• içim acıyor...
    geçer elbet.
    geçer de, anlamsız bi yerde, unuttuğumu sandığım bi yerde yeniden sızlar. ama varsın sızlasın, sızlamadı mı kocaman sevilmiyor ki...
    ne yapacağını bilememek ne kadar kötü bi durum. beyaz bi ışık arıyorsun bazen, görüyorsun. siyahın yoğunluğu eritiyor ışığı, yine kör oluyorsun.

    nerdesin sen şimdi kim bilir? neler yapıyorsun? aklına geliyor muyum hiç? biliyor musun; ben geceleri hep seninle konuşuyorum, hem de uzun uzun. "seni seviyorum" diye haykırıyorum, dünya umrumda değil... takmıyorum, düşünmüyorum hiçbir şeyi... sadece seni, sadece seni düşünüyorum ve ağlıyorum... senin yanında olamadığım için ağlıyorum, yanında benim yerime bi başkası olduğu için ağlıyorum ve bu gözyaşlarının ne zaman biteceğini düşünüyorum bi yandan da... anlayacağın; işim zor.

    tüm kapıları yüzüme kapadığın günden beri aylar geçti... aylar geçti belki ama içimdeki sevgi hiç bitmedi. hatta inanır mısın; çok iyi baktım ona, büyüttüm sevgimi, sana inat... ama bu gece vazgeçiyorum senden. yalnızca seninle olmak, seni hissetmek, seni yaşamak istemiştim ben, sonsuza... buydu tek istediğim, izin vermedin.

    ancak bilmiyorsun ki geç zamanlar vardır, ne yapsan affedilmeyecek, ne yapsan boş... işte o an geldi, adı üstünde, geç de olsa, geldi, yanıbaşımda... ve şimdi oturmuş, senin için yapabileceğim son fedakarlığı yapıyorum. benden, hayallerimden, dünyamdan gidişini izliyorum sessizce... zor da olsa, çok zor da olsa, yapıyorum bunu, seni içimden atıyorum, siliyorum bütün hatıraları, ardımda bir sürü "belki", "acaba", bir o kadar da "keşke"ler bırakarak...

    şimdi içimden geçen tek bir cümle var:
    keşke sevmeseydim seni, keşke...

    bazen ne kadar genç olursan ol, yorgun ve yaşlı bakıyorsun ve tek bir söz kalıyor geriye; vazgeçmek!

    korkma, seni artık sevmiyorum.
  • söylediğin anda -söylemiş olduğun için değil, söyleyebilir hale geldiğin için- büyük rahatlama veren bir söz. bir kurtuluş ilanı bir nevi, işkencenin bitişinin italik “the end” yazısı. işkence olan sevmek değil bu arada, sevememeye başlamak.

    bilmiyorum belki bana öyle geliyordur, belki yaştan, yahut gözleyebildiğim insan havuzunun lokal sığlığındandır, ancak sevilmeye aşırı anlamın yüklendiği, daha doğrusu tüm anlamın sadece “sevilmeye” bindirildiği bir döneme girdik. sosyal medya çağı, vaktiyle sadece medyatiklerin yaşadığı önemliyim algısını tabana yayıp toplu benlik patlaması mı yarattı nedir, ister aşk meşk duygusallı ilişkiler olsun, ister arkadaşlıklar, herkesin cebinde upuzun bir beklentiler listesi, kendisine ne kadar değer verildiğine odaklanmış halde oturuyor o masada. sevilmek, kıymet görmek çok önemli tabii, her daim de önemliydi, o değil dediğim de… sevebilmek de çok kıymetli. bu gündemimizde yok ama bir şekilde. sevilmeyi konuşuyoruz hep, ne kadar sevildiğimizle tatmin oluyoruz bir tek, şikayet ediyorsak, mutsuzsak o da hak ettiğimiz halde sevilmemekten. sevilmek, daha çok sevilip beğenilmek, daha çok insan tarafından sevilip beğenilmekle ilgileniyoruz paso, derdimiz zorumuz sevilmek. özüyle sevilmek bile değil aslında, sevildiğini hissettirecek tapınmalara muhatap olmak ama oraya girmeyelim. öbür taraf ama ya, yani sevmek? sevilirken olduğu gibi, severek de tatmin olur insan? hem de daha çok tatmin olur anasını satayım, canlı cansız, insan at fark etmez, bir şeyi sevmek, bir şeyi seviyor olmanın kendisi yaşama bağlar, ayağını toprağa bastırır, bir yer verir şu gezegenden sana, enerji verir. sevebilmek sevilmekten çok ama çok daha zordur hem, biri ateşin kenarında ısınmakken öbürü ateşi içinde tutmak gibi. ve verdiği tatmin hissi de katmerlerce fazladır.

    o yüzden hayatında sevecek şeyinin olması çok ama çok kıymetli bir şey. ne kadar çok sevebildiğim şey varsa o kadar dünyalı hissediyorum ben. o kadar yerim yurdum oluyor buralar. cansız nesneleri, ölü yazarları, şarkıları, web sitelerini, ağaçları, çimenlikleri çocukları ve hayvanları sevebiliyor ve sevmeye devam edebiliyorsun kolayca, onlar meydan okumuyorlar çünkü. sevecek yetişkin insanı ama az oluyor insanın. zaten bu kadar azken sevebildiğin bir tanesini artık sevememeye başladığını fark etmek, kıymetli bir şeyini kaybetmek gibi. tamamen kendi içinde bir kayıp hissi bu, karşıdakiyle ilintili değil, yani onu kaybetmek, onun artık hayatında olmayacağına üzülmek yahut onun sevgisini kaybetmekle falan ilgisi yok. sen sevemiyorsun ya artık. kayıp o. o yüzden sevememeye başlayınca başlıyor işkence, sevginin erimeye başladığını hissedince. sevgilinin kendini azcık kötü bile hissetmeden gözünün içine baka baka sana yalan uyduruşunu ilk dinleyişinde, yahut arkadaşının samimiyetsizliğinin ilk kez tabak gibi önüne serilişinde misal. bir buz kütlesinden devasa bir parça kraaaaşşşş diye kopup suya iniyor o an. o er geç eriyip bitecek, bunu o ilk andan biliyorsun. uzun bir süreç bu, çoğu kez aylar, hatta inkarının boyutuna göre bazen yıllar sürüyor. ama nereye gideceğini biliyorsun sonunda bu eğrinin, ve elinden bir şey gelmiyor. o düşen eğri üzerinde ilerledikçe sadece verdiği ağrıyı yaşayarak sabrediyorsun. sonra bir gün ona bakarken fark ediyorsun, eğri bitmiş. kutbun hiç insan gözü değmemiş bölgesindeki su kadar berrak ve gevreksin. üzgün ama rahatlamış. çünkü ağrı bitmiş. ve demet akalın şarkılarındaki gibi nispetli veya coşkun melodili i will survive’lı değil hiç, kendine ait değerli bi şeyi kaybetmiş olmanın teslimiyetiyle akıyor içinden italik italik o “artık seni sevmiyorum” yazısı. bütün iş tahir’le zühre olabilmekteydi çünkü ve sen tahirliğini kaybettin o oturumda artık. le fin.
  • güzel bir birlikteliğiniz vardır. harika başlamıştır herşey ve sevgiliniz oldukça erken bir şekilde sizden önce dile getirmiştir sizi sevdiğini. siz ise tam olarak bunu hissetmemekte, dolayısıyla da onun duygularına karşılık veremediğinizi düşünüp üzüntü duymaktasınızdır. ancak sonraki bir zaman, bunu gerçekten hissettiğinizde siz de dillendirirsiniz ona olan sevginizi; artık hayat bayram olmuştur.

    gel zaman git zaman ilişki devam etmekle birlikte bir takım şeyler sıradanlaşmaya başlar ama telefonu "seni seviyorum"u duymadan kapatmamaya da alışmıştır bünye. oysa ki sevgili bir süredir ailesinin yanında, derste veya mesela bankada olmasını bahane ederek söylemekten kaçınıyordur bunu. yavaştan çanlar çalmaya başlar benliğinizde; birşeyler oluyor diye düşünürsünüz.
    bir gun sorarsınız sevgiliye; ne var? neler oluyor?
    "seni artık sevmiyorum" der.

    hani çizgi filmlerde olur ya; taraflardan biri telefonun ahizesinden içeri girer, kabloları aşarak diğer taraftan çıkar ve patlatır karşısındakine okkalı bi tane. işte siz de bu şekilde midenize yediğiniz yumrukla şaşkın bir halde bakarsınız telefona.
    artık seni sevmiyorum...
    seni artık sevmiyorum...
    seni sevmiyorum artık...
    "artık"ın üzerine basa basa söyler bunu; farkındadır çünkü size kaç kereler sevdiğini söylediğinin.

    bunun üzerine biter ilişki tabii, bu aşamadan sonra devam ettirmek salakça olur. ama siz hala ender anlarda da olsa hatırlasınız yumruğun sertliğini. sonrasında hayatınıza giren kişi/ler siz henüz bunu hissetmiyorken "seni seviyorum" dediğinde/dediklerinde ise otomatik olarak korumaya alırsınız kendinizi, bu seferki yumruk ilkindeki gibi sert inmesin diye...
  • ne kadar zor da olsa bu sözü duyar duymaz söyleyen kişiyi unutmak gerekiyor.

    "owww ne kötü gitti? nerede hata yaptım" diye kendini yemek boşa zaman kaybıdır. belli ki bir şeyler bitmiş. hiç olmuş. olmayan şeyin derdi seni mi gerecek dostum?

    nedir yani? gurur yapmanın, kendini ezik hissetmenin manası yok. insanız ve herşeyle karşılaşabiliriz. kimsenin öyle mükemmel ilişkileri, sonsuz aşkları falan yok. yalnız değilsin dostum. hepimiz terk edildik, hepimizi artık sevmeyenler oldu.

    siktir et ve daha önemlisi devam et. doğrusu bu.
  • böyle düşünüp de, bunu söylemeyip susan zavallıdır. "o benim hala onu sevdiğimi düşünsün, ama ben öyle olduğunu ona söylemeyeyim."
    hmmm... kârdasın dostum, kutlarım!
    bencillik :1 - dürüstlük :0
  • "actığın yaralardan artık kan da akmıyor.." dur.
  • karsinizdaki kisiye deger veren birisiyseniz soylemek got ister.
  • "sessizliklerimden yanılma; senin anlayış sandığın artık umursamazlığım"dır...
  • var olan tek gerçek ayrılık cümlesidir. kurulmadıkça, hiçbir ilişki bitmez. sevgi bitmedikçe, hiçbir ilişki bitmez. söze dökülmeyen sevginin var olduğuna bile inanılabilir ama sevginin yokluğu söze dökülmedikçe, sevginin bittiğine hiçbir insan inanmaz. giderken bunu diyen insana kızmam, alnından öperim. dost acı söyler. düşman gibi gitmeyin.
  • bu cümleyi sadece "o" kurdurabilir insana,
    kendisi için kurulan hayalleri sadece o yıkabilir..
    onun için biçtiğiniz bütün prens/es rollerini tek bir sözü, tek bir hareketi ile ancak o yerin dibine sokabilir...
    en asilin içinden en bayağıyı ancak o çıkartabilir..

    bu cümleyi duydugunda ancak o anlayabilir sebebinin kendisi oldugunu..
    ve ancak o anlamazlığa gelebilir..
hesabın var mı? giriş yap