• uzun ve söylenmesi zor adından nefret eden ve okul numarasıyla çağırılmak isteyen şemsigül şehrâzat debrecenli'nin çocuk gözünden eski istanbul'u, bayramları, radyo'da çalan şarkıları, aile dramlarını anlatan bir füruzan kitabı.

    kitap iki ayrı öyküden oluşmakta: başlardaki öykü fazla uzun değil, anlatıcının, yani minik şemsigül şehrâzat'ın dilinden anlatılan ikinci öykü ise daha uzunca. konu bilindik türk ailesi öyküsü tadında. ama bazı satırları var ki, insana hüzün veriyor. örneğin bir yeğenin dayısına ne olduğunu çözemeyişi ve iki kızkardeşin, erkek kardeşlerinin gözlerinin önünde eriyişine kahroluşları ve de onu kaybettiklerinde yaşadıkları acı bu konuda kapanmaz yaraları olanları hüzünlendiren tarzda.

    yazar kitapta konuların ayrıntılarına girmemiş, ipuçları vererek parçaları birleştirmeyi okuyucuya bırakmış gibi. lâkin kitabın başlarında duyarlı ve çevresini gözlemleyen minik anlatıcı, son sayfalarda yaşı büyüdükçe duyarsız biri olup çıkmış. sanki yazar kitabın sonuna doğru zamânelerin duyarsız hallerine göndermede bulunmak istemiş, zamanın insanların sevgi ve bağlılık hislerinde yaptığı tahribata imada bulunmayı amaçlayarak son sayfalara bu konuda imalar sıkıştırmış.

    o dönemin mûsikisine de az çok değinen kitap okuyucuya yapi kredi yayinlari tarafından sunulmuş.

    ~~~
    "çocukken yaşananlara önem verilmeli. çünkü insan o yaşlarda sevinmeye öyle hazırdır ki, o sevinçlerin benzerlerini bile yaşayamayabilir bir daha."
  • sevda dolu bir yaz'ın ismi kendinden kalıplı şemsigül şehrazat debrecen'lisi nihavent makamında yaşarken çocukluğunu, hayat arabesk gelmeye başlıyor zamanla.geçmişi anımsamanın verdiği huzursuzlukla kalıplı ismini kısaltıyor,arabesk yıllarda gül diyor kendine.bu sefer kimliği kalıplı geliyor ismine,kenarlardan taşıyor...soğuk kış akşamlarının sarı ışıklı, tepesi dumanlı yoksul evlerine yoğun bir özlem doğuyor,okunan her satırda.
  • firuzan'ın yazdığı, eray eserol'un yönettiği ankara devlet tiyatrosu oyunu.

    oyuna çok kötü diyemem,çok iyi hiç diyemem. yıllar sonra sorsanız "ya şöyle bir oyun vardı. hatırlıyor musun?" deseniz, hatırlamak için oldukça zorlanırdım sanırım. tatsız, tuzsuz, sossuz bir makarna gibiydi oyun.

    bir üst entrydeki suserin de bahsettiği üzere bir anne-kız var oyunda. ikisinin de hemen hemen aynı yaşta olduğunu ilk bakışta anlıyorsunuz. sorarım size ey rejisör! biz bu oyuna nasıl girelim? kendimizi nasıl oyunun içinde hissedelim ? bu durumu devlet tiyatrolarında genel olarak gözlemliyorum. köse, genç oyunculardan at-kelebek metaforuna katkıda bulunmak istercesine takma kaytan bıyıklarla şehzade yaratmaya çalışmalarını unutamıyorum. sanırım kimsenin bilmediği farklı bir tiyatro öğretisi bu.

    tahtsız kraliçedeki "dedi, dedim, dediler..." zırvalarından sonra bu oyunda da "hadi burayı sen oyna, hadi burayı ben oynayayım." bu nedir yahu! oyun içinde oyun vereceksen, bir gelişim içerisinde bir anlam içerisinde ver. ilkokul müsameresi mi bu?
    misafir isimli oyunda da oyun içinde oyun durumu var. ancak o oyunda yazar sıra yarenliği geleneği içerisinde bunu vermiş.

    kız odaya girer ve der ki: " anne bizi istemedikleri belli. internet şifresini bile vermedi." waoow! ne güzel uyarlamışsınız oyunu günümüze. bir yanda paşa, konak, ... efendi, küçük bey söylemleri, diğer yanda rejisör'ün tanıtım cümlesi "osmanlıdan günümüze nesiler boyu devam eden kimlik kavgasını..." ben anlamadım. kız üniversite öğrencisi, kameralı cep telefonu var. annesi de olsun ki 50 yaşında. hangi osmanlı kimliği, hangi çatışma! ben cidden anlamadım. anlayan anlatırsa sevinirim. oyunları günümüze uyarlarken mantık sınırları içinde kalıp, oyunun doğasını bozmamak daha doğru olur diye düşünüyorum.

    tiyatroda daha önce itfaiye meydanı'ndan döşenmiş her biri farklı bir tarz, şekil ifa eden mobilyalardan kurulu öğrenci evi dekoru görmemiştim teşekkür ederim. başka söyleyebileceğim bir şey yok.
  • füruzan'ın yazdığı, vacide öksüzcünün rol aldığı, ankara devlet tiyatrolarının tek kişilik oyunu. 50'li yıllarda zengin bir ailenin oğlunun, yoksul bir ailenin kızı olduğu için bir türlü kabullenemedikleri komşu kızıyla yaşadığı geçici bir ilişki sonucu dünyaya gelen ve pek de mutlu bir çocukluk geçiremeyen kadın kahramanın daha çok çocukluğuna dair anılarını anlattığı oyun. güzel ve sürükleyici.
  • ankara dt’nin yeni sezon oyunu. oyunda izleyen herkesin dikkatini çeken ve yadırgadığı şey anne ve kızı oynayan oyuncuların neredeyse aynı yaşta olması galiba. oyundan sonra çıkan seyircilerin konuştuğu ilk şey bu oldu. bu rolü oynayacak uygun yaşta bir kadın yok muydu acaba koskoca ankara devlet tiyatrosunda ?! bu temel gariplik dışında izlenebilir bir oyun.
  • ankara devlet tiyatrosunun bu sezonki oyunlarından biridir. isminden dolayı önyargıyla gitmiştim ama izlerken hiç sıkılmadım.oyuncular oyun içinde oyun oynayarak anlattılar bütün gerçeği ve farklı karakterleri,farklı duyguları gayet güzel yansıttılar.tek perde, yaklaşık 1 saat 5 dakika sürdü, gidip izlenilmeye değer..
  • gariptir. bir anneden çok babaannenin karakter* üzerinde etkisi daha fazla olduğu hissediliyor. torununun iyi ve disiplinli yetişmesini isteyen bir babaanne. otoriterliği ve ciddiliği yüzünden torununun davranışlarına limitler koyuyor. klasik bir paşa soyu ailesi tipi.
  • sevgi ve bağ(ım)lılık konularında beni oldukça düşündüren bir kitap oldu. şemsigül şehrazat debrecenli’nin öyküsünü okurken, ailesindeki herkesin birbirine olan derin sevgisine imrendim. ama sonlara doğru bu sevginin ve bağlılığın yıkıcı gücünü gördükçe, bu kadar da olmamalı dedim. ne kadar olmalı? ne kadar sevmeli? nasıl ayarlamalı… türk aile yapısı aslında biraz da buna neden olan, herkes ya çocuğu için ya kardeşi için ya da annesi babası için illa kendini feda etmek zorundaymış gibi bir durum var. sevgi fedakarlığı da getirir elbet ama kimse kendi hayatından da geçicek kadar birine sunmamalı kendini. ancak kitabın başlarındaki küçük şehrazat’ın, sonlarda dönüştüğü duygusuz ve ruhsuz genç kadını da sevemedim. bu kadar sevgisiz, makine gibi insanlar da yoruyor beni. doz önemli, ilaç da olabilir, zehir de…
  • füruzan’ın aynı isimli hikayesinden uyarlanan oyun, tek perde ve yaklaşık 65 dakika sürmekte. ana konu olarak esere sadık kalınmış fakat gerek finali gerekse güncellemeleriyle farklı yanları da var. final neyse de güncellemenin oyuna pek yakıştığını söyleyemem. yönetmen kuşak çatışmasını öne çıkartmak istemiş sanırım. sorgulayan nesil ve terbiye edildiği şekilde sorgulamayı akıl bile etmeyen nesil gibi. fakat hikaye daha cumhuriyetimizin ilk yılları havasında olduğu için günümüzde geçmesi kopukluk yaratmış. yorumlanış şekli de hikayeye uymuyor bence. oyun içinde canlandırma tekniği böyle dönemsel oyunlara gitmiyor. füruzan’ın o güzelim tasvirleri için anlatıma dayalı bir sahneleme daha uygun olurdu. misal anlatırken kendini kaptırsa, hayallerde savrulsa falan.

    oyunun bir sorunu da oyuncu seçimi. görsel olarak oyuncuların yaşlarının neredeyse aynı olması ciddi sıkıntıyken bir de eseri okuyanların kafasında hikayedeki kız çocuğunun çok daha küçük yaşlarda olması iyice tuz biber ekiyor. ayrıca dekor ve kıyafetler de yetersizdi. tüm bu olumsuzluklarla birlikte oyuna durağan diyemem. şeyda akova balcıoğlu’nun performansıyla oyun akıyor. oyuncu ve hikayenin buruk güzelliği oyunun artıları.
  • ankara devlet tiyatrolarının geçen seneki "muhteşem diva” dan sonra yine kadın ve kadın olmanın dünyadaki farklı hallerine değinen muhteşem oyunlarından biri. var eden, hayal eden, umut eden, azmeden kadınlara ne mutlu bu hayatta...
hesabın var mı? giriş yap