• ankara'da ööle bi sokak vardı , cinnah'ta galiba
  • kitabını* okurken kafasında yarattığı ideal karşı cinsi benimle aynı şekilde tanımladığını farkettiğim, hakkında "keşke aynı yüzyılda, aynı yerde yaşasaydık, belki..." dediğim, onun yüzünden sartre'ı (her ne kadar onunla aynı mertebeye gelme imkanımın, ikimizin de 17 yaşımıza geldiğimizde okuduğumuz kitap sayısı arasındaki dağlar kadar fark (oran) nedeniyle imkansız olmasına ve bu yüzden de simone'u onun benden daha çok hak etmesine rağmen) kıskandığım, felsefeyle uğraştığını gördüğüm tek(ender?) dişi karakter.

    edit: ne bu saçmalık! al bunu burdan. "felsefeyle uğraştığını gördüğüm tek dişi karakter"miş. yuh! rezil... ibret olsun diye bırakıyorum. erkek egemen kültür yapısı genç, kendini açık fikirli zanneden zihinleri nasılda kodluyor, ne zevzek laflar ettiriyor. satır aralarından karşı cinse dair bilgi sahibi olmamanın kokusu geliyor, ezikliğini ezerek bastırma çabası seziliyor.
  • “kadın doğulmaz, kadın olunur” demiş.
  • jean paul sartreın bir hayat boyu arkadasi,sevgilisi,dostu olmus fransiz kadin yazardir. jean paul sartre'a yazdigi mektuplarindan,anilarindan olusan bir kac cilt kitabi vardir.ayni zamanda "ikinci cins-kadın" isimli 3 ciltlik bir eseri vardir.bu serinin ilk kitabi genc kizlik cagi en sarsici dusuncelerle doludur.kadinin neden sekse doymadigini,daha zor tatmin oldugunu kendisine gelen mektuplar ve tecrubelerinden ornekler vererek aciklar.
  • virginia woolfun a room for ones own düşüncesini geliştirerek kullanan varoluşçu yazar.bir defasında jean paul sartre ile randevulaşmışlar 1 yıl sonra eiffel kulesinin önünde saat 12de diye, beauvoir'ın anlattığına göre jean paul sartre tam 12de ordaymış.buradan yola çıkarak sadakat anlayışının aslında tek eşlilik, resmi nikah, aile kurumu gibi kavramlarda aranmaması gerektiğini, sadakatin verilen basit sözlerde ve insanların birbirlerine yükledikleri anlam ve değerlerde aranması gerektiğini söylüyor.
  • fransız feminist yazar.çok baskıcı ve muhafazakar bir ailede büyümüş bir genç kızın anılarıadlı kitabında kendi yaşantısını anlatır. sorbon üniversitesi'ne başlayıp sartre ile tanıştıktan sonra yaşamı değişir. bir ömür boyu sartre'ye bağlı kalıp, her seferinde "beni bu günlere getiren sartre'dir" demekten hiç çekinmez.aşk mektupları" oldukça ilginç! "aydın erkeklerin çoğu entelektüel ve aktif kadınlardan ürkerler. (böylesi düşünceye sahip olanlar ne denli aydın acaba?) hele genç kızlar feminist takılıyorlarsa koca bile bulmakta güçlük çekerler (!)" insan hakları ve kadın haklarının yaman savunucusunun sevgi dolu mektupları, aşkın kadınların, severlerse ne denli verici olduklarını gözler önüne seriyor. o savaş yıllarında küçük pembe odasında, otel odalarında her türlü zorluğa katlanıp günde sekiz saat çalışıyor, bir yandan da okyanus ötesindeki şikago'lu sevgilisi yazar nelson algren'e aşk mektupları yazıyor. zaman zaman buluşup birlikte yaşıyorlar. simone de, özveriyle ev işleri ve yemek yapıyor. o uzaklığa karşın birbirlerine destek oluyorlar.
  • "en önemli eserim, hayatımdır" diyen yazar. 1908-1986 yılları arasında yaşamıştır.
  • evlilik geleneksel olarak kadinlara sunulmus tek gelecektir.bir çok kadin ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmistir, ya da evli olmadigi için aci çekiyordur. - simone de beauvoir
  • "yıllar bütün omuzlara aynı ağırlıkta çökmez." - simone de beauvoir
  • simone de beauvoir ile alakası olmayan ankaradaki cadde için
    (bkz: simon bolivar)
    not:fransız kadın yazar vs. erkek devrimci
hesabın var mı? giriş yap