• "kimse önünü görmüyor. ne tuhaf değil mi? herkes gittiği yeri birbirine soruyor. insan inanmak istemiyor. herkes birbirinden şüpheleniyor ve hayretle birbirinin yüzüne bakıyor. biliyorsun, hayatta her şey gizlidir, her hadise bir sırdır. malum, her insanın altında başka bir insan yatıyor. başka ne olabiliriz? nasıl yaşayabiliriz? herkes bunu soruyor, kendi kendine konuşuyor. herkes kendinden korkuyor, ben de kendimden korkuyorum." sevim burak
  • “delilere yazıyorum, dünyayı anlayanlara zırnık yok!”
  • şimdi mektuplarını okuyordum da durup defalarca aynı şeyi okumama sebep olan bir parçayı paylaşmak istedim. evet, bu gerçek bir mektuptan:
    "oradan konuşamazdım size, kalın boguk bir sesle, artık benim böyle boguk kalın korkunç bir sesim var diyemezdim. siz de anlayamayacaktınız, anlayamadıgımız gibi. ben de sizin yerinizde olsam anlayamazdım. niye mi böyle... çünkü ben artık öyle insansı bir sesle kelimeler bularak düzgün mü düzgün harflerle incecik kıvrımlar ve bükülmelerle mantıklı cümleler kuramıyorum, kurmak istemiyorum."
  • david lynch yönetmen değil, yazar olsaydı ve türkçe yazsaydı bu kadın gibi yazardı.

    (bkz: sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir)
  • "yarışı bırak.
    yarış senin yalnızlığını
    ve
    deliliğini ortaya çıkarır."
  • //[ömer uluç] sevim burak'la, afrika dönüşü, kuzguncuk'taki eve yerleştiklerinde, sevim "yanık saraylar" üzerinde çalışıyormuş. bir gün, çat kapı ece [ayhan] gelmiş eve. sevim'in salon perdesine sayısız küçük kâğıt parçasını iğnelerle tutturarak hikâyesini kurmaya çalıştığını görünce nutku tutulmuş, ömer'in dediğine bakılırsa, saatlerce bu tablonun karşısından ayrılamamış.
    (...)
    modayla, mankenlikle uğraşmıştı bu hikâyecimiz; ama ne dikiş dikmeyi bilirmiş, ne herhangi birşey örmeyi. bereket yazı örmeyi, hikâye dikmeyi çok iyi öğrenmiş.//

    kaynak : "bekçi" - enis batur (oğlak yayınları, 2003; s. 110-111)
  • "açıkgözler için hiç bir şey yazmayacağım. dünyalarını kaybetmişler için, kendim için yazacağım-erken bunamışlara-hayalperestlere- çok acıklılara- bu dünyadan gitmek için hazırlık yapanlara yazacağım.yalnız aklını kaybetmişlerle bu dünyayı paylaşacağım. aşktan aklını oynatanlara-şizofrenlere-aşırı romantiklere- ve aşırı sadistlere"

    bu satırların yazarı da olan, 1965 yılında yayımladığı "yanık saraylar" adlı öykü kitabı ve özellikle o kitapta yer alan "ah ya rab yehova" öyküsüyle türk öykücülüğünün seyrini değiştirmiş; aykırı, ayrıksı, az yazmış ama türk edebiyatının en önemlilerinden sayılmış kadın yazar. iki kez evlenip boşanmış olup, ilk eşinden karaca borar, ikinci eşi ressam ömer uluç'tan elfe uluç isimli iki çocuğu vardır. 1983 yılında kalp hastalığı nedeniyle kaybettiğimiz burak, özellikle son yıllarda yky'nın tüm eserlerini basmaya başlamasıyla birlikte yeniden gündeme gelmiştir. ece ayhan ve cihat burak kendisini, sait faik'le birlikte gerçeküstü öykücülüğün türkiye'deki nadir ve en yetkin yazarlarından biri olarak saymıştır. (özellikle ford mach 1 marka arabayla yaşadığı aşk-nefret ve yokoluş hikayesini anlattığı (bkz: ford mach 1) romanında bu yönü daha da belirgindir). hatta ece ayhan edebiyatçılardan oluşturduğu kızlar sınıfına sevim burak'ı sınıf başkanı yapmış ve kendisini 13 okul numarasıyla payelendirmiştir. burak edebiyat dünyasının dedikodularından da bol bol nasibini almıştır. örneğin yazarın eserlerini yazarken evinin her yerine özellikle perdelere sayfalar halinde iğnelediği ve en sonunda bunların kurgusunu yaptığı, hikayelerinin görselliği de onun için çok önemli olduğu ve bu yüzden editörlerle sıkı mücadelelere giriştiği söylenir.
    eserleri:
    yanık saraylar (öykü)
    afrika dansı(öykü)
    sahibinin sesi (oyun)
    everest my lord(oyun)
    işte baş işte gövde işte kanatlar(oyun)
    palyaço ruşen(öykü)
    ford mach 1 (roman-ölümünden sonra yayımlandı)
    mach 1'dan mektuplar(ölümünde sonra yayımlandı)

    oyunları bir çok kez sahnelenmiştir. (hatta bu yıl ki tiyatro festivalinde ford mach i ve palyaço ruşen'den yola çıkılarak yapılmış bir oyun vardır: ford mach i, palyaço ruşen ve kadın).ayrıca bu ilginç ve yetkin yazarın dünyasıyla tanışmak isteyenler için 27 mayıs 2004'ten itibaren yky kültür'de bir sevim burak sergisi açılacağı da duyurulur.

    sözün özü türk edebiyatının kanadını kendi koparmış, en kötü perisi ve en sağlam kadın yazarıdır.
  • benzeri yoktur. kadın yazar olarak da sadece yazar olarak da edebiyatımızda eşsiz bir mihenk taşıdır. kendinin fena halde farkında olmasından, bambaşka deneylere yolculuk etmesinden midir bilinmez kıskanılan, tepki duyulan, çekilemeyen bir insan olmuştur edebiyatçılar tarafından. leyla erbil'in yazmayı bırakırım nidalarına kadar varmıştır bu kıskançlık... öbür yandan hayatı 'yazmaya oturmak' ile geçmiş gibidir sanki. kalp hastalığı bir yandan, antika düşkünlüğü öbür yandan, kocalarınının antikalıkları beri yandan, hep aklının bir köşesinde paralı bir parasızlık çekme derdi başka bir yandan oturup tıkır tıkır yazma mesaisine istediği kadar zaman ayıramamıştır. yalılarda denizin en dibinde otururken bile oğlu karaca'ya mektubunda her gün et yemem gerek ama mali durumlar diye yazarken o tatlı futursuzluğunu hiçbir yere koyamaz insan. koymamalı da zaten. tıpkı yazdıklarının da bir yere koyulamadığı gibi... içimdeki his edebiyat insanlarının sevim burak"a deli gömleği giydirmek konusunda hala ciddi bir efor sarfettiklerini söylüyor. şizofren ve deli yazılar... ancak bir deliden çıkarlar. michael gondry okusa filmlerini yapardı kitaplarının. gondry kadar delidir. ya da von trier kadar... ya da andy warhol kadar şizofrendir. memlekete birkaç beden büyüktür. o en tatlı terzi haliyle bedenini memlekete biçmektense bence bilerek dünyaya biçmiştir. güzel ruhlu kadın, güzel kadın...
  • "siz baron bahar, hayatın
    dehşetini hiç düşünmüyorsunuz;
    her şeyiniz var
    otomobiliniz
    yatınız
    7 cüceli eviniz
    bonolarınız
    çocuklarınız
    bense, ölümden
    korkmayacak kadar
    yalnızım." *
  • ilk kitabı yanık saraylar‘da; özgün, daha evvel hiç görülmemiş bir dille yazması, imla ve alışılagelmiş cümle yapısına ayrıksı bir tarzla yaklaşması onun edebiyat dünyasında hiç hoş karşılanmamasına neden olmuştur. hatta, aday olduğu; ama alamadığı sait faik öykü yarışmasında mehmet fuat’ın jüriden sevim burak’a haksızlık edildiği nedeniyle ayrıldığı söylenir. yanık saraylar’ın ardından sevim burak 17 yıl boyunca hiçbir şey yayımlamamıştır.

    insanlar bir şeylerin değişmesini, farklı olanı kabullenemiyorlar. tüm insanlık olarak aşmamız gereken en büyük sorun bu. ötekileştirmeden, dışlamadan kabullenmek. eleştirmek ama yeniliğini eksi bir ölçüt olarak almamak. belki de sevim burak bunun hiçbir zaman değişmeyeceğini, düzelmeyeceğini düşündüğü için yazmadı bunca zaman. çocukluğundan, annesinin yahudi olması nedeniyle yadırgandığı zamanlardan kalma bir duygunun yazın hayatında da yokuştan aşağı bırakılan bir kar topu gibi büyüdüğünü hissettiği için. bıktığı, kızdığı için.

    saramago ne diyor: "zamana zaman tanıyın, o her şeyi çözümlesin."

    yıllar sonra, afrika dönüşünde yayımladığı “afrika dansı” adlı kitabı ve onu takip eden diğer kitapları ise tüm bu olanlara bir başkaldırı, bir karşı koyma gibidir. madem bu sorunu aşamıyoruz; o zaman üstüne gitmeliyiz der gibi.

    sevim burak zamana ve kendine zaman tanımış, ardından perdelerinden kağıtlarını söküp farklı olmaya devam etmiştir.
hesabın var mı? giriş yap