• umut sarıkaya'nın benim de söyleyeceklerim var adlı köşesinden bir denemede bahsedilen karakter.

    --- spoiler ---

    silik biriyim ben.sesim zaten pek çıkmaz.hani bazen çok uzun sure sustuktan sonra biri bir şey sorunca cevap verirken, ses tonumuzu ayarlayamayız, sesimiz osuruk gibi çıkar ya işte ben o ses tonunda konuşurum.anlattıklarım çok da matah şeyler değildir ama anlatmak isterim.tam anlatmaya başlayıp 'iyi gidiyorsun oğlum, hadi şu son cümleyi de bağlarsan, aklını alacaksın onun' diye düşünürken, karşımdaki 'abi biraz yüksek sesle konuş, ne diyorsun anlamıyorum' der.orospu çocuğu nasıl da büyük bir rahatlıkla söyler bunu.başlarım en baştan 'abi diyorum ki...' diye anlatmaya.o kadar silik bir insanım ki kurduğum cümlelerde bile doğru düzgün özne yoktur.özne ortaya çıkmaz, özne bile kaçıp saklanır, gizli öznedir.dolaylı tümleçle, zarf tümleciyle kur cümleyi, anlat anlatabilirsen derdini.dün bütün olanlara rağmen bengü 'ye onu çok sevdiğimi söylemeye gittim.kim gitti?ben gittim(g.öben).yarrağımı gittim! bugün bir minibüste bile şoför 'birader sen geç, buraya otur da yer açılsın' diyerek para kutusunun yanına, minibüstekilere karşı seni oturttuğu zaman zor duruma düşüyorsun, insanların yüzüne bakamıyorsun, bengü 'nun suratına nasıl bakacaksın.

    yalnız sesim değil, tipim de siliktir. normal adamım.bana benzeyen binlerce insan var sokakta...hiç dikkat çekici bir suratım yok. 'sokaktan adam geçti bir tane' deriz ya, özelliksiz adam, başında herhangi bir sıfatı olmayan adam, işte ben oyum. dümdüz adam! bu özelliksiz suratımın işe yaradığı da oldu tabi.okul hayatımda ve askerlikte çok rahat ettim.hiç hoca ve ya komutan bana kafayı takmadı.nasıl taksınlar ki ismi bile ezberlenmeyen, hiç ismiyle hitap etmedikleri, en fazla 'evladım' ve ya 'oğlum' diye çağırdıkları, hayatlarında hiç iz bırakmadan gelip geçen biriyle kim, niye uğraşsın ki...

    tamam, biraz abarttım. itiraf ediyorum, bir ara, üniversitedeyken gerçekten ortamın merkezi olmuştum.merkezdeki kişi bendim. hem de iki güzel kızla bardaydık. kulaklarımla duydum, benden bahsediyorlardı, orijin bendim. 'şu çocuk seni kesiyor' diye arkadaşına gösterdi biri, kestiğim kız ise 'hangisi' diye sordu. 'şu gözlüklünün arkasındaki' dedi.kestiğim gülümsedi. üniversitedeyken gözlük takardım, artık lens takıyorum, temiz tutarsan valla büyük kolaylık... elveda eski kestiğim.

    silik, utangaç ve iki kelimeyi yan yana getiremeyen biri olduğunda insan, dahi filan olmayı bekliyor ama bende o da yok. çok susup, sabit gözlerle bir nesneye bakınca biri görse 'kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordur, ne savaşlar veriyordur, zihinde ne kaleler yıkıp, ne devletler kuruyordur' diye düşünür ama bende vallahi o da yok.neye bakıyorsam onu düşünüyorum. mesela ekmeğe mi bakıyorum 'ekmek' yazıyor düşünce balonumda.silik olmam dahi ve ya duygusal olmam anlamına gelmez.bana benzeyen birinden hoşlanacağım anlamına ise hiç gelmez. aksine nefret ederim benim gibi silik insanlardan, fellik fellik kaçarım.onlarla gezmek, tanışmak, içki içmek, dertleşmek istemem.hatta kendi halime tipime bakmadan aşağılarım onları, 'mih mih mih' diye gülerken o, 'acaba ben de mi böyle gülüyorum' diye düşünerek, tiksinirim gülüşünden.kendim gibi bir insan daha niye isteyeyim ki.

    aşık olduğum zaman çok güzel kızlara aşık olurum. 'niye aşık oldun?', 'çünkü çok güzel' işte bu kadar basit.

    yakışıklı ne acayip di mi? ben de yürüyorum, o da yürüyor.ağzı var yemek yiyor, eli filan da var, aynı benim gibi. düşününce totalde aynıyız. ama o yakışıklı. birşey yapmasına gerek yok, dursa yeter.ağzını açtığı zaman herkes onu dinler, saçmalama kredisi sonsuzdur. senin bir tip yakışan saçın vardır, onun hepsidir.kazıt o saçını senin çıksın topatan kavunu gibi kafan ortaya, o ise yine yakışıklı.bir de bu durumun farkında değil gibi orospu çocuğu, ben ise hayatım boyunca bir jöleden çok şey bekledim.turistin mavi gözlü sarışın çocuğunu sevdiğimiz gibi, 32 yaşında olmamıza bakmadan 4 yaşındaki çocuğun etrafına toplanmamız, onu güldürmeye çalışmamız gibi severiz, utanmasak elimizi çocuğun omzuna atıp, 'ben ulrih'leyim siz hepinizsiniz var mısınız lan maça' dememiz gibi ucundan eklenmeye çalışırız yakışıklıya.okurlar biz sıramızın gelmesini çok bekledik.ve ne olduysa oldu devran dondu, rüzgar bizden tarafa esmeye başladı.haber geldi, 'samimiyet' bayrakları açılmış toplumda.samimi olmak prim ediyor dediler... sorduk; 'nasıl yani? sadece samimi olmak yetiyor mu?' 'evet abi. ne olursa olsun samimi olsun deniyor ortamlarda.cahil de olsan, aptal da olsan... yahu konuşturmayın adamı işte! samimice itiraf etmek yetiyor işte, anında prim yapıyor.' dendi. çıktık yuvalarımızdan. zaman artık bizim zamanımızdı, beklediğimiz gün gelmişti.en önden ben koştum.anlattım başımdan geçenleri, aptallıklarımı. bence etkileyici bir üslupla sunulmuş, içi de komik şapşallıklar barındıran hikâyelerdi. bir iki etkilenme olunca, bir tane daha anlattım. 'sevimli şapşal şey' damarımı iyice eşeledim, anlattıkça anlattım.en mahremlerine kadar, altıma sıçmalı anılara kadar bir bir anlattım.baktım hafiften bir tiksiniliyor rotayı ebeveynlere 31de yakalanmalı anılarıma cevirdim.büsbütün iğrenildi.yakışıklı arkadaşım efe ise birkaç 'sosyal beceriksizlik' anısını anlatıp, 'inanmıyorum efe.çok sevimliymişsin' nidaları eşliğinde bu samimiyet rüzgârından çok güzel ekmek yedi. efe sayesinde tanıştığım kızlarla bağlantım ise ileriye yönelik beklentiler içerisinde sürdü.efe'nin eski takıldığı kızlardan biri bengü 'yle bir gün beşiktaş’ta karşılaştık.nasıl olduysa beni tanıdı.ne istiyordu bu bengü benden, sadece güzel olması bile ona aşık olmama sebepken bir de benim farkımda olması... yoluna mı atayım kendimi, yoksa şaki olup dağa mı çıkayım, bunu mu istiyor benden? 'sen efe'nin arkadaşısın di mi?' dedi. başımı sallayarak onayladım. 'efe anlatmıştır biz ayrıldık onla' dedi. 'vay be ben evde oturup kalemle mandalina liflerini tırnaklarımdan sökerken insanlar neler yaşamış.' diye içimden geçirdim ve acı acı gülümsedim. efeyi hala çok sevdiğini filan söyledi. 'ulan efe'yi dedem de sever, yakışıklı, zengin çocuk, beni sevsene.' demek istedim, diyemedim.gözleri dolmuştu, benimkiler de doldu.sonra toparlanmaya çalışarak her şeye rağmen gülümsedi. 'neyse saçmalıyorum işte. boşver beni. sen ne yapıyorsun? yürüyelim mi işin yoksa?' dedi.yürüdük. 'sen hep susuyorsun. anlatsana kendini' dedi.boşver manasında başımı salladım.gerçekten de anlatacak bir şey aklıma gelmiyordu.'ama gerçekten merak ediyorum. her insanın bir hikayesi vardır' dedi. karşılaşmadan önce 'ağzıma bakalım şu çubuk krakeri enlemesine sokabilecek miyim' diye bir deney yapıyordum ve karşılaştığımdan beri ağzımda enlemesine duruyordu o kraker.önce onu yedim. sonra bütün gücümü toplayıp, bütün samimiyetimle 'göğüslerin çok güzelmiş' dedim.

    --- spoiler ---

    kaynak: benim de söyleyeceklerim var 2
    alıntı: uykusuzdergi
  • ortamın sessiz ve sakin adamıdır genellikle. ne etliye bulaşır, ne de sütlüye. tek suçu çılgın olamamak, çok konuşmaktan kaçınmak, espri yapmak için zorlamamak felandır. yani aslında çok suçu var bu ibnenin. sen kenara çekil, insanları analiz et, yıllar yılı kıllandır, sonra da gel bir köşede tiynetsizce 'ben neden böyle silik bir insanım. neden kimse beni siklemiyor' sanrılarına giriş. iffetsiz, haysiyetsiz, bokun püsürü seni. bir partiye katılırsın ama ne oynarsın, ne de öyle içmekten dağıtırsın. hep ölçülüsündür yani. ölçünün ilk felselerden biri olduğuna inananlardansındır. hep bir analiz adamısındır o kıyıda köşede. hani yazmasan/çizmesen felan bildiğin malsındır. tabii bu mallık halini verimli bir hale getirmek bir beceri, bir hususi yeti ister. belki de katıksız/aktivitesiz bir mal, pasivize edilmiş içsel bir dingilsindir.

    zaman zaman kenarda durup imrenirsin o ortama geldiğinde 'vay şenol nasılsın?', 'abi nerelerdesin be abi!', 'alemin kralı geldi ya' gibilerinden karşılanan ibnekarlara. hiç onlar gibi olamamışsındır. geldikleri gibi bütün gözler onların üstündedir. onlar da gözlerini, gözleri onların üstünde olan gözlerle göz temasına girerler. ah şu gözler. sen yine malsındır. yine bir kenarda 'dur siklemiyormuş gibi yapayım... ya da böyle moralim bozuk, depresyondayım felan... gülmeyeyim ben' triplerindesindir. herkesler ortamdan payına düşeni alır. sana da pastanın üstündeki ucuz şekerlemeden yapılan gül başları kalır.
    daha çocukluğundan kendini belli etmişsindir zaten. herkes eriklere dalarken, sen dalmazdın. ama sırf sizin bahçedekilere de sıra gelmesin diye. hep böyle içten içe çıkarcı, opurtünist bir tutum sergiledin. ya da daldınsa da o eriklere kırk yılın başı, mal gibi seni yakalamıştır mülk sahibi. kulağından çeke çeke de ana ocağına teslim etmiştir seni. rezil bir adamsındır yani. herkes her şeyi yapar, bir şey olmaz. amma ve lakin sen ne yaparsan yap en boktan şeyler seni bulur. herkes istiklal'de alkol alır, sen eline aldığında hep birilerinden laf yersin. sonunda da bi polis gelir ve olaylar gelişir. hep at sikine konmuş beyaz kelebek gibi parlarsın yani, böyle aykırı bir şeyler yaptığında.

    ve ömür böyle gelip geçer. hep 'bir gün değişeceğim' dersin. yataktan her kalktığında o günün farklı olduğunu düşünürsün. seni büyük serüvenlerin beklediğini, dışarı çıktığında bütün kızların/erkeklerin sana çıkma teklifi edeceğini, girdiğin ortamlarda karnaval havası yaşatacağını, umursanan ve önemsenen insn muamelesi göreceğini, hayatı bir yerinden yakalayacağını sanırsın. o umut yine sinsice bütün bedenini/bünyeni/tinini esir almıştır. hatta daha romantik şeyler düşünürsün. şu burgulu bok misali holivut'un romantik komedi filmlerinden kopma sahneler. ve sonra mükemmel bir final sekansı. ah seni gidi işgüzar yelloz. vay seni kamil.

    hasılı kelam, hayat, çılgınlar ve diğerleri etrafında dönüyor artık. ani kararlar verip hemen eyleme geçen insanlar saygıyla karşılanıyor. arkasından 'çılgın yaa...' diye tebessümlü bir şekilde, içten pazarlıklı olarak veryansın ediliyor. sen hep beride kalan insan olursun. herkes her şeyi yapar ve sana da yine beriden bakakalıp 'vay be' demek düşer. sen ola ola şu sergüzeşt dünyada 'vay be insanı' olmuşsundur. giden değil, her zaman kalan insan olmuşsundur. zaman akıp geçer. ve bir gün ölüm seni ansızın yakalar. sen, yapmak istediklerin ve yapmaya çalışıp içine sıçtıkların artık son bulur. tek suçun biraz çılgın olamamak. tek suçun özgüven duygunun ayyuka çıkmış olamaması. geçtim o kadarını kendine zerre güvenin olmaması. hatta 'özgüven' hususunu da geçtim, senin sorunun tam olarak 'kendine güvenen, kasıntı ve prensipli insan olmamak için zorlayan insan' olmaktır.

    zaten evvel zamanından beri mevcudiyetinin farkına varılmamasını da sen istemiştin lakin yine de imrendin başkalarına vahice. ama hiçbir zaman hayat senin için 'ben ve diğerleri' umarsızlığında geçmedi. duyarlı adammışsın hafız. gel gör ki hayat bir kere. yani yapacağını yap amma yine de ölçünü yitirme yiğit oğlan/can kız. mevcudiyet durumunu da o kadar içerleme. alt tarafı hayat, üstü heyhat! bugün tazesin, yarın bayat.
  • tanıştığı insanlarla 10 kez daha tanışan çünkü hatırlanmayandır. kahverengi saç ve göze sahip olması muhtemeldir.
  • sikik insan olarak okuyup boynu bükük şekilde aynadaki aksime bakmama neden olmuş olandır.
  • girilen tüm ortamlarda kimse sizi takmaz ha varsınız ha yoksunuz bir şey dersiniz sağdan girer soldan çıkar kimse sizi adam yerine koymaz insanlar hatırlamaz bile, eskiden tanıdık olduğunuz kişiler selam vermez. burada bile varlığınız önemsizdir sizin gibi yazılarınız da görünmezlik icat etmiştir.
    ileride konuşulan sohbetlerde öyle biri mı vardı konulu konuşmalarda başrol olursunuz. karşı cins ilişkileriniz de olmaz kızlar sizi görmez bile çünkü harry potter'ın görünmezlik pelerini ile gezersiniz.

    iyi yanlarına gelirsek insanlarla problem yaşama ihtimaliniz ilişkiniz olmadığından çok düşüktür o yüzden nötr takılırsınız. hayatınızda aksiyon olmaz sadece kariyer odaklı ilerlersiniz kendi kendinizin eğlencesi olursunuz. muhtemelen anne-baba-kardes dışında da kimse sizi ölünce falan hatırlamaz ha varsınız ha yoksunuz. son olarak şunu diyorum bu insanlardan biri de benim.
  • birazda ketumdur. hiçbirşeyini paylaşmaz ama ortamda sessizce dikkat çekmeden herkesin anlattıklarını dinleyerek arşiv yapar.
  • doğanın muazzam dengesinin bir sonucudur. denge bozulmaya çalışılmamalıdır.

    şöyle bir sorun vardır ki, insanlar içinde bulundukları konum sebebi ile değişebilecekleri gibi, içinde bulundukları değişim sebebi ile de bir konuma yerleştirilebilirler. daha anlaşılabilir bir şekilde açıklamam gerekirse, sosyal yaşam (yani bizim minik ekosistemimiz) herkesi ait olduğu yere bir şekilde atar. bazı zamanlarda atınılan yerlere doğrudan uyum sağlayıp benimsenirken, bazı zamanlarda zorluk çekilir lakin sonunda yelkenler suya indirilio radikal bir değişim ile teslim olunur bu statüye.

    bu kısmı fazla kurcalamadan, silik insanlar ile ilgili anlatmak istediklerime geçiyorum. şimdi farkedersiniz ki bu şekilde kategorize edebildiğimiz insanlar genellikle bu özellikleri haricinde de ortak özellikler taşırlar. mesela silik olan insanların diğer özellikleri arasında rahatça 'dramadan uzak kalmaları' 'iyi bir dinleyici olmaları' 'genellikle iyi niyetli olmaları' gibi özellikler sıralayabiliriz . tabii bu kategorizasyon sonucu oluşmuş tiplerin hepsine uygulanabilir. mesela grubun ağır abisi dediğimiz tiplerin genelde bir boktan anlamayan ama her şeyi anlıyormuş gibi mimikler kullanması vs vs ile genişletilrbilir bunlar. ama kararlıyım, konu dışına çıkmayacağım.

    bizim bu 'iyi insan' dediğimiz silik tipleri iyi yapan şey, aslında içinde bulundukları statü. yani bizim iyi dediğimiz şey, bu arkadaşın 'silik' olmasını sağlayan özelliklerin büyük bir çoğunluğuna tekabül ediyor. lakin şöyle bir noktaya değinmek istiyorum; genelde çevremizde "yihaa mehmet çok iyi çocuk aslında muhabbeti falan çok hoş neden ortamlara giremiyor hadi mehmeti de çağıralım" diyen bir kız göreceksinizdir. adı ne olsun... tuğçe. ya tuğçeciğim, tane tane anlatacağım. hazırla kendini.

    senin bu silik arkadaşı iyi olarak görmeni sağlayan şeylerin büyük bir kısmı onu silik yapan şeyler yahut silik olduğu için kazandığı özellikler onu iyi gösteren etkenler. bu arkadaş, su içen bir ceylan gibi. adamın pençesi ve dişleri yok ki itlik yapsın, hainlik yapsın, minik zebra yavrularına göz diksin. yani bizim bu iyilik dediğimiz olay tamamen bir 'saldıracak gücünün olmaması' durumuna dönüşüyor. eee böyle olunca, tuğçe hanım mehmet efendimizi kolundan tutup xx kromozumun gırla aktığı, sosyalleşmenin bir yıldızın kalbinde reaksiyona girmek kadar kolay ve olağan olduğu bir ortama getirip bırakınca, bizim 'silik' statüsündeki iyi çocuğumuz bir anda 'fuckboy' statüsüne yükselip amı götü dağıtıyor.

    daha sonrasında 'mehmet nasıl değişti ya!" oluyor. mehmet hep böyleydi tuğçe. mehmet içinde bulunduğu sosyal statünün gereksinimlerini yerine getiriyordu. silik bir tip iken 'iyi bir dinleyici, tatlı bir insan, güzel bir sırdaş' olup, xx kromozomlu ortamlara girince su katılmamış bir milletvekili çocuğu olmasının tek sebebi, insan olması.

    insanların iyi yahut kötü olması, büyük oranda içinde yer aldıkları şartlara bağlıdır. hata yaptığımız nokta da bu, akışına bırakıp yapması gerekeni yapan silik tipleri gözümüzde fazla büyütüyoruz ve hatta bazılarınız gereksiz değer verip adamı 'o durumdan' kurtarmaya çalışıyor. hanımım, mehmeti mehmet yapan şeyi mehmetten alıp, onun mehmet olarak kalmasını bekleyemezsin. kendinizce gidip silik mehmet'i kurtarmaya çalışabilirsiniz, lakin yapacağınız tek şey o mehmet'i yok edip yeni bir mehmet yaratmak olacaktır. ve yeni mehmet'i eskisi kadar sevmeyeceğinize emin olabilirsiniz.

    toparlamak gerekirse, akışına bırakın anam. insanları içinde bulundukları statüden hareket ettirmeye çalışmanız bir nevi doğanın dengesini bozmaya çalışmak. ve unutmayın "nature always strike back"

    esen kalın efendim.

    -silik bir yazar.
  • (bkz: hidayet)
    (bkz: leyla ile mecnun)
    hidayet'in bu sahnesi silik insan tipine en iyi örnektir herhalde. adam resmen göz göre göre gömülüyor.

    toplumdaki silik insanların çoğu da hidayet gibidir. fark edilmezler, umursanmazlar, önemsenmezler. varlıkları ile yokluklarının bir önemi yoktur. bir nevi kendilerini insan israfı olarak görürler. bu durum da onlarda aşırı duygusallaşma, içselleşme yaratır ve kendi iç dünyalarına çekilirler. kendilerine kimsenin gelip içine giremediği bir dünya kurarlar ve o dünyanın kralı olurlar. güçlü olduklarını hayal ederler. kendisini ezen, hor gören, küçümseyen kim varsa krallığını kullanarak onları hayali idam ettirir, boyunlarını vurdurur.

    silik insan için bir başka portre ise yeraltından notlar romanının kahramanıdır. bu kahraman da önemsenmeyen, fark edilmeyen, varlığı ile yokluğu bir olan ve hatta istenmeyen bir adamdır.

    son olarak ise anton çehov'un memurun ölümü hikayesini örnek verebiliriz. sinemamızda da bu hikaye şener şen'in namuslu filminin giriş kısmında uyarlanmıştır. hem hikayede hem filmde ana kahraman tamamen önemsiz, hiçbir vasıf belirtmeyen silik insandır.

    sanırım du durumdan kurtulmak için yapılması gereken en önemli şey özgüven depolamaktır. bunu eğer kendi başınıza başaramıyorsanız uzmanlara başvurmakta fayda vardır.
  • suikastci olarak basarili olacaktir.
  • ilgi odağı omak istemeyen, ufak tefek meselelerle ugrasmayan hadiselere he deyip gecen, saman altından su yürüten , laf kalabaligini pek sevmedigi icin pek konusmayan ,birden fazla yataga sahip ve her birinde minimum britney spears yatan, hafta sonlarini yaris pistlerinde, gece kluplerinde geciren birbirinden bagimsiz bir kac farkli grup arkadasa sahip olan insanlara yapistirilan sıfat.
hesabın var mı? giriş yap