• bunu böyle bir görüş, duruş olarak değerlendirip eleştirenler var. ancak bir şeyi atlıyorsunuz. fizik teorileri öyle mikrobiyoloji teorileri gibi "denedik hep bu çıktı en mantıklısı bu o zaman" sistemine dayanmaz. bir fizik teorisinin bilimsel olması için elinizde bir equation olması gerekir.

    öyle ağır bir zorunluluktur ki bu, öyle felsefi çıkarımlar ile fizik hakkındaki düşüncelerinizi bilimsel kılıflara sokamazsınız. (yine mikrobiyolojinin aksine)

    fizik bilimin en sıkı denetlenen ve prestijli koludur. burada bir teori ortaya sunuyorsanız karşınıza alacağınız adamlar, einstein, hawking, newton, heisenberg gibi insanüstü dehalardır. sizi çiğ çiğ yerler orada, öyle bir iki popüler kitap yazıp fizikçiyim diye geçinemezsiniz yani.

    gelelim sicim teorisine. teori çok marjinal bir açıklamayla gelse bile, karşısına aldığı adamların hata yapma oranı 0'a yakınsasa bile ayakta durabilmiş bir teoridir ve günümüzde standart model ve sicim teorisi haricinde ayakta durabilen bir fizik teorisi yoktur.

    peki teoriyi ayakta tutan nedir?
    equation.

    yani bir denklemi vardır ve o denklem oradayken üstüne felsefi çıkarımlarla çürütebileceğiniz sınırın üstündedir. peki nasıl çürütülür? denklemin sabitlerinden birinin varsayımının yanlış olması ile.

    yani "kılıf bulmuşlar amk" diyerek çürümez fizik teorileri.
  • soruna yaklaşım biçimi bence doğru olan teori. bu konularda elimde merak ve kendi çabalarımla edindiğim bilgilerden başka birşey yok fakat ortada şöyle bir durum var: şuan da evreni 2 farklı teori ile açıklıyoruz. biri genel görecelilik diğeri ise kuantum. ancak ne yaparsak yapalım bu iki teoriyi birleştiremiyoruz. yerçekimi kuvvetini kuantum teorisine bir türlü yerleştiremiyoruz. öyleyse en temelde bir yerlerde bir hata yapmış yada bir şeyleri gözden kaçırmış olma ihtimalimiz çok yüksek. sicim teorisi ise bize en basit şekliyle bu hatanın atomları ve alt parçacıklarını simetrik toplar gibi düşünmek yerine aslında onların sicim (string) denilen ve farklı şekillerde titreşerek farklı parçacıklar ve maddeler oluşturan yapılardan oluştuklarını anlatıyor ve bu şekliyle soruna bir çözüm vaadediyor. şuan ki imkanlarla ispatlanamıyor olması da bence doğru yolda olduğuna işarettir. elimizde ki imkanlarla sorulara cevap veremediysek daha ileri teknolojiler ile bu soruları cevaplama ihtimalimiz artıyor demektir. buda şuan için kanıtlanamayan teorilerin varlığını gerektirir. ancak şu da bir gerçektir ki insanlık her zaman kendisine bir çözüm veyahut bir cennet vaadeden fikirler etrafında toplanmaya daha meyillidir. bu sebeble belki ileride cevapları sicim teorisinin vereceğine inananlar yanılacak, bu teori yanlış çıkacak ve imkanlarımızı boşa harcadığımızı görücez. belki de tam tersi bir durum söz konusu olacak. ama ne olursa olsun denemeye değecektir.

    edit: bu yazıda, yanlış veya eksik bilgilere sahip olduğumu düşünüyorsanız mesaj yoluyla düzeltirseniz beni çok mutlu edersiniz.
  • bana katıksız mutluluk veren bir teori.

    stringlere sahip olduğum düşüncesi bile teoriye inanmam için yeterli. müthiş bir şey. bir sürü parlak (benimkiler öyle ulan), ucu açık ve titreşen onlarcasından (bin, milyon vs) meydana geldiğimi düşününce sırıtıp duruyorum. fizik mi, felsefe mi? bence bayağı psikoloji.
  • 2012 yili itibari ile pek kotu durumda olan teoridir, brian greene'e itibar etmeyin size iceriden bilgi sizdiriyorum.

    once string teori'nin ortaya cikma sebebinden bahsedeyim, evrende var oldugunu gordugumuz dort temel kuvvet (daha dogrusu etkilesim) var. (1) sizi koltugunuza yapistiran kutlecekimi, (2) bilgisayarinizin icinde elektronlari bir oraya bir buraya kosusturan elektromanyetik etkilesim, (3) arada bir yediginiz tuzun icindeki sodyum atomlarini neon'a ceviren, baska da pek bir olayi olmayan zayif nukleer etkilesim (4) nukleer reaktoru calistiran, veya atom bombasina enerjisini veren kuvvetli nukleer etkilesim. etrafinizda gordugunuz butun kuvvetler bunlar sonucu olusuyor bildigimiz kadariyla. (simdi diyeceksiniz ki, peki ben klavyede tuslara basarken uyguladigim kuvvet bunlarin hangisi ile olusuyor. dusunun bakalim, tabii ki elektromanyetik kuvvet, parmak uclarinizdaki atomlarin en disinda bulunan elektronlar, klavye tuslarinin en ust tabakasindaki atomlarin elektronlarini ittiriyor. kimyasal baglar, vs de hep elektromanyetik etkilesim sonucu olusuyor.)

    durum su ki, kutlecekimi disindaki etkilesimlerin en kucuk uzakliklarda bile nasil calistigi konusunu anlamis durumdayiz. kuantum mekaniksel olarak ve ozel relativite ile uyumlu sekilde bu uc etkilesimi anlatan denklemler yazabiliyoruz. bu denklemlerin genel adi kuantum alan teorisi. ustelik daha da guzel bir durum var, renormalizasyon adini verdigimiz bir matematiksel sart koyuyoruz yazacagimiz denklemlere, ve bu uc etkilesimi de bir tek etkilesimin degisik gorunumleri olarak yazabilecegimizi anliyoruz. bu renormalizasyon sarti o derece guzel calismis ki, 1970'li yillardan bu gune bu sarta uyan pek cok parcacik deneyle bulunmadan once kuramsal olarak ongorulmus. en son higgs parcacigi da bu silsilenin son halkasi. butun bu guzelliklere hep birlikte standart model adi veriliyor.

    kutlecekimi ise diger etkilesimlere gore bir garip, einstein amca demis ki kutle cekimi dedigimiz olay aslinda uzay-zaman'in bukulmesinden baska birsey degil. bu durumda kutlecekimi icin yazacaginiz alan teorisinin alanlari bazi ozellikler saglamak durumunda. sorun degil, bu ozellikleri saglayacak matematik var, ama velakin bu isin icine bir de kuantum mekanigini paldir kuldur sokmaya calisinca teoriler isik hizindan hizli giden parcaciklar (tachyon) gibi gariplikler cikartmaya basliyor. bir de uzerine renormalizasyon sartini ekleyince butun bu kosullari saglayan matematiksel bir teori yazmak mumkun olmamis.

    iste string teori de tam olarak bu noktada devreye giriyor, 1980'lerin sonunda schwarz ve witten eger parcaciklari noktasal objeler degil de bir boyutlu sicimler gibi ele alirsak ve de evren'le ilgili supersimetri adi verilen bir kabul daha yaparsak bu gucluklerin ortadan kaldirilabilecegini gosteriyorlar. hah bir de odenmesi gereken kucuk bir bedel daha var, uc uzay ve bir zaman boyutu yetmiyor bu sartlari saglayan teorilere, 11 veya 26 boyutlu evrenler gerekiyor. neyse geride kalan boyutlari kiviririz, katlariz, d-brane'e localize ederiz gibi metodlarla buradan kurtarmak mumkun.

    1990'dan sonra gecen 20 yil icinde bu yapinin ustune epey bir matematik yapiliyor, hatta yeni matematik icad ediliyor anlayabilmek icin sicim teorisini. bulunan en onemli olaylardan biri de bazi alan teorileri ile bazi uzay-zamanlardaki kutlecekiminin bire bir denk olmasi, ads-cft conjecture adi veriliyor buna. ınsanlar bir ara cok ciddi umutlaniyorlar, bu koydugumuz kosullara uyan sadece ve sadece bir tane teori olacak, o da bizim evrenimizi betimleyecek, herseyin teorisi olacak diye.

    sonra matematikte biraz daha gelisme olunca aci gercek ortaya cikiyor, bu koydugumuz sartlara uyan ve matematiksel olarak tutarli olan kac degisik teori var sorusunun cevabi on uzeri besyuz, akil almaz derecede buyuk bir sayi. bu derece cok teoriden biri bizim evrenimizi tanimlar mi sorusunu su anda cevaplamak imkansiz gozukuyor. burada isin icine felsefe karisiyor anthropic prensip adi altinda, bir ara oraya da birseyler yazarim. butun olasi string teorilerin olusturdugu kumeye de landscape, yani manzara deniliyor.

    peki kisaca durum nasil, string teori sadece matematiksel kabullerle yola cikip evren'i tanimlayacak tek bir teori bulmak konusunda basarisiz olmus gorunuyor. ortaya cikan asiri derecede buyuk sayidaki teoriden birinin bizim evreni tanimlayip tanimlamadigi sorusu cevaplanabilir durmuyor. bu durumda string teori deneyle yanlislanabilir bir tane bile ongoru yapamiyor. temel kabullerden supersimetri'nin dogada oldugunun bile deneysel destegi yok henuz.

    benim gordugum kadariyla son bir iki yildir string teoriciler bir birlerinin omuzuna vurup 'iyi denemeydi ama' seklinde teselli moduna gectiler, ve bulduklari guzel matematigi baska problemlere uygulamakla ('ads-qcd' nukleer fizik icin, 'ads-cmt' yogun madde icin) mesguller. yeni ise alinan fizikcilerin pek azi temel ugras olarak string teori yapiyor su anda.

    peki bundan sonra ne olur, deneysel olarak ekstra boyutlar veya supersimetri icin bir delil bulunursa ortam canlanabilir. bir baska olasilik da yeni bir matematiksel sart ortaya koymasi birilerinin, her allahin gunu birileri deniyor bunu ama pek kabul edilebilir bir durum yok daha ortada.

    bu 'yirmi yillik macera'dan ne ogrendik diye sorarsaniz sahsi gorusum evren'e dair yeni birsey ogrenmemis olsak bile cok guzel yeni matematik ogrendigimizdir. string teoricilere tesekkur ediyorum.
  • mr.nobody filmi ile hayatıma giren teoridir.hayatımında içine sicimlemiştir.
  • epey bir zaman önce (90'lar) cern de bulunan nokta şeklindeki parçacığın sicim olarak yorumlanmasıyla kendini güçlendirmiş teoridir. nokta şeklinde derken, sicim denilecek şekli yokmuş demek istiyorum. sicim teoricileri de; "e tamam işte, zaten bir planck uzunluğu içinde olan bir şey, ölçemeyiz abi" demişler ve buradan da zeytinyağı gibi sıyrılmışlardır. hâlâ aklımın almadığı ise, bu teoriyi hep yandaşlarından okuduğum için sanırım, gayet tutarlı görünen bu teorinin sanki zorlama bir teoriymiş gibi görülmesi. abartmıyorum (ilk 2001 senesinde karşılaşmıştım) hâlâ da nedir bu noktadaki mesele çözmüş değilim.
  • fizikteki çoğu karanlık noktayı aydınlatmış ve fizik olayları arasında bağ kurmamızı sağlamış olan teoridir.

    sicim kuramı'nın bazı sonuçları:

    1- fiziğin 2 temel kuramı genel görelilik ve kuantum mekaniğini birleştirdi: 4 temel fizik kuvvetinden biri olan kütle çekimi, kuantum mekaniği tarafından açıklanamıyordu. kütleçekim kuvveti sicimler üzerinden hesaplandı. iki büyük kuram ilk defa birleşmiş oldu.

    2- kara deliklerin sırrı çözüldü: bir kara deliğin içinden geçen cisimlerin yok olduğu düşünülüyordu ancak kuantum mekaniği bilginin aslında yok olamayacağını söylüyor. bu yüzden kara delikler konusunda kuantum mekaniği ve genel görelilik kuramları karşı karşıya geldi. kara deliklerin maddelerin yutulmaktan kurtulamadığı sınırlarına olay ufku deniyor. sicim kuramının çözümüne göre olay ufku iki boyutlu bir yüzey ve üç boyutlu bilgiyi tutamıyor. cisimler kara deliğin içerisinden geçerken olay ufku onların üç boyutlu hologram görüntülerini yaratıyor. böylece üç boyutlu bilgi bir hologram aracılığıyla korunmuş oluyor.

    3- evren bir hologram olabilir: kara deliklerde hologram teorisinin bazı çevrelerce kabul edilmiş olması yeni bir soru yarattı evrenin kendisi de bir hologramdan ibaret olabilir mi? sicim kuramı kara delikle geçerli olan bu durumun tüm evrende de geçerli olabileceğini söylüyor. buna holografik prensip adı veriliyor. teoriye göre tüm paralel evrenler aslında sadece 2 boyutlu bir gerçeklikten yansıyan hologram görüntüler. ama evren bir hologram görüntüden ibaret ise kütleçekim kuvveti de sadece bir yanılsama olabilir.

    4- anti madde nereye kayboluyor: evrenimizde madde parçacıkları bir şekilde anti madde parçacıklarına oranla üstün geldiler. bu yüzden maddeden kurulu bir evrende yaşıyoruz. sicim kuramına göre anti madde ise başka bir evrende evrene yön vermiş olabilir.

    5- paralel evrenler: aslında paralel evrenler çözülmesi gereken bir sorun değil teori sicim kuramının bel kemiğini oluşturuyor. ilk olarak sonsuz patlama modeli ile desteklenmiş olan çoklu evren modeli kuantum mekaniğinde de tarif ediliyor. tabii açıkça değil. kuantum mekaniği olasılıkların kaybolmadığını eğer burada gerçekleşmiyorsa mutlaka farklı bir yerde oluştuğunu belirtiyor. sicim kuramı paralel evrenler modelini kullanarak günümüz fiziğinin neredeyse tüm sorularını kolayca cevaplayabiliyor. çünkü çoklu evren modelinde her şey mümkün.

    6- karanlık enerji: evrenin hızlanarak genişliyor olmasının sebebi karanlık enerji ile açıklanıyor. karanlık enerjinin kütleçekim kuvvetini etkisiz hale getirerek hızlanma yarattığı düşünülüyor. ancak teoride hesaplananın aksine yapılan ölçümler evrendeki karanlık enerji miktarının düşük ve önemsiz olduğunu gösterdi. bu durum karanlık enerji ile ilgili gözden kaçan bir şeyler olduğunu ortaya koyuyordu. sicim kuramı fizikçiler alan guth ve andrei linde nin çalışmalarından yola çıkarak kozmik mikrodalga arka plan ışıması haritasını yorumluyor. büyük patlama etkisinin evrenin farklı bölgelerinde devam ettiğini ve hatta etkinin henüz ulaşmadığı mikroskobik kabarcıklar olduğunu söylüyor. bu hızlanma etkisini yaratan ise sonsuz patlama denilen bu durum.bunun sonucunda yine karşımıza paralel evrenler teorisi çıkıyor. çünkü kuram her bir evrende karanlık enerji miktarının farklı olabileceğini de öngörüyor.

    7- elektriği anlıyor muyuz: elektriğin varlığını ve onu kontrol etmeyi biliyor olabiliriz ancak onun tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. sicim kuramı elektrik dediğimiz şeyin belki de algılayamadığımız boyutlardaki bükülmelerden kaynaklanmış olabileceğini söylüyor.
  • star wars ne kadar gerçekse bu teoride kanımca o kadar gerçektir.
  • hakkinda onca sey okuyup, daha 2 hafta once kuran'da varlığını yazanları görünce kendimi jon snow gibi hissetmemi sağlamış adı üstünde teoremdir.*
    (bkz: you know nothing jon snow)
  • 60'larda ve 70'lerin basinda hadronlari (proton, notron, pi mezonlari...) aciklamak icin ortaya atilmis teori. hadronlarin spinlerini kutleleriyle iliskilendiren deneysel sonuclari (bkz: regge trajectories) aciklamak iddiasiyla cikiyor. orjinal sicim teorisinde hadronlarin tek bir sicimin farkli modlari oldugu iddia ediliyor.
    onlarca yil calisiliyor uzerine ama standart model ve qcd'nin kesfi (ya da icadi) ile neredeyse unutuluyor, cunku standart modelin hadronlari cok guzel sekillde deneylerle de ortusecek sekilde betimledigi ortaya cikiyor.

    standart modelin basarisi yaninda, sicim teorisinin ipini ceken diger bir mesele de ortalikta gorunmeyen parcaciklar onermesi. simdi kutleli parcaciklar olan hadronlari tanimlamak icin yazdiginiz sicim teorisi abudik gubidik parcaciklarin varligini iddia ediyor ki bunlardan en problemlisi spin-2 ve kutlesiz bir parcacik. oyle bir parcacik yok hadronlar arasinda. bu tur sorunlari yuzunden ve standart modelin goz kamastiran basarisi karsisinda silinip rafa kalkiyor sicim teorisi.

    70'lerin sonunda 80'lerin basinda sicim teorisi kullerinden yeniden doguyor, hem de daha iddiali. bu kez kompozit parcaciklar olan hadronlari degil, standart modelde noktasal parcacik olarak tanimlanan her tur parcacigi sicimlerin farkli modlari olarak tanimlama iddiasi ile geliyor.
    bu ikinci iddia icin ortam daha musait, cunku standart modelin onceki sicim teorisine yaptigini yapcak bir teori yok ortada.
    the only game in town diyor fizikci abiler buna. citayi hadronlari aciklamaktan tum parcaciklari aciklamaya yukseltmek cesur bi hareket ama bir kac onemli tas yerine kendiliginden oturuyor bu sayede. yukarida sozunu ettigim kutlesiz spin-2 parcacigina bir ev bulmak en kolayi. bildigimiz unlu graviton bu. yani ilk surumunde sicim teorici fiziklerin aksamlari eve kapanip aglamalarina yol acan, nerden cikti bu diye uzuldukleri parcacik bir zafer nisanesi oluyor. bugun bile sicimci abilerin en buyuk ovunc kaynagi "sicim teorisi kutle cekimi ongoruyor" diyebilmek.

    cok onemli birkac soruya daha yanit verme olasiligi var.

    1) bu sicimler kapali ya da uclari acik olabiliyor. uclari acik olanlari bir yerlere tutturmak mumkun. kapali olanlar ise baglasan durmaz tipte olanlar. simdi acik uclu sicimleri masanin yuzeyine tutturdugunuzu dusunun. bu adamlar sittigin sene orada bagli kaliyorlar. kapali olanlar ise odaya dagilabiliyorlar. mucize de burada, spin 2 kutlesiz mod bu kapali sicimlerde mumkun. yani graviton, nam-i diger kutlecekim, tum odaya dagilabilirken ucu acik olup masaya yapistirdiginiz sicimlerin tanimladigi parcaciklar masada kaliyor. bu da kutle cekimin diger kuvvetlere gore neden bu kadar zayif oldugunu acikliyor: adam koca odaya yayiliyor, digerleri masa yuzeyinde yogunlasiyor. simdi bunu fiziksel evren uyarlamak icin masaya bir boyut eklemek lazim:3 boyutlu bir yuzey bu, yani bizim dogrudan gozlemledigimiz boyutlar bunlar. bir de bizim dogrudan gormedigimiz boyutlar var, ki kutlecekim o boyutlara siziyor o yuzden bize daha zayif gorunuyor. diger parcaciklar bizim 3 boyutumuza tutturulmus olduklarindan daha kuvvetli etkilesiyorlar.

    2) sicim teorisi teknik aksakliklardan dolayi ancak 10 boyutta calisiyor. bunlarin 3+1'i bize gorunuyor. o zaman kalanlarina bi care bulmak lazim. bunlarin cok kucuk olcekte boyutlar oldugu bu yuzden bizim dogrudan gorme olanagimiz olmadigi iddia ediliyor bu teoride. bu kalan boyutlari bir sekilde sumen alti etmek gerekiyor ama bu da tam bir sanat isi. bu ekstra boyutlarin topolojisini iyi insa edebilirsen sicimin kalan gorunur boyutlardaki modlarina sinirlamalar getirebiliyorsun. bu ise kendi basina bir mucize. cunku standart modelin hakkinda gikinin cikmadigi lepton jenerasyonlarinin sayisini hesaplamak mumkun. (deneysel olarak bilinen 3 adet var, elektron, muon ve tau. neden 3 oldugu bilinmiyor).

    normalizasyon, kara delik gibi onemli konulara onceden deginilmis zaten.
    madem buraya kadar okuyacak durumun vardi, belki alirsin: iki de kitap reklami yapayim.
    taze sicim teoriciler icin:
    i) string-theory-demystified guzel kitap.
    ii) bartol zwiebach'in a first course in string theory kitabi biraz yavas ilerliyor ama fena degil.

    kasarlanmislar icin:
    joseph polchinski'nin iki ciltlik kitabi var. onceden en az bir kitap calismadan yeltenmemek lazim. ben acip acip yarim birakmistim ilk denemelerimde. zwiebach okuduktan sonra anlasilabilir hale geliyor.
hesabın var mı? giriş yap