• roboski icin yazdigi yaziyla bana duygu seli yaptirmistir. 12 yasnda sucsuz bir cocuk olmak budur. empatisine ve kalemine saglik:

    öldürülen en küçük kaçakçıyım. şecerem bu, esamim böyle okunur. kaçakçının halleri çoktur, siyasi hal, çay hali, tütün hali. biz kaçakçının kürt haliyiz. buralarda çay-kahve içmek, kürtçe muhabbet etmek için sınırı geçip akrabalarımızı ziyaret etmek de kaçağa girer. biz hep geçeriz, hep aşarız. kaçakçı kürtçesiyle iz sürerek sınırı geçerken kendimizden de geçeriz. sınır dediğin üç öğün korku, beş vakit açlıktır. açlığımızı kürtçe konuşarak gideririz. türkçe konuşunca hiç doymayız. çay suyun gülmesidir, biliriz. suyun yaşını küçültüp dedelerimiz, taşın yaşını büyütüp abilerimiz asılmıştır; duyarız, biliriz. buralarda dedikodu gökten yere yağar, yerden göğe yükselir. teyyareler, telsizler, tanklar çok dedikoducudur. sonrası malum; ölüm allah’ın emri değil?

    kaçakçının halleri çoktur, en çok da ölüm hali. ben siyasi çocuk değilim, cumhuriyet ve devlet, farz mıdır, sünnet midir, bilmem ama kaçakçılığın ve ölümün hayatın farzı olduğunu bilirim! ölüm de ilköğretim de mecburi ve meccanidir buralarda; çok ölmeyiz de çok öldürülürüz. devletin olduğu yerde ölüm de çoktur, yakından biliriz. şimdi biz “kazara” öldürüldük ya ardımızdan neler anlatılacak. “bölge kalkınırsa kaçakçılık biter” masalı yürürlüğe girmiş bile. bir an için kabul edip soralım; bu kalkınma “dil kaçağı!”nı da kapsayacak mı? türkçe mecburi ve meccani (bedava!) dildir buralarda; “yasaldır” ama “meşru” değildir. türkçe her kürt için “kaçak dildir!” ama nedense kürtçe’nin adı kaçağa çıkmıştır. ama nereye kadar? “zimane zigmaki” deriz biz, “ana karnındaki dil”dir, gerçekte “kaçak” değil yerleşiktir, yerlidir. yaşıma verip kulaklarınızı tıkamayın; başkasının arsasına zorla ev yapmak da dil yapmak da ayıptır, günahtır, zulümdür. kaçakçılıktan söz ediliyor da, türkçe dil kaçakçılığı neden unutuluyor. on iki yaşımın saflığıyla derim ki; her dil kendi kavminin ağzına geri iade edilsin, sonra da her kavim komşu dilleri gönüllü öğrensin ki her gün türkçe üzerinden sürekli sınır geçmeyelim! siyasi abiler, ablalar konuşurken duymuştum; dil varlığın eviymiş, dünyamızın sınırları dilimizin sınırlarıymış. kendi dilimizin kaçağı, “kaçakcısı” olmuşsak, görevliler, her gün üstümüzde başımızda kaçak çayın yanısıra kaçak (!) kürtçe de arıyorsa, ne gelir elimizden kaçak(çı) olmaktan başka.

    bize “türk” deyince ellerine ne geçtiğini biri bana anlatsın da, dengbejleri dinlediğim gibi dinleyeyim. “türk” dediklerinde şaka makamında “tarih başka keder vermesin!” derdi kaçakçılıktan rahmetli dedem. sonra da, “türkçe, türklere bırakılmayacak kadar değerlidir, kürtlere ve diğer kavimlere yapılanlar bir yana, türkçe’nin türklerden çektiği nedir!” diye ekler, kaçak çayını yudumlayıp kaçak tütününden derin bir nefes alırdı. ağzımıza zorla takılmış “yapma dili” sahibine iade etmek istiyoruz ama kabul eden yok. ben siyasi heval değilim, diyalektik filan bilmem ama, insanın kendi dilini kabul etmemesinin ne yaman çelişki olduğunu şuncağız aklımla bilirim.

    kaçakçı deyip geçmeyin. ömrümüzü uzatmak için kendimizce işaretlerimiz vardır. sınırdan geçerken yapma çiçeğe rastlarsak yandan geçeriz. dilimize taş bağlarız ki, türkçe konuşup yakalanmayalım. bizim ne yiyip içtiğimiz ortada. bu devlet ne ile geçiniyor merak ediyorum, harçlığı nereden alıyor, bavullarını kim taşıyor. merakımı bağışlayın, ortalıkta görünmeyen tanrı ne yapıyor. hiç olmazsa boş zamanlarında buralara uğrayıp çayımızı içse. bütün dilleri bildiğine göre ağız tadıyla iki çift kürtçe dillenip dünyanın hallerini konuşsak.

    biz artık “kaza ölüleriyiz!” derim ki; mezarlarımızda rahat edelim, son gömülen mezar kapısını iyi çeksin; ordular, devletler, uçaklar içeri girmesin. taziye evinin üstünde uçaklar uçmasın. ömrüm yeni yıla yetişmediyse de; “kaçak” dilim, kaçak ömürler sağ olsun. kürtçe'nin tüm dillere selamı var.
  • bir başka anarşist için;

    (bkz: sabri sarıoğlu)

    orta hiç bu kadar kuralsız yapılmamıştı.
  • anarşist ruhlu yazar bir ağabey. sakallı.birikimde mütemadiyen yazar. yazıları hep cemal süreya ve ece ayhan'dan epigraflarla süslüdür. mükemele yakın bir üslubu vardır ve nevi şahsına münhasırdır. nar taneleri adlı bir gayriresmi portreler kitabı vardır ki türkiyede solun tarihine isimsiz kahramanlar üzerinden bir katkı niteliğindedir. ece ayhan vefat ettiğinde birikimde onun hakkında yazdıklarını kimse yazamadı.
  • kendisini alın kazısı isimli şiiriyle tanıdığım sıkı şair.
    "bu kadar yazı alnıma fazla" dizesi, içindeki kelimelerden fazlasını söylüyor.
    yahu ne güzel yazmış;

    ".../ şahidim; benim yazım tanrıların yazısına ters
    dilimle kalbim arasında uyuyan boşlukta
    çift kapılı alnım darmış anneme göre
    yazı sığmıyor, tanrılar geçemiyormuş
    okunmuyormuş alnıma inen ayet
    oysa okunaksız alnımda uzun ve gizli bir not
    harflerin gölgesine bağladım arap atımı
    saman kağıtta kışlayan bir cümleyim artık
    biliyorum, aynanın gözü kimde kaldı

    parmaklarım terlemeden söyleyebilirim
    yazmak kimine ebabil, kimine fil
    siz siz olun; ister iç olun, ister dış
    yazdıklarınızı ocakta unutmayın
    ki düşüneyaza soğusun dünya
    aklınızla yüreğinizin ara boşluğunda
    bir yürüyüş eyleyip alnımdan daha sık geçin
    daha sık geçin harflerimden
    bu kadar yazı alnıma fazla"
  • adının önünde eski sıfatı bulunmayan solcu.

    her daim.

    tatlı su solcusu da değildir.
  • hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar
    kitap ve kalp çalmak serbestti
    içimizden bir şey tut dendiğinde en çok aşk
    dışımızdan bir şey tut dendiğinde en çok devrim tutardık
    hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar
    okur yazar değil okur yaşardık
    cimri değildik hayallerimizde
    işaret ve itiraz parmağını yitirmeyen çocuklardık
    hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar
    çokta az, azda çoktuk
    yaa
    işte böyle
    hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar
    pencereler devlete, sokaklar aşka boyanırdı
    alıntılar meşk ederdik fasılasız fasıllarda
    tünelin ucundaki aşıklardık
    hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar
    kapılardan pencerelerden karışırdık sokaklara
    halleşir harlaşırdık meydanlarda
    şimdiyi sorarsanız bana
    zamane zamanları sorarsanız
    sokaklardan, düşlerden ve aşklardan
    emekli olduğumuza hiç mi hiç şahit olunmamıştır
  • biyografisine ve yazilarina suradan ulasilabilir:
    http://www.birikimdergisi.com/…im/kisi.aspx?kid=695
  • ordular ilk hedefiniz a(ş)kdenizdir diyebilecek kadar metaforla dolu kişi.
  • mütamadiyen dost edebiyatçılar arasında anılmayı hakedecek bir şahıs. şairler masasını köşedeki masadan izleyecek kadar mütavazidir, kendi masasında da üç beş şair yeterlidir zaten. hem zaten bu masaya oturmak için sakal sakalın böyle bollucasına alışık olmak, can baba'nın şeyini, yani şiirini unutmamış olmak gereklidir. sarıoğlu müthiş bir şiir yorumlayıcısıdır.
  • pamuk tarlası gibi adam; sakalıyla, yüreğiyle...
hesabın var mı? giriş yap