• yakaladım geçenlerde bunu. dedim: simplex, var mı bir derdin? evlilik falan nasıl gidiyor?

    dedi: eyvallah abi. çok şükür. gayet güzel.

    dedim: bak görüyorum entrylerini. hem nadiren yazıyorsun hem de yazdıkların hep fantastik kuntastik şeyler. bir sıkıntı yok değil mi? hepimiz geçtik bu yollardan. var da söylemiyorsan gönül koyarım bak.

    dedi: ne diyon ya? sıkıntı mıkıntı. ne kastediyorsun abicim?

    dedim: ahh şu gençlik. yıllar da geçse büyümüyorlar hiç. yavrum bakıyorum hala stephen king’in the dark tower’ına entryler düzüyorsun, tekrar okusam mı diyorsun. bakıyorum mistborn çıkmış sen hemen damlamışsın, süper meceraydı, fantastik yolculuktu falan. üzülüyorum oğlum. ne derdin var senin? dalgametre çalışıyor değil mi?

    dedi: ya bırak sıtkı ya. skicem muhabbetini.

    dedim: hayatım, sen evlenmişsin. sevdiğin kızı helalin yapmışsın. akşam meyvanı soyup karınla kurtlar vadisi ile süleyman'ı seyredeceğine gidiyorsun fantastik yolculuklara çıkıyorsun. bu yolculuklarda karını cücelere mi emanet edeceksin büyücülere mi ha, soruyorum sana?

    dedi: hoop. lafını bil de konuş. anayı bacıyı karıştırma.

    dedim: güzelim bak hepimiz geçtik bu yollardan. gel yol yakınken bırak bu tolkieni, king’i, sanderson’u. hap yap para kap mına koyim. çıkıyorsun maceraya da n’oluyo? kiranı elf’ler mi veriyor? ekmeğini periler mi alıyor? gir bir kooperatife önce. kira öder gibi tıkır tıkır gider o. koy çocuğu da şimdiden. kaç sene oldu evleneli bak. ileride doktor doktor dolaşırsın yeminle… ananız babanız bir şey demiyor mu ya size?

    dedi: yok yook.

    dedim ak memeler.

    dedi koynumda.

    sonra nasıl oldu bilmiyorum sol elde mendil, sağ kolumda simplex zılgıt ata ata odada dönmeye başladık. öff. ne fenaydı lan. 10 dk sonra terli terli öpüştük ayrıldık hemen birbirimizden. iki sene konuşmayız rahat. o değil de kooperatif de kalmadı istanbul’da. bizim gireceğimiz kooperatiflerin reklamları “istanbul’a 45 km uzaklıkta olan hadımköy’e 85 km uzaklıkta saklı bir cennet” diye başlıyor yok yok açamadık şu devekuşu çiftliğini zamanında.
  • bir avuç adamız zaten. haftada bir iki defa hep beraber buluşup rutin geyiğimizi yapıp gündemimizdeki konuyu tartışıyoruz diğer grup üyeleriyle. öteden beri rahatsız olduğum uzun saçıyla grubumuzun delikanlılık katsayısını gitgide düşürmeye, yaş ortalaması 30 olan grubumuzun sırf bu uzun saç meselesinden, mahalleden, camiadan, cemiyetten olumsuz eleştiriler almasına sebep olmaya başlamış artık buramıza kadar gelmişti.

    normalde “koçum bi saniye gelsene” deyip, soteye çekip “o saçı kestireceksin” anafikirli, ikna edici konuşmalar yapardım. ancak simplextablosu denen adam iyi de bir çocuktu. onun özgüveninin benim tarafımdan bozulmasını, aramızın kötü olmasını istemezdim. severdim kendisini. mecburen klasik yöntemle ültimatom verecektik.

    bunların mahallesinin hemen altındaki sanayi mahallesi benim eski mahalle olduğundan planımı oradan başlattım. her sabah evden çıkıp şu an konuşlandığımız arap selo’nun kaavesinin önünden geçiyordu. cumartesi sabahı kahvede simplextablosu’nu beklemeye başladık. bir müddet sonra lüle lüle saçlarıyla uzaktan belirdi. hemen mahallenin piçi altı yaşındaki yaşar’ın enseye şaklatıp ilk emrimi verdim. “yürü lan”

    yaşar, uzun saçları bir yana, omzuna astığı entel kuntel çantası ile de bizim uhrevi havamıza, ağır görünüşümüze, delikanlı tarafımıza uymayan simplextablosu’nun yanına, elleri cepte, ağır ağır yaklaştı ve ilk repliğini haykırdı “ ananı skerim senin”

    simplex şaşırıp kısa bir duraklama yaşasa da çaktırmayıp yola devam etmeyi seçmişti. yaşar da sinsi gibi onun 3 mt yanından yürüyüp sözlü tacizi sürdürüyordu: “hşş, ne lan o saçlar karı gibi” “hşş ibne” “abi sen top musun” “ablaa, saçların çok güzelmiş” “hşş kaçmasana lan ibne”

    simplex inatla yaşar’a karşılık vermiyor, seri adımlarla uzaklaşmaya çalışıyor, muhtemelen çok büyük sopa yiyeceğinin farkına varmış, bir ihtimal hiç sataşmayarak kaytaracağını düşünüyordu. ancak avusturya macaristan veliahtını öldüren sırplı’dan daha provakatif, ondan daha profesyonel olan piç yaşar’ı tanımıyordu. yaşar küfürlerine cevap vermeyen simplex’in arkasına geçip, taarruza geçti ve ilk çelmesini takmıştı bile.

    tökezleyen simplex yere düşmekten kurtulmuştu kurtulmasına ama durup yaşar’a bakıp ağzını açarak ilk hatasını yaptı. “manyak mısın lan sen?”

    ah be simplexim, o kelimeleri nasıl tarttığını, ufukta gözüken sopanın büyüklüğünü, hissettiğin gerilimi çok iyi biliyorum da konuşmayacaksın işte arkadaş. sen neden piç yaşar’la iletişime geçip tepkimeyi hızlandırıyorsun. kaavenin dışarıdan gözükmeyen arka sandalyelerinde oturmuş bunları düşünüp bir yandan da simplex’a acıyordum. 10-15 yıl önceki yediğim sopalar geliyordu aklıma. ama bu onun iyiliği içindi. efendi efendi sopasını yiyecek o saçlar gidecekti. hemen önümdeki masada oturan mahallenin kopilleri hareketlenmiş, start hakeminin emrine girmişlerdi bile.

    yaşar, “manyak mısın lan sen” lafı ile yedi sülalesine küfredilmişçesine çirkefleşti. “ne diyosun lan sen” “sensin lan manyak orospu ibne” “skerim lan seni” “amcık otu” “kuyruğunu skerim lan senin” şeklinde durmadan saydırıp elindeki taşı simplex’e atmış akabinde simplex’e iyice yaklaşıp ona tekme atmaya çalışmıştı.

    simplex’in yaşar’ı nazikçe omuzlarından tutup ondan gelen tekmeleri engellemeye çalışmasıyla, kopillerin kahveden fırlayıp simplex’in yanında bitmesi bir oldu.

    “arkadaşım ne vuruyorsun ufacık çocuğa!”

    simplex’in alnında biriken terleri görebiliyordum. o an gelmişti. sağ elinin tüm parmak uçlarını birleştirmiş izah etmeye çalışıyordu.

    “ne vurması arkadaşım…” derken sözü “el hareketi yapma lan yavşak” girizgahıyla kesildi. ardından simplex’in izah işareti yapan parmaklarına vurdu mahallenin azmanı ayı yusuf. simplex ellerini hiç oynatmadan konuşmaya çalışıyor haliyle etkili cümleler kuramıyordu. “bi saniye abicim.” “ben deymedim bile” “çocuğa sorun isterseniz” şeklinde geveliyordu. yusuf simplex’e iyice yaklaşıp “sus lan ibne kılıklı” demesinin ardından tüm kopiller laf atma yarışına girdiler. “biz görmüyor muyuz deyip deymediğini yavşak” “ne lan bu saçlar karı gibi” “utanmıyor musun lan böyle gezmeye” “hilmi bu karıyı sana ayarlayalım mı lan eheoehe”

    etrafında daralan çemberden bunalan simplex , izah yapmayı kesmiş, çemberi yırtıp kaçış yolu arama derdindeydi ki, daralan çemberle birlikte kopiller simplex’e girişmeye başladı. sağdan soldan, önden arkadan, üstten alttan yardırıyorlardı. biri saçlarından tutmuş “bit var mı lan kafanda” deyip kafayı sağa sola oynatıyordu kakılmış gibi, itilmiş gibi.

    bu kadar yeterdi. “gençler durun bakayım” diyerek aralarına grip simplex’i himayem altına aldım. herkes susmuş bana bakıyordu. “n’oluyor lan burada” dedim . “yaşar’a küfür etmiş sıtkı abi” dedi ayı yusuf. simplex gene parmaklarını birleştirip “küfür müfür etmedim arkadaşım” diyordu ki. “tamam simpıl tamam” dedim. kopilleri de “hati dağılın bakam, tamam konuşcam ben onla” deyip koyverdim.

    sonrasında simplex’i kaaveye oturtturup, “bak simpıl benim bir lafım vardır” deyip törelerimizden girdim, mahalle kültüründen çıktım, efendilikten girdim, delikanlılıktan çıktım. beynini yıkayıp gönderdim evine bir güzel.

    şimdi bekliyorum. bakalım saçları kestirip efendi bir insan mı olacak yoksa hakkıyla yiyemediği sopayı mı tercih edecek göreceğiz. piç yaşar her gün soruyor valla “abi ne zaman dalcaz o abiye” diye. altı yaşında ama çılgın gibi çocuk.
  • kendi gitti adı kaldı yadigar. yani ne nicel yöntemler dersi kaldı, ne üniversite, ne eskişehir. sınav dönemi bir hırsla aldığım nick'te bana öğrenim hayatımdan bir anı olarak kaldı diyorum.
  • bir zirvede tanıştım ben bu adamla. sinik duruşunu artı 1 olmasına bağlamıştım ilkten. kafasında kimbilir ne umutlar vardı. hastası olduğu sözlük yazarları ile tanışacak, kendileri teklif eden sözlük bayanlarına merhaba diyecekti. 7 erkekten oluşan içki masamızda bunları düşündüğünü, en azından umut ettiğini hüzünlü gözlerinden anlıyordum. sonra tanışma ortamı olunca, “merhaba ben simplextablosu” dedi. “sıtkı ben” dedim. “sıtkı sıyrıl”.. “oo sıtkı sıyrıl hee.. süper entryler…” falan filan diye beni gazlamaya başlamıştı bile. altta kalamazdım. en salak huyum olan övülünce kızarma özelliğim yeniden başlamak üzereydi. başladım ben de onu övmeye. “entrylerini beğenerek okuyoruz” dedim. “komünist mi olmuş benim oğlum” diyerek ince espri yaptım. kahkalarla güldü. şimdi düşünüyorum da, burada gerçekten durabilirdik...
    yemin ediyorum durabilirdim, keşke “seninkilere de yarılıyoruz abi” diye yavşama sürecini devam ettirmeseydi. lanet olsun artık duramazdım ki.. övüldükçe kızarıyor ben daha çok övmeye başlıyor, dolayısı ile saçmalıyordum. . “abi o entrydeki her bir cümlenin ayrı ayrı şukelanması lazım” mı demedim “şu şu entryni bilgisayarıma kaydettim” mi demedim. “sana oeeh diyenin ya aklı yoktur ya humouru” mu demedim..

    çok kötüydü dostlarım.. çok kötüydü. kontrolden çıkmış simplextablosu'nu umarsızca öpmeye başlamıştım. “taşağını yesin senin entrylerini beğenmeyenler” diyerek gıdısından öpmeye çalışırken masaya doğru yaklaşan iki bayanı görerek durakladım. sözlükçü olabilirlerdi. sarılmayı kesip, simplex’in dizine hafifçe iki kez vurdum. “hey gidi simplex” anlamındaki kafa işaretimle kafamı kızların olduğu tarafa çevirdim.

    kızlar gerçekten de bayan sözlükçü yazarlardı. kızlar gelmeden, simplexle karşımızda oturan ve deminden beri fenerbahçe’nin mağlubiyetinden, hakemlerin cinsel tercihlerinden küfürlü ve yüksek sesle konuşan sözlükçü beyler aniden, freud’u, oedipus kompleksini tartışmaya başlamışlardı. kızlar masamıza oturdu, tanıştık. simplextablosu de freud tartışmasına girmiş, id ego, ana rahmi, junk bişiler anlatmaya başlamıştı bile. dışarıda kaldığımı, evrende kapladığım hacmimin gittikçe küçüldüğünü hissediyordum. basiretim bağlandı, aniden, “freud’un ana rahmine dönme isteği…” diyen simlextablosu'nun sözünü keserek ahaha. bakınız “ana rahminde amca yarrağı yemiş orospu cocuğu” diye espri yaptım…

    etrafımdaki suratların donduğunu , sustuklarını, bana baktıklarını görmemişcesine, gülmeye devam ediyordum. ehemehetühe diye. ama eninde sonunda gülmem bitecek ve o aşağılayıcı bakışlarla yüzyüze kalacaktım. lanet lanet lanet.. gözlerim yaşarmaya başlamıştı bile.. simplextablosu'nun “oha be abi” diyerek kafasını çevirdiğini görmüştüm yaşlanan göz kapaklarımın arasından. nefesim bitmeye , gülücüklerim teklemeye başlamıştı. aniden masadan kalktım.. son keh kühler eşliğinde, “ay ben lavobaya gideyim ehehe” diyip , simplextablosu’na da “abi bi saniye gelsene” diye fısıldayıp, omzundan çektim. lokalin önünde, “ne bozuyosun olum kızların yanında beni” diye sataşma sürecini başlattım. “abi ayıp oldu ama kızların yanında” diye efendi tavrını koruyordu hesapta. aklınca efendi karizmasıyla kızlara yazılacaktı. “sekter lan” dedim. “sözlükçü kızlar olum onlar, yarak marak dan utanmazlar” dedim. “abi dondu kaldı herkes yapma gözünü seveyim, hem çok içtin bak” diye bişiler geveliyordu en son. omzumla omzuna çarpıp yüzüne bile bakmadan, eve doğru seyirttim.

    evde odama kapanıp, ışığı açmadan oturup benliğimi düşünüyordum. gözyaşlarıma hakim olamıyor, lanet ediyordum kendime. elim istemsizce uzaktan kumandaya gitti. starda rambonun oynadığı daylight oynuyordu. daha tünel patlamamıştı. başına denk gelmişim diye içten içe umarsızca sevinerek filmi seyretmeye daldım. uyumuşum.

    ertesi gün sözlüğe girip simplextablosu'nun bilmediğim entrylerini okumaya başladım. güzel, komik, şık entrylerdi. akşam kendisine duyduğum tiksintiyi hızla üzerimden atıyordum. ama bana kırgın olmalıydı. düşününce kendisine haksızlık ettiğime kanaat getirdim. o sırada okuduğum bir entrysinin kenarındaki msg butonuna basıp. “ahahaha, süpermiş :)” diye mesaj attım.

    şimdi bekliyorum dostlarım. yoo, hayır, korktuğum beni mallar listesine alma ihtimali değil. korktuğum bir insanı üzmüş olabilme ihtimalimdi..
  • sevimli mevimli değildir kendisi. bildiğin yakışıklı, aslan gibi delikanlıdır. ne sevimlisi be, peh, sensin sevimli.

    edit: sözlüğe verdiğimiz geçici rahatsızlık adına özür dilerim.
  • bu simplextablosu nicel yöntemler vizesinden kafası karmakarı$ık ve agresif çıkıp, çalı$ıpta yapamamı$ olmanın verdiği hayal kırıklığıyla acaba problem bendemi kederine gark olmuş ve akabinde kendini eski$ehirin ayazına vurmuş bir yiğittir. iki senedir ek$isozluk alemlerini okuyucu olarak takip etmi$ ve sonunda yeminimi bozdum uleeen naralarıyla yazarlığa aday olmu$ bir halk kahramanıdır. simplextablosu varya nicel yöntemlerin .mına koysun...
  • lineer programlama problemi düşkünü bir sözlük kullanıcısı.*
  • -gittim gördüm döndüm

    (bkz: oh yeah)
  • beşiktaşlıların kesinlikle ve kesinlikle özel insanlar olduğunun kanıtıdır.
  • son zamanlarda kendisini fazla ciddiye almaya başlamış bir dangalaktır. kendisi hakkında yazmaya niyetlenmeside tam bu son zamanlara denk gelir. hayat hakkında bulduğu yegane saçmalık dengedir. ömrü boyunca ne zaman kaçması gereken birşey olsa filozofluğa bürünür. çaldığı minarelerin kılıfını çoktan cebinde taşımaya başlamıştır. "herşey bir denge içerisinde, birileri zayıf birileri şişman, birileri güzel birileri çirkin, birileri mutlu birileri mutsuz, birileri huzurlu birileri huzursuz, böyle olmalı, herkesin süper olmasını bekleyemeyiz, denge, ying yang" diye diye hayatı ipimle kuşağım sikimle taşağım haline getirmeyi başarmıştır. kendisini tebrik ediyor yanaklarından öpüyorum. başarılı olamadığı konularda çalışıp başını arşa değdirmek yerine "denge abi, birilerininde bu konuda başarısız olması gerekiyormuş" diye düşünüp ortamdan arkasına bakmadan tüymekte üzerine yoktur. böylede şahsiyetsiz bir ibnedir. kolaycılığını tembelliğiyle birleştirip bunu "derin" çıkarımlarla süsler yingini yangını siktiğimin salağı. son 8 senedir bir takım mevzularda hayatın sillesini ağır yemiş, her seferinde "tamam hacı, bırakıyorum bu işleri artık" kararını net bir şekilde vermiştir. sonra o kararı bir daha ve bir daha vermiştir. şimdiki kararıda elbette "tamam hacı, bırakıyorum bu işleri artık"tır. alkol alıp fenafillah müzikler dinlerken blog yazısı yazmayı, sonra o yazıları okuyup "ulan ben baya mahvolmuşum" demeyi alışkanlık yapan bir şaşkındır. hatta okuyan arkadaşları endişelenip "olm iyi misin lan" diye sorarlar. bir dönem bir drama queen ile sevişmişliğide yoktur ama artık bu huy nerden yapışmıştır bilinmez. bazen kendi kendine konuştuğu kayıtlara geçmiştir. muhtemelen hiç gerçekleşmeyecek uzuuuun monologlar hazırlar. deli değildir. bazen delirir. gerçekten alçakgönüllü olmak ister, ama bunu isteme durumunun içten gelen alçakgönüllülükle çelişeceğini düşündüğünden derdi bitmez. doğru ve yanlışın çok zor ayırdedilmemesi gerektiğini düşünür, ama gördükleri hevesini kırar. genelde neşelidir. bu aralar nedensiz neşesi gün içinde keyfine keyif katmaktadır hatta. allah sonunu hayır etsindir. şu an neden kendisinden üçüncü tekil şahıstan bahseder gibi bahsettiği konusunda ise hiç ama hiçbir fikri yoktur. bazen biraz artizlik yapmak hoşuna gider, belki ondandır. çok kral arkadaşları vardır. uzun lafın kısası "iyi bir adam" olmak içindir bütün çabası. "iyi bir adam" olmak dertlerine derman olacak mı? elbette olmayacak, ama en azından "iyi bir adam" olmuş olacak. hıyar işte. seviyoruz ama biz kendisini, böyle komple.
hesabın var mı? giriş yap