• ilk gösterimi 21. istanbul tiyatro festivali’nde gerçekleşen, tek perde ve yaklaşık 90 dakikalık bakırköy belediye tiyatroları oyunu.

    beyoğlu’nda bir çamaşırhanede bir araya gelen ve günlük hayatta tanışıklıkları olan ya da birbirlerini “gerçekten” tanıdıklarını sanan 5 kişinin üzerinden bize bizi anlatan bir oyun. düşününce türkiye’yi sembolize etmek için her renk/beden/model/marka çamaşırın bir araya geldiği bir çamaşırhane çok iyi seçim olmuş. 5 kişi birbirleri ve kendileri ile yüzleşirken izleyiciyi de kısa bir zaman tüneline sokarak günümüz türkiye’sinde hızlı bir yolculuk yaptırıyorlar. 90’larımız, 2000’lerimiz, yırtmaya çalışmalarımız, siyasetimiz, çareyi başka ülkelerde arayışlarımız, “gezi”lerimiz, gaza gelişlerimiz, arap turist alerjimiz, ohallerimiz, cepheleşmelerimiz ve tribünleşmelerimizle rahatsız edecek kadar “biz” bir oyun. bunu da unutmamışlar ya da aynı benim vereceğim tepkiyi verdiler yav dedirten yerleri o kadar çok ki. yazar ceren ercan gerçekten toplumumuzun son yıllarını iyi gözlemlemiş. ince görüp sağlam kahkaha attıracak anlarda da ağız tadıyla gülemedik zira ağlanacak halimize gülmek gibi bir şey. pride bölümü ayrıca boğaz düğümlüyor.

    alican yücesoy’un performansında hayvan çiftliği’ndeki vücut dilini anımsatan yanlar var. o üst üste giyindikçe biz bunaldık. salonun sıcaklığı kadar yaşarken üst üste giydiğimiz kimliklerimizi hatırlattığı için olsa gerek. defne şener günay, damla karaelmas ve irem sultan cengiz özellikle sizli/bizli bölümlerdeki alttan ilerleyen gerilimi iyi yansıttılar. bir an aklıma zengin mutfağı düşmedi değil. karşılıklı paslaşmaları da başarılı. emre koç’a ayrıca dikkat derim.

    her zaman ekibinin çalışkanlığını takdir edip severek kayırdığım bakırköy belediye tiyatroları’nın, alican yücesoy genel sanat yönetmenliğine geçtiğinden beri önemli klasiklerin yanında çağdaş eserlere de ağırlık vererek çok sesli bir dil benimsemesi dikkatimi çekiyor. ve kesinlikle daha prostest bir havaya büründüler. ki tiyatro da protest bir sanat olduğuna göre eşittir bu insanlar bu işin hakkını veriyor. (düz adam sami mode) seni seviyorum türkiye de hakkı verilmiş oyunlardan. ve evet taksim çok bozuldu!
  • bugün ankara’da 1.istanbul oyunları festivali kapsamında izlediğim muhteşem oyun. metin güzel, akış güzel, oyuncular güzel, alican yücesoy güzel. hem çok güldüm, hem içime bir taş oturdu. geçmişi ve geldiğimiz noktayı o kadar güzel ve dolu dolu işlemişler ki; herkesin hakkaten ellerine sağlık.
  • bugüne kadar izlediğim en iyi oyun. hiçbir oyun için bu cümleyi kullanacağımı tahmin etmezdim, lakin öyle. ceren ercan, türkiye tiyatro tarihine geçecek bir metin yazmış, yelda baskın yönetmiş, harika oyuncular oynamış; oyuncular açısından epey zorlayıcı, sağlam bir efor gerektiriyor.
    lakin benim bu oyunla ilgili söyleyeceklerim bu kadar yavan değil, ancak nasıl anlatacağımı, nasıl tarif edeceğimi gerçekten bilemiyorum. öncelikle şunu söyleyebilirim, siyasal söylemde yenilik işe buna denir. seyirci olarak kendimize mi bu kadar güldük, beceriksizliğimize mi, pasifliğimize mi, sivriliğimize mi, neye güldük... neye ağladık mesela, hıçkıra hıçkıra her seyircinin farklı bir noktada neydi ağlamasının sebebi... seyircinin bir türlü o koltuğa oturamamasının, o kıpırdanmanın nedeni, bu ülkeyi çok çok çok sevmemiz belki de...
  • hâlâ izlediğim en iyi politik oyunların başında gelir. metni, yeni bir politik söylem geliştirme motivasyonunu seyirciye bırakan dağılmış bir yapboz gibi olması hasebiyle henüz eleştiri veya görüş beyan etme adabı olmayanlar için "kötü" olarak nitelendirilebilmekte, bu da beni hiç şaşırtmamaktadır. çünkü bulunduğumuz bu yerde başarı ya da farklı ifade etme eğilimleri itinayla taşlanır, maalesef.
  • sadece bir köprünün ayrıdığı ataköy-şirinevler metrosunda inip,geniş sokakları ve görece sessiz-sakinliğiyle bir avrupa kentindeymiş hissi uyandıran sokaklardan yürürken oyuna,köprünün taraflarıyla ilgili düşüncelerimi anlatıyordum bir yandan yanımdakilere ve biliyordum bu oyunu çok seveceğimi o anlarda bile
    çünkü seni seviyorum türkiye!
    japon senryuları gibiydi bence oyun; insana,durumlara,olaylara,etrafımızda,çevremizde,yanıbaşımızda,içimizde olanlara dair bu kadar çok şey anlatabilen,bunu mizah ve hicivle harmanlayıp,bu kadar yalın ve sade ortaya koyabilen...
    taksim'den moda'ya,fassbinder'den çelik'e,arizona'dan güney kıyılarına,kemancı'dan,özgür kız reklamına,her biri bizden karakterlerine,zekice, detay detay işlenmiş,herkese bir çok yerden dokunan,gözlem ve sosyolojik analizi mükemmel bir metni vardı oyunun kesinlikle.
    dekor,oyunun çok katmanlılığına eşlik eder nitelikteydi,reji,dramaturji,oyuncular ve performansları harikaydı.
    özetle ''seni seviyorum türkiye'' harika bir ekipten harika bir oyun olmuş,tebrikler!
  • sadece baskıcı iktidarı değil kendini muhalif olarak adlandıranları da eleştirebilen cesur oyun. ("taksim bitti abi ya" muhabbeti, kadıköy övücülüğü, muhalefetin kendi içinde bölünmesi, bir anda ötekinin de ötekisi olabilme durumu, "biz şunu yaparken siz nerdeydiniz, biz şunun için twit atarken siz neden atmadınız?" gibi kısır tartışmalar vs. sırf gezi'den umutla bahsetti diye asla bir propaganda oyunu olarak nitelendirilemez.) ülkeden gidene "neden gittin?", kalana neden kaldın?" denilemeyeceğini ve onları yargılayamayacağımızı çok iyi gösteren bir metni var. bu ülkeden gitmek de bu ülkede kalmak da oldukça zor ve acılı maalesef.
    "ben de korkuyorum ama hiçbir yere gitmemem gerektiğini hissediyorum."

    --- spoiler ---
    alican yücesoy'un kat kat giyinerek yaşadığı o sıkışmışlık, o hareket edememe hissi ülkedeki çoğu insanın sıkışmışlığının özeti. kente dair ne kadar köklü simge varsa silinmesi, gezi ve sonrasındaki ölümler, ihraçlar, kararnameler, terörist ilan edilmeler, onur yürüyüşü yasakları gibi içimizi yakan anılar bir geçit töreninden geçer gibi geçti gözlerimizin önünden. gülümsetirken o gülümsemeyi de insanın yüzünde donduran sahnelerle doluydu oyun.

    en etkileyici sahne finale doğru mültecilerin kendilerini beğendirip avrupa'ya kabul ettirme çabasının seyircilerle interaktif şekilde gerçekleştirilmesiydi belki de.

    - ben bokunuzu temizlerim, ben çok güzel bok temizlerim. beni alın!
    - beni alın, ben esmerim ama gözlerim yeşil!
    - beni alın, benim küçük bir oğlum var hem de sarışın!
    - ben çok güçlüyüm, çok güçlü pazılarım var. beni alın!
    --- spoiler ---
  • ne yazik ki bbt’den beklenmeyecek kadar kotu metne ve muhtemelen bu sebeple kotu oyunculuklara sahip oyun. oyun, dil olarak a haber’in diger taraftaki yansimasi. dilinin duz olmasindan diger entrylerde olumlu bir yan olarak bahsedilse de, ne yazik ki insani dusunduren farkli/zekice bir fikir sunamiyor. cok daha ilgi cekici olabilecek bir konu tek tarafli ele alinmis. camasirhane sahibinin ‘ben sadece sizin gibi olmak istiyordum’ demesi ise hala yukaridan bakan dil kullanim orneklerinden biri. ızlemesi oldukca can sikici ve rahatsiz edici olmustur benim acimdan. camasirhanedeki semboller disinda zekice kurgulanmis cok nokta yok denilebilir. o sahnelerde de alican yucesoy’un oyunculugunun etkisi buyuk.
    farkli konularin birbirine baglanmadan karmakarisik anlatilmasi da oyun takibi acisindan zor olmustur. hadi son 10 dakikaya pride’i da sikistiralim denilmis sanki. kurgu bu son 10 dk uzerine yapilsa cok basarili bir oyun ortaya cikabilir, emre koc’ta bu potansiyel var gibi.
    gezi romantizmi, gitmenin/kalmanin argumanlarinin dogru oturtulmadan herkes gitmek istiyor ve cok hakli heyo cigliklari, kendinden olmayani kendi gibi olmak istiyor zannetmek zaten facebook’u acip kolayca gorebildigimiz seyler ne yazik ki; he evet iste sana gercekleri gosteriyor derseniz bu masturbasyon icin facebooku/twitteri acsam yeter, bunlar gercekler degil bizim icinde yasadigimiz balonlar.
  • doğrudan mesajlar ile dolu değişik bir oyundu. oyuncu performanslarına denecek hiç bir şey yok. fakat söylemek istediğini çok doğrudan söylüyor. bir çamaşırhaneyi mekan olarak seçen oyunun interaktif bölümü en çarpıcı bölümüydü. tek perde 90 dakika olması doğru tercih. sözlükteki diğer yorumların aksine ben en zayıf noktasını ceren ercan'ın kalemi olarak gördüm. metin mesajlarını direkt vermesine rağmen sembolik rejisi oyunu tutarsızlaştırmış.
  • bir bakırköy belediye tiyatroları oyunu. yaşadığımız siyasi ortamın geçmişten günümüze hayatımızda neleri değiştirdiğini; elit ve üst kesimin soyutlanmışlığını, kopukluğunu; insanları ötekileştirmenin, etiketlemenin hayatımızda nasıl normalleştiğini; çevremizde değişen insan profillerini; kısacası içimizde, yüreğimize batan ne varsa çok güzel tespitlerle anlatılmış bir performans olmuş. hem metin, hem reji, hem de oyunculuklar tam dozunda... gitmeden önce nasıl bir eser izleyeceğim diye kafamda sorular vardı, ama çıkışta çok güzel bir tat bıraktı içimde. tebrik ederim tüm emeği geçenleri.
  • 21. istanbul tiyatro festivali kapsamında 16 kasım'da bbt'de izlediğimiz oyun. daha önce gülünç karanlık'ta izleme fırsatı yakaladığımız alican yücesoy'un önce çıkan performansı olsa dahi; damla karaelmas, defne şener günay, emre koç ve irem sultan cengiz'in performansları da çok çok iyiydi. oyun baştan sona izleyiciyi içine alan, her anını takip etme isteği uyandıran bir hızda ilerledi. bunda bbt'nin yüksek sahne kullanımından kaçınarak izleyenle oyuncu arasındaki fiziksel sınır ayrımını belirgin tutmamasının da etkisi olduğu görüşündeyim. türkiye ve dünyada yaşanan siyasi ve insani abuklukları gözümüze sokmadan farklı karakter ve kişilikler üzerinden eleştirmesi çok güzeldi. festivali takip etmek üzere salonda bulunan yabancı konukların oyunu üst yazı çevirilerinden takip edişlerini izlemek, jest mimiklerini göz ucuyla olsa dahi takip etmek ayrıca keyif verdi.* avrupa'nın yaşanan mülteci akınına karşın politik umursamazlığı ve oyunun bu kısmına gelindiğinde yabancı konukların yüzlerindeki ifadeler salonun içerisine oldukça tuhaf bir enerji bıraktı. gergin, tuhaf anlardı. izleyenler arasında yerini alarak oyunu takip eden erol ozan ayhan'ın oyun akışı sırasında birkaç yerde izleyenleri adeta komedi dizilerindeki espri anında *burada gülünecek* gülme efekti gibi yönlendirici müthiş kahkaları da ayrıca güzel detaydı. *
hesabın var mı? giriş yap