• koca gazinin madalyası bile yokmus. "müracaat et sana madalya versinler, maaş bağlasınlar" diyenlere, "biz madalya için, maaş için dövüşmedik. 'ya şehid olacağız ya gazi' dedik. ücretini cenab-ı allah'tan bekledik ve rabbim bize gazilik rütbesini nasib etti" demiş.
  • önemli olan seyyit onbaşı geriye dönünce ne yapmıştır.devlet bu kişiye (hemde atatürk'le tanışmış ve bunca kahramanlık göstermiş kişiye) direkt maaş bağlamamış başvurmasını beklemiş.oda onurundan biz para için değil vatan için savaştık demiş.orada yaralanların şehit olanların aileleri ne durumdadır.hani şu 57.alay efsanesi var.57.alay askerlerinin aileleri hakkında bir bilgi varmı?yok .geçmişle övünür ama günümüzdekilere bakmayız.bunun örnekleri koredede yaşandı.kore savaşından yıllar sonra bir milletvekilinin ayakkabısını boyatırken boyacının yakasında kore madalyasını görünce bu fedekar askerlere maaş bağlanmadığını öğrenip maaş bağlattırması gibi.orada mezarı olan şehitlerimizin aileleri şehit mezarlarını görmeye kaç defa gidebiliyor?
    şehitlerimizin ve daha sonra ölen gazilerimizin ruhları şad olsun
  • mustafa kemal seyyit onbaşıyı çağırmış, isterse köyüne dönebileceğini söylemiş..
    kabul etmeyince ısrar etmiş, dile benden ne dilersen demiş..
    iri kıyım bi abimiz olduğundan mümkünse 1 tayın fazladan istemiş..
    kabul edilmiş..
    ertesi gün 2 tayın verilmiş seyyit onbaşıya..
    vicdanı rahat etmediğinden, herkes 1 yerken 2 yiyemediğinden vazgeçmiş hakkından seyyit onbaşı.
  • başardığı iş efsane değildir.

    öncelikle belirtelim ki seyyit çavuş ortalama bir er değil, sivilde güreş yapan ve lakabı "koca seyyit" olan bir erdir. arkadaşlarıyla çektirdiği fotoğraflar da bunu gösteriyor. hatta "ne ödül istersin?" sorusuna bir tayın daha yemek istemesi, arkadaşlarından daha iriyarı olan bu adamın karnını onlar gibi rahat doyuramadığını gösterir. sonradan vicdanı elvermediği için o tayından da vazgeçmiştir ya neyse.

    gelelim ağırlığa. seyyit'in taşıdığı söylenen mermi 275 kilo. bugün dünya halter rekoru 263 kilo. şu unsurları da ekleyelim: halterde ağırlığı vücut komple kaldırır yani önce barı tutar, sonra havaya kaldırır ve iki elle havada 3 saniye tutarlar. seyyit'in yaptığı ise bunun çok daha basitiydi. ağırlığı devirip arkadan ittirerek hamal gibi eğilmiş seyyit'in sırtına arkadaşlarının yüklediği anlatılmaktadır. seyyit'e ise sırtında bu yük varken birkaç basamak çıkmak kalır. bugün normal bir hamal bir 100-150 kiloluk nesneyi sırtında o vaziyette taşıyabilir. ben kendim bile askerde 50 kiloluk pirinç çuvalını aynı o şekilde taşımıştım. feleğim şaşmıştı, o ayrı.

    ikinci unsursa, fotoğraf çektirirken aynı mermiyi yerinden bile oynatamayan seyyit'in itiraf ettiği gibi o anki halet-i ruhiyedir. illa imanla, metafizikle açıklamak şart değil. adrenilenle, vüzcudun salgıladığı sıvılarla kas gücünün çok daha fazla arttığı bilinen bir gerçek. bir insanın normal kuvveti ile ona sinirlendiğinde gelen deli kuvvetini/acı kuvvetini ayırt edemeyen adam ya fen bilmiyordur ya da hiç dayak yememiştir.

    son olarak: seyyit son basamaklara doğru göğüs kafesindeki kemiklerinin çatladığını duyduğundan bahseder. böyle bir tecrübeyi gerçekten yaşamamış bir insan bunu uydurabilir mi?
  • savaş kötüdür ama vatanını savunmuş bir yiğit üzerinden andavalca yorum neden yapar insanlar anlaşılmaz. tamam boşsun, umutsuzsun, kendi kardeşini bile çekemeyen birisin, bim'den aldığın 5 kiloluk poşeti taşımaya bile üşenirsin ama burda bok atmadan duramazsın. süngüyle göğüs göğüse savaşın dehşetini düşündükçe seyit onbaşıyı bırak orda bulunan her asker büyük birer kahramandır, insanlar orda ölüme gözlerini kırpmadan koşmuş biz halen bok atmak derdindeyiz. kilosunu bilemem ama o kadar cesaretli insan arasında o zaman bile bu onbaşının öyküleri anlatılıyorsa elbette ki zor bir iş yapmış, insanüstü bir güç göstermiştir. milliyetçilikle, iman gücüyle, anlamsız atatürkçülükle bunu anlatmaya gerek yok. bu adam kahramandır arkadaş yııl 2012 halen neyini kötülüyorsun???

    tanım: trollük yaparak hakaret etmenin, kahramanlığını hor görmeye çalışmanın anlamsız olduğu kahraman.
  • gerçek adı seyit ali çabuktur, seyyid onbaşı değil. kaldırdığı top mermisi 215kg olarak ölçülmüş kişidir.

    kaynak

    yanlış bilmiyorsam haberde "24 cm" diye geçen top mermisi krupp yapımı 240/35 diye geçen topun mermisi. maalesef seyyid onbaşı'nın heykelinin başına dikildiği top bu değil de çanakkale'de kullanılan en güçlü toplar olan krupp'un 355/35 diye geçen toplarıdır. bunların mermileri 620-725 kg arasındadır. yani seyyid onbaşının taşıdığı mermi bu topa ait olamaz.

    seyyid onbaşı'nın mermisini kaldırdığı 240/35'in mermileri ise 215 kg'dır. olay mecidiye tabyasında (rumeli, 13 nolu) geçmiştir.

    şimdi, bir insan 215 kg kaldırabilir mi?

    şu anda hayatta olan ingiliz andy bolton yerden kasık seviyesine kadar (deadlift kategorisi) 455,5 kg kaldırmıştır. aynı adam squat kategorisinde 550,5 kg kaldırmıştır.

    eddie hall isimli ingiliz de 498kg, zydrunas savickas adlı sloven ise 523,9 kg. kaldırmıştır.

    iranlı engelli siamand rahman ise paralimpik olipiyatlarında 300 kg kaldırmıştır.

    naim süleymanoğlu 60kg silkmede 190 kg kaldırarak dünya rekoru kırmıştı.

    fakat bunlar ya koparma ve silkme denen olimpik kategoriler, ya da deadlift denen yerde duran bir ağırlığı kasık seviyesine çıkarma denemeleri. ayrıca bunlar steroid dönemi performanslar. seyyid onbaşı'nın yaptığı ise anlatıldığına göre diğerlerinin yardımıyla 215kg'ı sırtına yüklenmek ve birkaç basamak çıkarak topun kundağına yerleştirmek.

    şimdi şu sorulabilir; bir insan, sırtında en çok ne kadar yük kaldırabilir/taşıyabilir? bu konuda gayrıresmi rekor abdli paul anderson'a ait. kendisi bugüne dek bir insanın kaldırabileceği en yüksek ağırlık olan 2840kg'ı sırtında taşımıştır (steroid dönemi öncesi). görüldüğü gibi bir insanın sıfırdan kaldırabileceği yük ile sırtında taşıyabileceği yük arasında ciddi farklar var. sırtta yük taşımak (eğer yükleme konusunda yardım edilirse) daha kolay katlanılır bir durum.

    bunu seyyid onbaşı'nın başarısını küçümsemek için söylemiyorum. öz be öz çanakkaleliyim ve şarapnel parçalarıyla oynayarak geçti çocukluğum ama çanakkale'de olup bitenlerin gittikçe hurafeleşmesine ve işin aslında yatan askeri dehaya değil de öte dünyadan gelen yardımlara bağlanmasına karşıyım. o insanlar inandıkları şeyler için savaştılar ve ellerinden geleni yaptılar. seyyid onbaşı'da belki normal zamanda yapamayacağı bir başarıyı diğer en az bir kişinin yardımıyla başardı. bu başarı bize yeter. bunun etrafına olmadık ayrıntılar örerek efsane yaratmak bizi ancak komik duruma düşürür.
  • seyit onbaşı bildiğim kadarıyla o mermilerden 3 tane kaldırmıştır. biri ocean zırhlısını vurmuş, diğer ikisi ise karavana olmuştur. seyit onbaşı' nın vurduğu zırhlı manevra yapmaya çalışırken nusret mayın gemisinin döşediği mayınlardan birine çarparak batmıştır. anlayacağınız yedeğe alınıp geri dönmemiştir, dönmeye çalışırken batmıştır.

    komik olan ise seyit onbaşı' nın heykelini yapan heykeltraşın ekşisözlükte bile linki bulunan fotoğraftan bi haber, sırt hizasında taşıdığı topu kucağına alıp da kaldırmış gibi göstermiş olmasıdır.

    sözkonusu heykelin ve de doğru şekilde yapılmış bir diğerinin fotoğrafları için daha'nın verdiği adresleri de burada belirtmek isterim:

    bay yanlış: http://user.online.be/~snelders/gossip/seyitn.jpg

    doğru ahmet: http://candandostluk.files.wordpress.com/…nbasi.jpg
  • çanakkale savaşı'na ait araştırmaların hepsinde seyyit onbaşı ile karşılaşırsınız. savaş esnasında yaptığı olağan dışıdır. o ise görevini yapmaya çalışmış ve elinden geleni yaşama koymuştur. bir kahramandır. kahraman kime denir? sıradan insanların yaptığı dışında bir şeyi yapabilen, sıradan insanlar dışında meziyeti ve özelliği olan kişiye... o şüphesiz bir kahraman. buraya kadar her şey normal. ancak bir süre sonunda seyyit onbaşı ile ilgili konular, hem gündem yaratmak, hem de bu alanda bir faydayı öne çıkarmak isteyenlerin anlatımlarının etkisi ile normal dışı olmaya başlar. efsaneleşir. gerçek ile gerçek olmayan bir birine karışır. gelecek kuşaklar da gerçek olmayanları gerçekmiş gibi bellerler. sonuç; birli kirliliğinde yüzülür gidilir.

    bizans tarihçisi frantez; "tarih, tarihte olanlardan değil, tarihçinin yazdığından oluşur" der. çok da haklıdır. bu nedenle tarih yazıcılığı dünya egemen güçleri tarafından ele alınmış konuların başında gelir. onlar tarihi yazar. nasıl yazar? işlerine geldiği, çıkarlarının olduğu cihetle... bizim tarihimizi de batılılar yazmıştır. ta ki mustafa kemal'in müdahale etmesine kadar da böyle olmuştur. mustafa kemal'in başlattığı tarih çalışmaları araştırmaları sonunda; ilk kez "türk tarihinin ana hatları" diye bir kitap yazılır. şu an bir nüshası elimde olan bu kitap, 1930 yılında devlet matbaasında yüz adet basılır. bir daha da basımı yapılmaz. ancak türk tarihi araştırmaları devri de bu sayede başlamış olur.

    seyyit onbaşı çanakkale savaşı bitiminde terhis edilir ve köyüne döner. geçimini sağlamak için odunculuk yapar. kestiği odunları edremit ve havran'a götürüp satar. sonraki yıllarda zeytin fabrikasında hamallık yapar. hastalandığı için işten çıkarılır. o da yaşamının son yıllarında ayakkabı yamayarak yaşamını sürdürmeye çalışır. verem olur. 1 aralık 1939 yılında da yaşama veda eder. yaşama veda ederken ne o, çanakkale şavaşı sırasında yaptığının ne olduğunun farkındadır; yıllar sonra, ne de o'nun ismini çanakkale savaşı vesilesiyle mart ayında sürekli ananlar, seyyit onbaşı diye birinin gerçek yaşamının... bir insanlık dramıdır yaşanan. çanakkale savaşı insan inancı ve gücü ile yaratılan bir destan olmasına rağmen, insanlarının yaşamı bu destanın dışına itilmiştir. birileri o kaldırdığı top mermisinin kaç kilo olduğunun peşindedir.`:http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28091083.asp`
    seyyit onbaşı'nın insan olarak ne olduğu değil de o mermi daha önemli gibi gündeme sunulmaya çalışılır: `:http://www.trthaber.com/…kac-kilogramdi-165594.html`

    (bkz: https://www.facebook.com/…629849713/?type=1&theater)

    anıtlar dikilir. heykeller yapılır.`:http://www.hurriyet.com.tr/…gid=112&srid=3430&oid=5`seyyit onbaşı hikayesi anlatılır. hikayeler öyle bir anlatılır ki, hikayeleri dinleyenlerin aklına: "sonra seyyit onbaşı'ya ne oldu?" sorusu bile gelmez.

    çanakkale savaşı sırasında o zamanın en büyük orduları ile savaşılmıştır. o büyük orduların kullandığı ağır silahlar ise, kamaları sökülüp denize atılmış ve namluları parçalanıp orada bırakılmıştır. gelin görün ki şu an çanakkale'de sergilenenler gerçek savaş sırasında kullanılan silahların çok azını oluşturmaktadır. çanakkale savaşı sonrasında, direnişimizi, kararlılığımızı, dirilişimizi, bu toprakları nasıl vatan yaptığımızı belgeleyen toplar, kamasız, kullanılamaz da olsa tüm heybeti ile orada yıllar yılı duruyordu. çünkü çanakkale savaşı’nın geçtiği yerler, yani gelibolu yarımadası 38 yıl girilmesi yasak bir yer idi. ilk sivil ziyarete açılması da adnan menderes'in başbakan olduğu 1953 yılında gerçekleşmiştir. peki, o savaştaki tabyalarda kullanılan, bizim dirilişimizin belgeleri olan ve tüm kaynaklarda geçen büyük 137 top, kocaman gövdeli, asansörlü raylı dev makineler ne oldu? ne yazık ki öncelikle devlet eliyle, sonrasında toprak açmak amacı sırasında köylüler ve hurdacılar tarafından yağmalanıp yok edildi. evet, o muhteşem direnişin sembolleri hurda fiyatına, çok acı biçimde yok edildi... burada bir parantez açarak konuya ait bir anımı nakletmek isterim. yukarıda yazdığım şeyleri geçen yıl bozcaada'da çınarlatı kafede otururken anlattım. çevremde anlattıklarımı dinleyen çok kişi vardı. dinlediler. konuşmam bittiğinde; gültekin isminde, benden yaşlı ve adalı olan, balıkçılık yapan bir abimiz konuşmaya başladı. konuşmamı olan haliyle dikkatlice dinlemişti. etkilenmişti konuşmadan. sanki bir özeleştiri yaparcasına şöyle söyledi; "epey bir süre geçimimizi o hurdaları toplayarak sağlamıştık. ama çaresizdik ve yoksulluk vardı"... bu masum halkımızı, dirilişimizin sembollerinin talanı ile geçinmeye mahkum eden, çaresiz ve yoksulluğu onlara dayatanlar ve sistemleri utansın diyebiliyorum sadece...

    o dönemin en büyük orduları ile anadolu'nun bağrından gelip burada canlarını vatan toprağı için verenlerin savaşımında, sayısız savaş araç ve gereçlerinin kullanıldığı, metrekareye 6.000 merminin düştüğü çanakkale savaşı’nın tarihini yazan tüm kaynaklarca belirtiliyor. tarla açmak için köylüler, sayısız şehit kemiklerinin yanındaki mermi kovanlarını, silah parçalarını da toplayıp hurdacılara satmışlar; 1970'li yıllara kadar çevre köylülerinin geçim kaynağının önemli bir kısmını, hurda mermi, top, tüfek, silah, kurşun, savaş araç ve gereçleri oluşturmuştur. neticede diriliş sembolü savaş malzemeleri eritilip yok edilmiştir.

    daha acı durum şu ki; bu savaşın anıtlarının yok edilme faaliyetleri devlet tarafından 1923 yılında çıkarılan 78 sayılı kararname ile başlamıştır. milli savunma bakanlığı ile maliye bakanlığı mutabakatıyla bakanlar kurulu’nun gündemine getirilen tasarı sonrasında 1926 yılında italyan fratelli serra şirketi ile sözleşme yapılır. 1930 yılında fratelli serra’nın iflas etmesi nedeniyle denizdeki batıkları çıkarma, hem de bu hurdaların satış hakları vincent jermac’a devredilir. iki yıl sonra vincent jermac taahhüdünü yerine getiremeyince 23 aralık 1932’de bütün haklar iş bankası’na geçer ve hurdaların italya’ya ihracı gerçekleştirilir.

    17 aralık 1937 yılında kabul edilen 3284 sayılı yasa ile bu hurdaların ihracı yasaklanarak sadece, demir, bakır, kurşun, kalay, tutya, alüminyum, antimuvan ve nikel hurdaları ile bunların hurda halindeki halitalarının memleket içinde satışı serbest bırakılmıştır. iktisat vekâleti, devletin hurda demirlere ihtiyacı olduğunu belirterek askeri fabrikalara satılmasını önermiştir. ancak ikinci dünya savaşı’nın başlamasından beş ay sonra başbakan dr. refik saydam başkanlığında toplanan bakanlar kurulu, boğazların tahkimatı ve yapılacak iskelelerde kullanılacak demir karşılığı olarak depolardaki hurda demirin italya’ya 28 şubat 1940 tarihinde alınan 2/12903 sayılı gizli kararname ile izin vermiştir. benzer bir kararname de 10 nisan 1940 tarih ve 2/13245 sayı ile hazırlanmış ve hurda demir ihracı yapılmıştır. bakanlar kurulu, 12 aralık 1946’da aldığı 3/5097 sayılı bir kararla hurda satışını yasaklamış; ekonomi bakanlığı da 27 şubat 1947 tarihinde çıkarılan 3/5480 sayılı bakanlar kurulu kararnamesi ile hurdaların türkiye dışına çıkarılmasının yasaklanmasını yürürlüğe koymuştur.

    menderes hükümeti, 1952 yılında, hazine tarafından satışı yapılacak her türlü maden hurdalarında sınırlama ve ihracat yasaklarının kaldırılması için 20 mayıs 1952 tarih ve 3/15014 sayılı bakanlar kurulu kararnamesini çıkarmış ve bu tarihten başlayarak her türlü batık ile savaş araç gereçleri tekrar satılmaya başlanmıştır. bu arada 1957 yılı temmuz ayında bir kısmı çanakkale boğazı’ndaki batıklardan çıkarılan bir kısmı da karadaki tabya ve bataryalardan satın alınan tarihi topların italya’ya satılmak üzere ortaköy’de bir depoda bulunduğu anlaşılır. durumun basına da yansıması üzerine, milli savunma bakanlığı duruma müdahale ederek başbakanlığa konuyla ilgili sunduğu raporda;

    “her sene hizmet dışı bırakılan bazı eski topların maliye vekâleti’ne devredilerek satışa çıkarıldığı, bu defaki satışlarda bazı tarihi kıymeti haiz topların da karıştığının anlaşılması üzerine duruma müdahale edildiği ve bu topların geri alınarak maliyece yerine hurda demir verildiği” belirtilir.

    batıkların ve hurdaların milli emlak müdürlüğü satış komisyonu eliyle yapıldığı konusunda bir haber de 4 mart 1963 tarihli milliyet gazetesinde yer almaktadır:

    “çanakkale boğazı’ndan çıkarılan “ismi meçhul römorköre ait 4.671 kilo saç ile 154.50 kilogram döküm ve pervane hurdası” 8 şubat 1963 tarihinde galata’da çeşme meydanı hamam sokak’ta bulunan depoda 868.59 muhammen bedelle, haliç feneri mürsel paşa caddesi’nde bulunan müteahhit zeki kalkavan’a ait depoda bulunan barbaros gemisine ait 2.920 kilogram hurda saç ile 549 kilogram hurda köşebent 867.25 lira muhammen bedelle satışa çıkarılmıştır”...

    her yıl mart ayında çanakkale savaşı konuşulur. seyyit onbaşı konuşulur. ama yukarıda belirttiğim detaylardan hiç bahsedilmez... daha vahim şeyler de olur. çanakkale savaşı yazınız ve internette aratınız. karşınıza "dur yolcu" şiiri çıkacaktır. herkes bu şiirin çanakkale savaşı ile ilgili olduğunu sanıyor. hiç bir ilgisi yoktur. 1902 doğumlu necmettin halil onan tarafından, büyük zafer (30 ağustos 1922) için yazılmıştır. şiirin tamamı okununca zaten konu anlaşılıyor. şiirin devamında; anadolu’da büyük zelzelenin koptuğu, istiklal savaşı verildiği, son vatan parçasının ele geçtiği, harbin sonunda hürriyet zevkinin tadıldığı anlatılmaktadır. ama çanakkale savaşı ile özdeş kılınmıştır. bahsettiğim bilgi kirliliği böyle bir şeydir.

    seyyit onbaşı bir kahramandır. kahramanlarımızı ve tarihimizi olduğu gibi doğru düzgün, acısıyla tatlısıyla gelecek kuşaklara anlatabilmek çok önemlidir. eğer bunu biz yapamaz isek başkaları kendi çıkarları doğrultusunda yapar...
  • bence kendisinden alınması gereken en büyük ders; savaştan sonra evine döndüğünde yaptıklarını ve yaşadıklarını karısına dahi anlatmamış, sağa sola poz kesmemiş olmasıdır. mustafa kemal'in balıkesir ziyaretine kadar, koca seyyid'in çanakkale'de ne yaptığını memleketinde bilen tek kişi yoktu.
    bugün klavye üzerinden operasyonlara destek veren, habercileri çağırıp askerlik başvurusunda bulunan, kısacası işin gösteri kısmında faaliyet gösteren insanların; o ve o'nun gibilerin hayatından çıkaracağı çok büyük dersler var...
  • bu kutlu insan için "hiç yaşamamış" diyenler, gaflete düşmüş türk düşmanı gizli ırkçılardır. onları ciddiye almayın.
hesabın var mı? giriş yap