege bakacak olursak:

    - ben dislerimi firçalamaya gidiyorum.
    - git. sen kaybedersin.
    - nasil yani?
    - bilmem artik. sen kaybedersin. o kadarini söyleyeyim ben.
    - ne demek bu?
    - sen kaybedersin demek.
    - ya isten çikinca disçiye gidicem. firçalamam lazim. firçalamayayim mi?
    - firçala ama sen kaybedersin. o kadarini söyleyeyim ben.
    - firçlamiyorum o zaman.
    - firçalama... sen kaybedersin.
  • içinde gizli tehditler, büyüklenmeler, kibirler, yapmacıklıklar, ben oldumlar, sikerlerler barındıran samimiyetsiz cümle. bunu duyan insan kesinlikle doğru yoldadır. varsın kaybetsin. varsın büksün boynunu. sıkıntı yok. dönmesin yeter ki yolundan.
  • genelde gerçekten hak edene söylenmez bu cümle.. koca sevgiyi yaptıklarıyla ya da yapmadıklarıyla yok edip gidene söylenmez, çünkü sen kendin "o"nu kaybettin zannedersin o süreçte.. genelde umru(n) olmayana söylenir.. ortada kaybeden ya da kaybedilen bir şey yoktur.. boş bi laftır işte..
  • daha uyuz versiyonu kendin kaybedersindir.
  • zamanin pişirdigi ömürde "tüh kaybettim" azabını bencillik kazanarak alt etmektir.
  • üfff ne sinir, ne kıl lafmış bu yaa. bi diyaloğu tam "hah son sözü de söyledim" şeklinde bitirirken, karşı tarafın sizi bitirdiği an oluyormuş. bir yandan sinirleniyor insan, bu ne cüret diyor, bir yandan da bi "ulan?" oluyor. sahiden de ne kaybederim acebaa? bir de "sen bilirsin" geliyor ardından, off off. bilmiyorum arkadaşım bilmiyorum demek ki işte. bilsem sen bu lakırdıları etmeye cesaret edemezdin. vay bana, vaylar bana.
  • bazen şans yanınızdadır, bazen vicdan:
    (bkz: ayıp olmasın diye sevişmek)
    (bkz: pity sex)
    (bkz: mercy sex)
hesabın var mı? giriş yap