• anksiyete sonucu verilen bir karar olmakla birlikte mevcut konumdan daha iyiye götürmediği, acı bir şekilde tecrübe edilmiştir. şöyle ki; 2000’li yılların başında aman sayacım bozulmuş olmasın, farkında olmadan kaçak elektrik kullanmayayım diye arada elektrik saatini kontrol edecek kadar suç işlemekten imtina eden, aman hak geçmesin, yayın haklarına dünya para ödüyorlar diye hayatım boyunca şifreli kanallara hiçbir zaman aynaya parfüm sıkarak bakmamış olan ben; başımı, ucu 3 farklı ülkede 72 ayrı adrese operasyon yapılan, sonunda new york times’ta haber olan bir sürece varacak kadar büyük ve global bir derde sokmuştum.

    yeni taşındığım mahallenin bakkalvari marketinde çalışan bir kasiyerle gel zaman git zaman muhabbeti ilerletmiş ve birlikte iş yapmaya karar vermiştik. bu, bana ilk zamanlar basit küçük işler vermişti.

    sonra bir gün baya büyük bir iş getirdi. işte bir gariplik vardı çünkü istenen iş bize müsade edilen alanın biraz dışını kapsıyordu ve verdiğim fiyat yüksek olmasına rağmen hiç pazarlık yapılmadan kabul edilmişti.

    gittim. dedim -cemil. bak bu iş suça benziyor. -suç mu bu iş? –yok. dedi oğlum suç değil. -ne suçu? millet adam öldürüyor amk. dedi.

    ulan arkadaş bunun suç olmaması için milletin adam mı öldürmesi gerekmiyordu anlamadım? beyanımı yazan polis bile bu cümleyi anlamadı "bunu istersen yazmayalım" dedi de. neyse çok sorgulamadım. çünkü benim o dönemki saçma sapan inanışlarıma göre; birisinin size getirdiği bir işi etik değerlerinizden dolayı reddederseniz karşınızdaki kişiyi suçlamış oluyordunuz. bu kadar gerizekalıydım işte ben. neyse, işi yaptım. sonra işin içine benim bir takım paranoid şizofrenik düşüncelerim girmesi dolayısıyla yaptığım bu işin “suç” olduğuna karar verdim ve bu cemili ben gittim ihbar ettim. ben bir kasiyeri ihbar ettim. bakın ihbar ettiğim kişi bir kasiyer. burası gerçekten önemli ve ihbar ettiğim kişi gerçekten bir kasiyerdi. yani mahalledeki orta ölçekli bir markette çalışan kasiyerdi. . yani birşey olsa. bir yumruk vurarım ve ölürdü.

    yaptığım ihbarın üzerinden bir kaç ay geçmişti ve bir telefon geldi. -sen dedi. şu kişi misin? evet dedim. –ben. dedi. -şu şu karakoldan arıyorum. sana dedi ulaşmaya çalışıyoruz kaç gündür. hemen şu şu şu savcının yanına git sabahtan. -eğer! dedi. gitmezsen mevcutlu gidersin haberin olsun.

    dedi ama ben bilmiyorum ki mevcutlu nedir? dedim heralde gitmezsem mevcudumu isteyecekler. ictima gibi birşey mi ne lan bu? neyse. ama anlamadım işte. uzağım öyle işlerden çok. anladım ama savcının ne için çağırdığını. gittim ertesi gün savcıya. savcı bana arapça isimler soruyor, ingilizce isimler soruyor. diyor tanıyor musun? falluri, malluki, encıl mişelyıs falan diyor. orada bile anlamadım sorduğu isimleri. yok dedim savcı bey. tanımıyorum.

    hiç? dedi. yasadışı yollardan ya da yasadışı işlemlerle yurtdışına çıktın mı? oha! lan. yasa dışı yollarla yurtdışı? dedim nasıl yani?

    oğlum bak eğer bu konularda deneyiminiz yoksa o anda öyle bir soru geldiğinde baya bildiğin beden diliniz saçmalamaya başlıyor. hayır diyeceğim ama hayır derken kaşım oynarsa yalan gibi mi olur? gözümü oynatmamaya çalışırsam yalan söylüyorum da kendimi sıkıyorum gibi mi olur? hay anasını ya cevap veremiyorum. kitlendim, cevap veremiyorum ama cevap veremediğimden değil. doğal cevap vermiş gibi nasıl olurumu düşünmekten cevap veremiyorum. gözlerim karardı baya tansiyonum düştü. en son kaş göz hareketleriyle böyle saçma sapan mimikler eşliğinde; -savcı bey. dedim. ben. dedim. karşıdan karşıya geçicem. yeşil ışığa 10 dakka bakıyorum acaba gerçekten yandı mı bu yeşil diye. –çok. dedi konuşuyorsun.

    -hayır. savcı bey. dedim.-çıkmadım.

    bir kaç soru daha sordu ve yandaki kıza yazdırdı. sonuna da yaz dedi. “şüpheli”. nasıl dedim savcı bey? ben dedim zaten ihbar ettim. ben nasıl şüpheli oluyorum ki? -herşey olabilir dedi. –parada anlaşamamış olabilirsiniz. dedi.

    ben de; -evet, haklısınız dedim. o da; ne dedin sen? ben şimdi haklı mıyım dedi?

    hay amk oğlum ya bok ediyorum işi iyice. ve ben dilimi g.tüme sokarak üzerine bir kelime dahi söyleyemeyerek çıktım yanından savcının. o konu ne kadar aleyhime yönlenmiş olsa da o noktada bırakmanın benim için en hayırlısı olduğunu düşündüm ve konuşmadım. çünkü ağzımı her açtığımda bildiğin kendi kaleme son dakka golü atıyordum.

    iki ay falan geçti...

    kasiyer arıyor. dedi; -bizi ihbar etmişsin. -nasıl yani? dedim. dedi ihbar etmişsin işte. manyak mısın sen? dedim. öyle şey olur mu? ne diye ihbar edicem ki ben seni? sen dedim katil misin? sen dedim suçlu musun? sen çok güzel bir insansın. sen işinde gücünde bir adamsın. senin pis işlerle ne işin olur? ben dedim neden ihbar edeyim seni.

    –bak. dedi. başladı benim ifademi okumaya. aa dedim sen onu nerden biliyorsun? falan filan. neyse bu başladı tehdit etmeye beni. birşey de diyemiyorum çünkü işin ucunda mişelyıslar, mallukiler nedir amk bu ne yapıyor bunlar, bu ne bu? benim karşımda bonbacılar mı var, ne var? bilmiyorum. öyle tehdite başlayınca ben küfür edip kapadım yüzüne bunun telefonu. ama işte onu niye yaptım allah kahretmesin. hani arı kovanına çomak soktum bir de gittim bütün arılara pandik attım.

    o gün akşama kadar feci sıkıntılı geçti. eve geldim. annem birşey söylüyor. 10 dakka yüzüne bakıyorum. he? diyorum. tekrar söylüyor. 10 dakka yüzüne bakıyorum. “aynen” diyorum. kadın patates kızartayım mı? demiş.

    kızartmadı.

    neyse. kendimi nasıl koruyacağım diye düşünürken aklıma bir tabanca edinmek fikri geldi. geldi de amk ben bu tabancayı nerden bulucam arkadaş? benim hayatımda tanıdığım en yasadışı adam ktunnelden porno izleyen hüseyin. yani yok ki bu işlerle işim. ben oğlum bana hayatım boyunca öğrettiler; yok kalem en büyük silah. ne büyük silah? napıyım şimdi ben kalemi? adam bana ateş edecek. kalem?

    neyse. nasıl bulucam nasıl bulucam derken aklıma cihangirde eniştemin yanında çalıştığım dönem sürekli gri pardesü, siyah gömlek gezen orhan abi geldi. o da nerden geldi? pardesülü diye heralde bilmiyorum. dükkana gelir otururdu öyle kalın bıyıklı, sesi gür bir adamdı. böyle gereksiz bir saygım vardı adama çünkü çocuğum. ve adam bana karanlık güçlerin, karanlık kralı gibi geliyordu o dönem. yani besin primadini sorsalar en üste bunu koyardım. kavgaya götürsen, göster çek yani bitti o kavga. yeniçeri adam. öyle bir adam yani, düşün işte. yani hala anlamıyorum ki ben o adam gri pardesü giyiyordu diye bana silah bulabileceğini neden düşündüm? bir de öyle olsa bile hayatımda adamı toplasan 10 defa görmüşüm ve en derin muhabbetim “abi senin iş hazır “. bu yani.

    neyse. bir iki görüşme yaptım ulaştım bunun telefonuna. abi dedim beni hatırladın mı? yok kardeşim dedi vallahi çıkaramadım. abi şudur budur, işte sen şuraya geliyordun, ben bunu yapıyordum, hatta bir gün şu olmuştu falan işte ben ısrarla hatırlatmaya çalışıyorum.

    yasa dışı bir iş isteyeceğim ve önce beni hatırlaması lazım.

    10 dakkaya yakın kendimi hatırlatmaya çalıştım. oradan giriyorum, buradan giriyorum. abi bilgi yarışması gibi bıraktık işi gücü. ben soruyorum o cevap veriyor. bir ara hatırlar gibi oldu. o da yanlış kişi çıktı amk. benim sinirlenmeye hakkım yok ama artık işi; “ne kadar gerizekalısına” kadar getirdim nerdeyse. bu en son biraz böyle sinirlendi. kardeşim dedi hatırlamıyorum söylesene sen beni niye aradın? onu dedi ya. yemin ediyorum sanki ikimizde hipnozdan uyandık o anda. –abi. dedim bana silah lazım. –neee? dedi. silah dedim abi. silah lazım bana. hee! dedi. siyah yok kardeşim bizde. biz boya işini bıraktık. abi dedim siyah değil. boya değil. silah lazım. siyah boya yok dedi. abi dedim boya değil. silah. lüleburgazın “l” si abi. silah! silah!. sinirlendim artık.

    boya satmıyoruz dedi kapattı yüzüme telefonu. hay dedim amk. anlamadı. bir daha aradım. 3 4 sefer aradım. açmadı. üstünden 1 – 2 saat sonra bir daha aradım. yine açmadı. 3 – 4 gün geçti aradan. bu kasiyer aradı beni tekrar. küfürler falan filan. ben de küfür ettim kapadım. artık silah şart amk.

    arkasından aradım yine orhanı. açtı bu telefonu. buyur? birader dedi. o “birader” lafında sanırım bi kabadayılık mı algıladım ne olduysa ben coştum tabi telefonda. hiç nasılsın selam sabah girmeden direkt; -abi. dedim bak bana öyle otomatik birşeye gerek yok. bir tane kurşun atsın yeter. para da sorun değil. neyse ne ben veri... dedim. kapadı telefonu yüzüme.

    anladım “güven problemi var” dedim. sms atmaya başladım buna. baya sms attım cevap yok. şimdi ben sms i atıyorum. cevap gelmiyor ya. diyorum çok gerildi adam cevap vermiyor. ortam yumuşasın diye sevgi pıtırcığı bir üslupla bir sms daha atıyorum. yine cevap gelmiyor bu daha da gerdi diyorum. böyle strateji strateji yumuşatayım falan derken. 40 – 50 sms attım buna. “siyah yok güzel kardeşim. boya işini bıraktık” diye bir sms attı bu baya bir sonra.

    ertesi gün aradım. açmadı. sonraki gün bir daha açmadı. arada bu şerefsiz işte bu cemiller aramasaydı ısrar etmeyecektim o kadar. yine bir tehdit başka birinden geldi. türkçe baya kötüydü. dedim beni öldürecek bunlar benim tabanca bulmam lazım artık.

    abi ben niye bu orhan’ a bu konuda bu kadar kitlendim. adamı silah tüccarı belledim buna bugün bile hala anlam veremiyorum. arka arkaya armaya başladım bunu. açmadı. başka numaralardan arıyorum açmıyor. tabi ben aradıktan hemen sonra, başka numaradan arayınca açmıyor. bu açmadıkça ben sinirleniyorum. artık küfür falan bile etmeye başladım, bu telefonu açmadıkça.

    şimdi ben bir anda kendi yarattığım bir gerçekliğin içine çekildim ve çıkamıyorum. karşımdaki adamın silah tüccarı olduğu sabitmiş gibi hareket ediyorum ve olayın başına dönebilsem belki bu gerçeklikten çıkabileceğim ama işte ne olduysa çıkamıyorum. inanmışım.

    en son araya 2 gün koyup direkt farklı bir numaradan aradım. onu açtı. sen niye açmıyorsun birader dedim telefonu ama öyle bir utandım ki o adama birader dediğim için. hemen düzelttim. abi dedim. ben sana silah diyorum sen bana siyah boya diyorsun. kulakların mı duymuyor anlamadım ki? yani niye bu kadar uğraştırıyorsun. burada bir hayat söz konusu öldürecekler beni. sen benim telefonlarımı açmıyorsun. tabanca lazım bana. sen ne kadar saçma sapan bir adamsın. dedim.

    bak. kardeşim dedi. bak güzel kardeşim. kimsin necisin bilmiyorum. telefonumu nereden buldun bilmiyorum. bak dedi sana anlatmaya çalışıyorum bir haftadır. ben de siyah boya yok. ama dedi sen gel bakalım burada nalburlar var sorarız buluruz. abi dedim bak sen yine anlamadın. benim işim nalburla değil. ama geliyorum ben. tamam dedi gel burada anlat, atıyorum dedi adresi. taşınmış şirinevlere.

    fırladım abi gittim. yolda da diyorum bu herif gerizekalı ben bununla nasıl anlaşıcam. anlıyor anlamazlıktan mı geliyor? aptal mı nedir bu? bu diyorum heralde aptal gibi birşey. aptal olmuş bu. ama akıllı bir adama benziyordu. zamanla demek ki aptal olmuş bu. insan da mı değil bu acaba falan? kendi kendimi de sinirlendiriyorum arada yolda. tabanca ticareti yapıcam sert mizaçlı olmalıyım. sinirlendikçe de mizacımın sertleştiğini düşünüyorum. neyse yaklaşınca aradım sordum tarif etti bu. böyle raksotek gibi değişik bir dükkanı vardı. yani öyle korsan falan değil baya bandrollü falan ürünler satan büyük bir mağaza. işinde gücünde bir adam belli. kapıda bekliyor beni. beyaz kısa kol t shirt giymiş üstünde yazı var t shirtün. bıyıkları kesmiş. bunu böyle gördüm ya. dedim içimden direkt adam doğru söylüyor. bırakmış bu o işleri. diz çökmüş töğbe almış bu.

    neyse çok detaya girmiyorum ama şöyle söyleyeyim, içerde bir 7 – 8 kişi falan vardı. kafam tavana çarptı mı çarpmadı mı bilmiyorum ama yerden baya bi yükseldiğim anlar oldu. tabanca almaya gelmişim ya. böyle içeri sağ bacağımı attım. biraz da böyle yüksekten attım. “sellllaamunaleyküm” diyip giricem ağarabiler gibi. şerefsizler “sel...” dedim. bitirmeden, o sağ bacağım yere daha değmeden, sırtımdan bir el tuttu beni. o t shirt üm benim ağırlığımı nasıl taşıdı, ben nasıl o duvara kadar öyle bir anda gidebildim çok analiz edebilecek kadar zamanım olmadı. oğlum arada bırakın bir nefes alayım ya. böyle merdivenden çıkarken kontrpiyede kalırsınız ya aynı öyle sol bacağım içerde, sağ bacağım dışarda, dışarı çıkar gibi oluyorum ama ani içeri geri çekişler ve bu sürekli tekrarlanıyor. ama kapıya giden töğbe ben değilim. hani kaçmaya çalışmıyorum. çünkü beynime öyle yumruklar yiyorum ki öyle bir karar mekanizmam yok o anda. dayağın şiddetiyle oluyor bu kapı önüne gidiş gelişler. çizgifilmlerdeki tozbulutu içinde kavga olur ya böyle dışarı bir bacak görünür bir kol görünür. kapının dışından bakan biri için görüntü aynen bu şekilde.

    bak. sırtıma yediğim her yumrukta çat diye bir ses geliyor kemiklerimden ve ben sürecin başına gidiyorum. ben bu adama neden tabanca sordum diyorum. gri pardesü, bıyık ne alaka? olacak iş mi? ama tabi iş işten geçmişti artık. bir ara artık yumrukları yoruldu sırtımı tokatlamaya başladılar.

    oğlum bak dayak yerken; ben bunu aradığımda bu açmadığında arada bir iki küfür etmiştim. ulan diyorum allah vere de onları şimdi öğrenmese bu. nasıl öğrenecek öğrenemez ki? ama ya yerin kulağı varsaya kadar geldim.

    sonra içlerinden bir tanesi ilginç bir şekilde, vuruyor ama vuruken de düşünüyormuş. dedi bu polis olmasın bir de. oğlum polis falandır bir de dedi. durdular bunlar. öteki dedi o orhan. polisle ne işimiz var oğlum dedi. polis niye bize tabanca sorsun. tam bıraktılar. sürünceme de kaldılar. hani dayak bitmişti. polis olabilirimi düşünüyorlardı. ben kafama sıçayım –aynen. dedim. -poliste olabilirim abi. hoop bir tekmeyle yine başladılar. abi bak ne zaman bitti nasıl bitti o bilmiyorum. yoruldular da bıraktılar heralde. ben kapıyı bulabilmek için gözlerim açık ama heryer karanlık. ışığı takip ettim ve çıktım dışarı. beni yan dükkana sokmuşlar. pansumanlar, buzlar falan filan.

    neresinden tutsan elimde kalacak bir olay, bir de savcılıkta dosyam var şüpheliyim. hiç kurcalamadım gittim eve.

    adam yalnız aynı benim gibi, bu işlerle hiç işi yokmuş oğlum. iyi anladım bunu. bu cemillere operasyon yapıldı. tv'ler falan son dakika geçti. baya büyük bir operasyon. ben konunun dışında kaldım. hatta o akşam karakola gittim. o da garip bir olay. siz? dedim polise. bugün operasyon yapıldı ama bana gelmediler? yine saçma sapan birşeyler yaşadım orada. neyse. almışlar bunları. yargılandılar. çıktı çoğu. sesleri solukları kesildi. silah aramasaydım tertemiz atlatacağım bir süreci bir hafta kamışla beslenerek geçirdim. çenemi oynatamıyordum. yataktan kalkamıyordum. belimi doğrultamıyordum.

    demem o ki; daha bir silaha sahip olamadan bile başıma bunlar geldiyse, sahip olduğumda neler olurdu bilmiyorum. hayırlısı oldu diye düşünüyorum. benim gibi insanlar için; yanlış kararın verildiği andır.
hesabın var mı? giriş yap