• 1977 yapımı, senaryosunu aziz nesin in yazdığı, yönetmenliğini atıf yılmaz ın yaptığı siyah beyaz çekilmiş dizi-film. filmin başlıca oyuncuları: sadri alışık, zihni göktay, erdal özyağcılar, canan gerede dir.

    --- spoiler ---

    film, bir amerikalı turist (yanılmıyorsam mrs redhouse idi) hatunun, beşiktaştan karaköye gitmek için 3-5 kafadardan yardım istemesiyle başlar. günlerden, neil armstrong un aya yolculuğa çıktığı gündür. turist hatun bir yandan elindeki radyodan olayı takip etmektedir. trafik sıkışıklığı, üstüne eklenen yağmur, taksicilerin kaprisleri, troleybüs ün elektrik kesintisi nedeniyle yolda kalması gibi onlarca engel yüzünden bir türlü karaköye varamazlar. ama neil armstrong dünyadan aya gider, aya ayak basar bu süre zarfında.

    çok baba bir sahnesi vardır: elektrik kesintisi yüzünden troleybüs durunca, turist kız sorar "niye durduk?" diye. sadri alışık, aralarında ingilizce bilen tek kişiye dönüp: "bir kablumbağanın karşıdan karşıya geçtiğini, şoförün de ona yol verdiğini söyle"

    --- spoiler ---

    filmi rastlantı sonucu 2000 ya da 2001 yılında trt'de izledim. o günden sonra da bir daha izine rastlamadım. çok kallavi arşivlere sordum, yine de bir sonuç alamadım. varsa bilen, filmin kopyasına sahip olan, allah rızası için bir mesaj atsın!
  • evliya çelebinin gördüklerini yazması nedeniyle ilk etapta basit bir eser olarak görülse de tarih açısından önemli bir belgedir.devrin iktisat anlayı$ının çözülmesinde önemli rol oynamı$tır.bahsettiği ticari ortamlar olsun, alınan vergiler olsun insanların ticari zihniyetini günümüze yansıtmakta büyük rol oynamı$tır.
  • sanıyorum lisedeyken bu eser edebiyat kitabına konu olmuştu, belki de ilköğretim tam hatırlamıyorum * * *. orada mübalağa sanatından örnekler verilirken evliya çelebi'nin galata kulesi'nden bursa'yı gördüğünü söylediği bölüm örnek verilmişti, meğer doğruymuş, abartma falan yapmamaış çelebi, hava açık olduğu bir gün kabak gibi görünüyor bursa'nın uluuudağı..

    (bkz: istanbul'dan uludağ'ın görülme olasılığı)
  • rüyada "seyahat ya resulallah" dedikten sonra, hz. peygamber'in * yanındaki sad bin ebi vakkas 'ın da "seyahatlerini yaz" demesiyle, yazılan name.
  • evliya çelebi'nin 50 yıllda gezip gördüğü yerleri anlattığı muhteşem eser.

    (bkz: evliya çelebi)
  • trt'nin unutulmaz programı. zamanının ötesinde bir tarz ile sunulagelmiş bir programdı. ilk kez görüyorduk çizgi ile görüntüyü üst üste. yöre yöre dolanan programın konu ettiği köyün sokaklarında, evliya çelebi'yi çizgi film karakteri gibi, eşeğinin üzerinde sokak sokak, köy köy gezinirken görünce içimiz bi garip olurdu. bilirdik onun bindirme olduğunu fakat yine de o zaman için "teknoloji nerelere vardı yahu... heh! be.... helal olsun bizim adamlara bak nasıl da teknolojiyi yakalıyoruz... zaten osmanlı devleti lale devrine girmeseydi bla bla bla..." gibi kılıç kalkan kuşanmadan da edemezdik.

    başlangıcı ise insanın beynine adeta kazm kazm kazınırdı. hele o müziği yok mu... dan dan dara daram dı dı dım dan dan dara daram dı dı dım... daha sonra bir de terör amcanın -terör amca derdik... o tok, kalın sesiyle, içli içli hep teröristlerden, şehitlerden, geçen hafta içinde çıkan çatışmalardan bahsederdi- programı anadoludan görünüm'de jenerik tonu olmuş bizi ürkütmeye devam etmişti... evliya çelebi masasında tüy kalemini mürekkebe bandıra bandıra bi şeyler yazardı. sonra -her seferinde- "ayy aman...hay aksi" nidalarımız arasında mürekkep dökülüverirdi masanın üzerine. dökül dökül bitmez, odayı doldurur, şaşkın bakışlarıyla birlikte önüne katıp uzaklara götürür giderdi bu koca mürekkep dalgası... hey gidi hey...

    bu felaketin ardından bi sonraki sahnede evliyamızı eşeğiyle yol alırken gördüğümüzde salakça deriiiin bi oh çeker "bu seferde kurtulmuş, okunmuş, üflenmiş, nur yüzlü, pek saf, pek temiz adam vesselam... allah korumuş yine..." der sevinirdik.

    evliya çelebi il il eşeğiyle gezer iken biz de macerasına katılırdık. programın yapısı her ne kadar "gezeli, görelim" formatında olsa da, o şeyleri bize daha demin sokak arasında çizgi eşeğiyle birlikte gezen evliya çelebinin sesi anlattığı için, sanki ipnotize olmuş gibi dinler, dinlerdik. belki bi bok anlamazdık, belki anlattığı şeyler zerre ilgimizi çekmezdi ama işte o zaman için en büyük macera dizilerinden biri idi bizim için...

    o, eşeği ile yolda, arabaların yanından, dükkanların önünden geçerken, yörenin geleneklerinden, göreneklerinden, ünlü mevkilerinden, yemeklerinden, tarihinden bahsederken, insanların arasına karışıp da anlatması gereken bir konu olduğunda bir anda görünmez olup, kayboluverip sesinin geri plandan gelmeye devam etmesi yok mu... o bile yeterli idi bize. "töbe estağfirulllah... töbe yarabbi... sen koru bizi" dudak uçuklamaları ile şaşırıverirdik, sanki onun çizgi olduğunu bilmiyormuş gibi.

    hele eşeği küheylan'ı kullanarak, bize öğütler vermesi yok mu... aynı şeyi annemiz babamız desin... boynumuz kopana dek başımızı inatla yukarı kaldırır "cık! hayır! yapmıcam! haaaa yıııır" der dururduk. peki ya evliye çelebi "yaaa küheylan neymiş işte böyle böyle yapmak lazımmış, şöyle böyle yapmamak gerekirmiş değil mi... ah seni yaramaz" dedimiydi?... akan sular dururdu. program bittiğinde sanki özel bir görev ile görevlendirilmiş bir ajan gibi hisseder, evin içinde asayiş sağlamaya, anneye özellikle de babaanneye, direktifler verirdik;

    - yastık yamuk, düzeltilsin... yemek tuzlu, su katılsın... çiçekler kurumuş, sulansın... iki ters bi düz iki ters bi düz! ah babaanne ah
    - git başımdan cavurun çocuuu (kıça terlik)!
    - ne vuruyon babanne yaa... alla halla...
    - divanın örtüsü bozulmuş, yastıkları yere düşmüş, düzenlenicek... oyuncaklar etrafa saçılmış, toplanacak... aha! bu ben... eee... annneeee...ben sokağa gidiyorum... oynamaya...
  • evliya çelebi'nin gezip gördüğü yerler hakkında yazdığı günlük modeli kitabın adıdır.
  • topkapı sarayı müzesi ve süleymaniye yazma eser kütüphanesi'nde kopyaları bulunan, 2012'de unesco dünya yazılı mirası listesine alınması için başvurulan, 2013'te dünyanın kayıtlı hafızası listesine girmesi beklenen eser.
  • evliya çelebi, seyahatname'nin 7. cildinde(der-beyân-ı kemâl-i cerâhat-ı üstâdân) viyana'da şahit olduğu bir beyin ameliyatını anlatır. modern türkçeye şöyle çevrilmiş:

    “kefereyi (kâfiri) dört ayaklı ipekli bir sedir üzerine yatırdılar. başı adana kabağı, burnu mora patlıcanı gibi şişmişti. hekimbaşı cümle kefereleri dışarı koğup mecruha (yaralıya) hemen safran gibi bir su içirip onu kendinden geçirdi. hizmetkarı mecruhu kucağına alınca hekim adamın başının takke kenarı yerin etrafına tasma-kayış bağladı. bir keskin ustura alıp, herifin alnının derisini iki kulaklarına kadar çizip sağ kulağı yanından deriyi biraz yüzünce kafa kemiği bembeyaz göründü.

    cerrah hemen şakaktaki ek yerinden kafayı delip bir demir mengene sokup burmaya başladı. o burdukça herifin kellesinin kapağı takke gibi kalkmaya başladı. allah’ın emriyle kelle diş diş kenet yerlerinden açıldı. içinde beyninin enseden tarafı göründü. kellenin içi kulaklara kadar sulu kan ve sümük gibi bazı karışık şeylerle dolu olup beynin yanında kurşun dururdu. meğer bu beş dirhem çakmaklı tüfek kurşunu imiş. beynin zarı yanında kırmızı kana bulanmış durur. hemen üstad cerrah hakire (bana), “gör bak âdemoğlunun bir ekmek parçası için girdiği hali” dediğinde hakir dahi ileri varıp ağzıma ve burnuma mendili koyup mecruhun kellesinin içine nazar ettim.

    garip insanın beyni kafa içinde güya tavuk yumurtasından yavrusu henüz çıkmış kuş gibi büzülmüş durur… ama üzerinde bir kalın deriden zarfı yani zarı var. cerrahbaşı ağzıma mendil koyup kafa içine baktığımdan dolayı bana, “niçin ağzını ve burnunu kapayıp bakarsın” dedikte, hakir, “belki bakarken aksırırım, öksürürüm. herifin kellesinin içine rüzgâr girmesin diye kapadım” dedim. cerrah, “aferin. sen bu ilimle meşgul olsan kâmil üstad cerrah olurdun” deyip aceleyle mecruh herifin beyni yanındaki kurşunu alıp sarı sünger gibi bir şeyle kurşunun durduğu yerdeki kanları, cerahatleri sildi, şarapla temizledi. aceleyle kafayı yerine koydu, sonra tepesinden ve çenesi altından kayışlarla bağladı.

    o dakika hizmetkârı meydana bir kutu getirdi. kutunun içinde iri karıncalar vardı… bunlardan birini demir çifteyle (cımbız) alıp herifin kafa derisinin kesilen yerine yaklaştırınca aç karınca bir yerden iki deriyi birden ısırdı. o an cerrah karıncayı belinden makasla kesti ve karıncanın başı iki deri kenarını ısırakaldı… öyle öyle ekleyip bir kulaktan bir kulağa seksen karıncayı ısırtıp kesti. sonra yarayı merhemledi. bu hakir, yedi gün gelip gidip adamı seyreyledim. sekizinci günde herif iyileşip biraz hareket etmeye başladı. on beşinci gün kralın huzuruna götürdüler.”

    http://www.turkiyat.hacettepe.edu.tr/…ya_celebi.pdf
hesabın var mı? giriş yap