• kitabini kendini kaybederek okuyanlarin, filminde basrolde johnny depp'i gormekten hazzetmeyecegini dusundugum yapit, hatta hindistan'dayken bu kitabi okuyan hintli olsun yabanci olsun kimle "filmini cekiyolarmis, johnny depp oynicakmis" diye konustuysak hep buzusmus bir suratla karsilamistik haberi. zira romanin kahramani avustralyali lin (lindsay), oldukca iri yapili, beyaz tenli, sarisin ve yanlis hatirlamiyorsam gri gozleri olan bir abi. johnny saclara ne kadar oksijenli su, kola, peroksit vesaire boca etse yine olmaz o. kendisini cok severiz ederiz ama bence baskasina versin basrolu. (kafamda paul bettany canlandi birden. bak ona yakisir..) ama amitabh bachchan'i abdel khader khan olarak gormek isteriz, pek sukela olur.

    kitap bombay'in birakin turist olarak, yerlisi olarak bile gorulemeyecek yanlarini, sokaklarini, insanlarini anlatir. halihazirda bombay asigi olanlari mest eder. bi de ustune, kitapta anlatilan o mekanlara, sokaklara bi daha gittiginizde, o karakterler oradadir resmen.. bi ara arkadaslarla "filmi ciksin, shantaram bombay turu'nu satmaya baslariz" diye girisimci hayallerimiz vardi, ustu acik iki katli otobusle gezdirecektik turistleri, "efendim saginizda gordugunuz taj hotel, ilerde sagdan girince karla'nin evi, surasi colaba karakolu, ileriden denize dogru lin'in yasadigi "slum", burasi da arthur road hapishanesi.." diye. bakalim, film kult olursa tekrar dusunebiliriz.

    ayrica romandaki varligi acisindan, neredeyse bir karakter olarak: (bkz: leopold cafe)
  • gregory david roberts'in acayip unlu olmus romani.

    roberts bu kitabinda bombay'i* o kadar iyi anlatmaktadir ki, o sehirde dogmus, yasamis bir hintlinin bile sehrin bazi yonlerini bu kitaptan ogrendigi dogrudur.

    shantaram kelime anlami olarak "baris adami" demektir.
  • 931 sayfalik bir roman. haliyle filme cevrilirken bolumleri kirpilacak. ama derim ki, o kitabi bana verseler rahatlikla bir 600 sayfaya indiririm, zira birkac sayfada bir kader, inanc, sevgi ve kefaret uzerine uzun uzun paragraflar yaziyor roberts. yine de hikaye o kadar surukleyici ve ozellikle mumbai anlatimi o kadar canli ki, hindistanseverlerin atlamamasi lazim. bir de prabaker ingilizcesi konusmak istiyorum ben.
  • prabaker gibi bir dosta sahip olma hayalini kurduran, sonunda duygusala bağlatan haddiden fazla uzun ama altı çizilesi cümlelerle dolu çok güzel bir roman.

    'ilk başlarda birini gerçekten sevdiğimizde en çok korktuğumuz şey onun bizi sevmekten vazgeçmesidir. elbette aslında korkmamız gereken ölseler de, gitseler de onları sevmekten vazgeçememektir'.
  • adını marathi dilinde: "tanrı'nın huzur ve sükûnet bahşettiği sakin adam" anlamına gelen kelimeden alan; hem içerik hem de kütle olarak dev bir romandır.
    kitabın kahramanı kapağında da belirtildiği üzere hindistan'ın bombay şehridir. macera hiç hız kesmeden akarken ürkütücü bir şiddeti ve muhteşem bir masumiyeti de içinde barındırır.
    kitap yalnızca suç ve ceza, yokluk ve güç, dostluk ve vefa üzerine değil aynı zamanda dünyadaki herşey üzerinedir. kurgu detayı hiç bir soru işaretine yer vermeyecek kadar güçlü ve mantıklıdır.
    kitaba dair tek olumsuz düşüncem; 863 sayfalık tek bir cilt olması nedeniyle elde tutulup çeşitli pozisyonlarda okunmasındaki zorluktur. kollarınız ağrır. keşke iki cilde bölünmüş olsaydı. bu kitabı tek bir sinema filmine sığdırmak kanımca haksızlıktır. altını çizdiğim bazı slogan cümleler şöyledir:

    --- spoiler ---

    “ilk başlarda birini gerçekten sevdiğimizde en çok korktuğumuz şey onun bizi sevmekten vazgeçmesidir. elbette aslında korkmamız gereken ölseler de, gitseler de onları sevmekten vazgeçememektir.”

    “aşık kalpler aşırı yüklenmiş cankurtaran sandalına benzer. sandalı su yüzünde tutabilmek için gururunu, kendine saygını ve bağımsızlığını dışarı atarsın. bir süre sonra ise tanıdıklarını, arkadaşlarını atmaya başlarsın. yine de yeterli olmaz. cankurtaran sandalı hâlâ batıyordur.”

    “birini incitmenin en kesin yolu, ona kayıtsız şartsız güvenmektir.”

    “insanların bize yapabilecekleri en kötü şey bizi utandırmaktır. ve diğerlerinin yaptığı zulümler en çok da içimizdeki, dünyayı sevmek isteyen yanımıza zarar verir. küçük düşürüldüğümüzde hissettiğimiz utancın bir kısmı da insan olmaktan duyduğumuz utançtır.”

    “her erdemli davranışın ardında karanlık bir sır vardır ve aldığımız her risk çözülemeyen bir gizeme sahiptir”

    “haklı bir neden olmaksızın sevmemeye kendinizi koşullandırdığınız bir insandan gelen iltifat kadar insanı bozan çok az şey vardır.”

    “kâinat yaklaşık on beş milyar yıl önce büyük bir sadelik içinde kuruldu ve o zamandan bu yana gün geçtikçe karmaşıklaşıyor. basitten karmaşıklığa doğru olan bu hareket kâinatın yapısında var ve buna karmaşıklığa yatkınlık denir. bizler bu karmaşıklığın ürünleriyiz, kuşlar, arılar, ağaçlar, yıldızlar hatta galaksiler bile.”

    “bir adam karşısındakine onda biraz olsun kendini gördüğünde güvenir herhalde. yada belki kendinde olmasını istediklerini gördüğünde”
    --- spoiler ---
  • içinde şöyle bir bölüm olan kitap:

    money isn’t the root of all evil. evil is the root of all money. there’s no such thing as clean money. all the money in the world is dirty, in some way, because there’s no clean way to make it. ıf you get paid in money, somebody, somewhere, is suffering for it.

    acemice çevirecek olursam:

    tüm kötülüklerin anası para değildir, paranın anası kötülüklerdir. temiz para diye bir şey yoktur. dünyadaki tüm paralar bir şekilde kirlidir, çünkü para kazanmanın temiz bir yolu yoktur. eğer biri size para ödediyse, birileri bir yerlerde o para için acı çekiyordur.
  • bu kitabı bitirirken, karla gibi onlarca kadın tanımak yerine bir tane prabaker tanısam yeter diye düşünebilirsiniz.
  • 1000'e yakın sayfada anlatılamayanı kaptanzade ali rıza efendi nasıl öz anlatmış: kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına

    basit hayatları kocaman laflarla açıklamaya kalkan, bu nedenle de sürekli edebiyat parçalayan bir yazarın eseri. her bölümün bir kısmında felsefi olduğu düşünülen bir beyin fırtınası kah diyaloglar kah iç sesler aracılığı ile sürekli yaşanıyor; ancak bunların ardından lin'in hayatını ele alışına geri döndüğümüzde ben hala bu düşüncelerin tomurcuklanmasına neden olacak bir oluş göremiyorum, boşlukta kalıyor sanki fikirler.

    kitabın tek ilgi çekici yanı hint yaşamına dair çok ayrıntılı, neredeyse fotoğraf netliğinde tasvirleri; ancak bu bile kitabı benim için kurtarmaya yetmiyor. okumayı hala tamamlamadım, geldiğim noktada ise herkesin bahsettiği dingin şaheseri ben henüz bulamadım. anladım ki içsel hesaplaşmalar, kendine yolculuklar ve hindistan benim için hiç ama hiç ilgi çekici değil; kitabı kaldırıp kenara atmamak için kendimi zor tutuyorum.

    kitabın kapağında diyor ya: "kader seni güldürmüyorsa, espriyi anlayamadın demektir!", sanırım ben de yazarın esprisini anlayamadım hala. bitirdiğimde bir fikrim olur diye düşünüyorum*.
  • merak duygusunun ilk cümleyle aşılandığı kitaplardan:

    "aşk, kader ve yaptığımız seçimler hakkında bildiklerimi öğrenmem çok uzun sürdü, dünyanın pek çok yerini dolaşmam gerekti ama hepsinin özünü bir anda, bir duvara zincirlenmiş halde işkence görürken kavradım."

    filminden halen haber yok.
  • "gençken bize acı verildiğini düşünürüz. biraz daha yaşlanınca ve çelik kapılar yüzümüze kapanınca, gerçek acının bizden alınanlar olduğunu anlarız..."
    shantaram-sayfa 392
hesabın var mı? giriş yap