• köylülerin ihbarıyla yakalanmıştır....

    babası adnan cemgil, sinan cemgil öldürüldüğünde , oradaki köylülere alttakileri söylemiştir.

    "ben varlıklı bir aileden geliyorum. öğretmenim. ekonomik durumum oldukça iyi. oğlumu en iyi şekilde yetiştirdim. en iyi okullarda okuttum. ülkenin en güzide üniversitesi odtü'de okuyordu. hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. ölmese yüksek mühendis çıkacak ve o da varlıklı bir hayat yaşayacaktı. fakat o sizin iyiliğiniz için öldü. bunu bilesiniz diye söylüyorum."
  • ingilizce bilmediğini amerikalılara iddia etse de, ailesinin verdiği elit eğitim sayesinde ingilizce, fransızca, ispanyolca ve italyanca bilmekteydi. ezbere dante'den şiirler okuyacak kadar entellektüeldi.

    öldürüldüğünde naaşının etrafında bekleşen köylüler, onu ihbar edenlerdi aynı zamanda. annesi nazife hanım, naaşı almaya geldiğinde köylülere o meşhur konuşmayı yaptı:

    "bu oğlum sinan. bunlar da onun arkadaşları (kadir manga ve alpaslan özdoğan), kardeşleri. onlar da oğullarım. bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. başka bir istekleri yoktu. her biri birer dehaydı. her biri üstün zekalı güzel çocuklardı. dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. birer milyoner olurlardı. ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. sizin sorunlarınızı omuzladılar."

    evet, uğruna ölümü göze aldığı köylülerin ihbarı sonucu katledilmiştir sinan cemgil.

    bu köylüler bugün yok mu sanıyorsunuz? kendi haklarını gasp eden kanunlara, tüm karşı çalışmalara rağmen gidip "evet" diyen insanlar olarak hala aramızda değiller mi sanıyorsunuz?
  • hata yapmıştır. varto depreminde depremzedelere yardıma gidip ev bark yapımında uğraşmak yerine, bu deprem için bir balkan ülkesinin yardım amacıyla gönderdiği kerestelerin nakliye işini alıp, bu keresteleri karaborsada fahiş fiyata okuttuktan sonra, deprem bölgesine, yoldan topladığı odun, kütük, çalı ve çırpıyı teslim eden ve bu "proje"den sağladığı sermaye birikimi ile devleşip toplumumuzda saygın bir yer edinen büyük holding gibi bir yol tuttursaydı, devlet vatandaş işbirliği ile kurşuna dizilmez, bilakis baştacı edilecek bir sima olabilirdi.
    (bkz: #10160009)
  • sinan cemgil gibi birini sevmeyip de ne yapabilir insan?

    ankara’da, odtü’de başlayıp türkiye’de her yere yayılmış bir âdet vardır: konuştuğun kişiye “hocam” diye hitap etmek. böyle yapan birçok genç insana rastlıyorum. öyle tahmin ederim ki çoğu bunu başlatanın sinan cemgil olduğunu bilmiyordur.

    sinan cemgil’le aynı yaşta olduğumuzu sanıyorum, çünkü aynı yıl istanbul’da, ingiliz dili ve edebiyatı bölümüne girdik. ama sinan ayrıca odtü sınavına da girmiş, onu kazanınca bizim filoloji’ye gelmedi. 1967’de tip’e üye oldum, bir süre sonra da istanbul il örgütü’nde bilim kurulu’na seçildim. orada, sinan’ın annesi ve babası, nazife hanım’la adnan bey de vardı. birlikte çalıştık. sinan hep uzaklardaydı.

    neydi bu “hocam” hikâyesi? sinan, sınıf farkı ve üstünlük içermeyen bir hitap biçimi peşindeydi. “hocam” dendiğinde, böyle hitap edilen kişiye, “sen benden iyi bilirsin” gibi bir anlam çağrıştırarak, bir üstünlük tanımış oluyordun. bunu ona tanımış olmak, sinan’ın hoşuna giden bir şeydi. sorun, kendi üstünlüğünü ima eden sözler, tavırlardı. sinan’ın “hocam” dedikleri hocalar değildi. odacıya da, arkadaşına da, otobüs biletçisine de “hocam” derdi o. sanırım bununla yapmak istediği şey anlaşıldığı ve benimsendiği için “hocamcılık” yaygınlaştı. bugün de devam ediyor.

    sinan cemgil, bir “aktivist”ti; her zaman “elem”den yanaydı. bunda annesiyle babasının, bir şekilde, payı olduğunu hep düşünmüşümdür. onların tavrı da “bireysel” olmaktan çok “kuşaksal”dır. eski komünistler durmadan “provokasyon” kollar, her şeyin bir provokasyona doğru gelişmesinden kuşkulanır. çünkü hayatları boyunca bu terör havasında yaşamış, yaşatılmışlardır. sinan’ın ankara’da olmayı seçmesinde de bunun payı olabilir.

    1970’te 15-16 haziran oldu. dev-genç’ten kaynaklanan ve silâhlı mücadeleye inanan gruplar (bunlara başka bir yazıda daha ayrıntılı bakacağım) bu olaydan sonra, mihri belli’nin anlattığı tarzda bir “millî demokratik devrim” beklemeden mücadeleye başlamak gerektiğine inandılar. sinan da thko’yu kuranlar arasındaydı. “thko” denince herkes ilkin deniz gezmiş’i hatırlar, çünkü deniz boyuyla bosuyla, sevimliliğiyle, hemen göz alırdı. ama o hareketin, o “ordu”nun diyelim, asıl komutanı hüseyin inan’dı.

    sinan cemgil bu hareketle başarıya erişileceğine inandı mı? hiç oturup konuşma fırsatımız olmadığı için bir şey bilerek değil, ancak tahmin ederek konuşabilirim. bence, hayır, inanmadı. ortak arkadaşlarımızdan, bu arada şirin cemgil’den işittiklerime dayanarak söylüyorum: sinan, bu toplumun otorite karşısında boynu eğik duruşundan çok tedirgindi. başkaldırma ve mücadele etme alışkanlığı olmayan, böyle bir gelenek yaratmamış bir toplum... nasıl sosyalizm kurulur, böyle bir toplumda?

    yani, gerilla savaşını başlatarak, o sıralar elden ele dolaşan kitapların yazdığı gibi bunu “halk savaşı”na dönüştürerek, iktidarı ele geçirmek, bunlar sinan cemgil’in pek fazla hayalini kurduğu şeyler değildi. o da okumuştu, biliyordu tabii, bütün bu edebiyatı. oradan buradan nohut, pirinç bulup, önce ankara’da arkadaşların evinde stoklayıp, fırsat çıktıkça doğuda bir yerlere gönderilen (herhalde nurhak gibi yerlere) çuvallarla falan bu işin olmayacağını görüyordu herhalde. görüyor ama aldırmıyordu. çünkü kendine ve kuşağına “iktidar” olmak değil, “örnek” olmak misyonunu uygun görmüştü: gözü pekliğin, başkaldırmanın, fedakârlığın örneği. insanlar önem verdikleri değerler uğruna canlarından vazgeçebilirler; bu mümkündür ve alkışlanacak bir tavırdır.

    bunları düşünen ve düşündüğü için yapan bir insana ben ne diyebilirim? ben öyle düşünmüyorum. olabilir. ama bu anlattığım, her şeyden önce bir ahlâkî tavır. şu noktada henüz “strateji” falan konuşmuyoruz. “varoluşsal” bir şey konuşuyoruz. kirilov’u kimse “yanlış düşündüğüne” ikna edebilir miydi?

    sinan cemgil gibi birini sevmeyip de ne yapabilir insan?

    murat belge
  • odtü'deki öğrencilik yıllarında amerikalı öğretim görevlisinin kendilerine "kaç yıldır odtü'de eğitim görüyorsunuz. nasıl ingilizce bilmezsiniz!" diyerek çıkışması üzerine verdiği cevapla gönlüme taht kurmuştur : "biz odtü'de ingilizce üç kelime öğrendik. yankee go home! bu da bize yeter..."
  • bu ulkeye basbakan olmasini o kadar cok isterdim ki...

    daha yirmili yaslarinin basinda son elli yilin tum basbakanlarindan daha donanimliydi. uc dort yabanci dil birden konusabiliyordu ve eminim ki daha o yasinda hepimizden fazla kitap okumustu. ama hepsinden onemlisi kendisini degil bu ulkenin insanini dusunuyordu, zaten sonunu getiren de bu oldu.

    bu topraklarin karakteri hic degismiyor; 600 yil once bedrettin taraftarlarini ihbar eden adam ile 40 yil once sinan'i ihbar eden adam arasinda hicbir fark goremiyorum.

    o gun o catismada kendisini arkadan vuran, yani jandarmanin yaninda saf tutan koylu; sinan o daglarda ne ariyordu hic dusundun mu? o senin icin oradaydi, sen emeginin karsiligini alabilesin diye, samani bile ithal etmeyelim diye, dunyanin en pahali mazotunu, benzinini kullanmayasin diye oradaydi. sen ne yaptin? delik tesik olmasina izin verdin. simdi abd gudumlu hukumetlerin politikalariyla daha cok calisip daha az kazan, inim inim inle, beter ol.
  • cezaevinde yattığı günlerde , 18 nisan 1968 tarihli mektubunda:

    "birkaç saat önce girdi odaya kuş sesleri ve gün ışığı... daktilo klavyesi a ile başlamaktadır, b gelmez. sanılmamalıdır elif ba'daki gibi... hemencecik z geliyor. hiç uymuyor elif ba hesabına... bu gece uyunmadı hiç. bu sabah erkenden dolaşmaya çıkılmayacak, bakılmayacak hesap makinalarına ve manavlara ve ıvır zıvır satan dükkanlara ve köründe sabahın gidilmeyecek salep içmeye. a'dan sonra hemencecik z geliyor. az.... az pilav, az sigara, az salep, az yaşamak... vay kahpe felek vay..."

    "tecritin önü volta mahalli. on metreden fazla açılmak yok. gardiyanlar pek çalımlı, otoriter görünmeye çalışıyorlar... sağa bak geçit yok, sola bak geçit yok... duvar yüksek, tepesinde jandarma, sonra volta, gene volta... iç çekme, küfür ve şamata gırla, ama en çok küfüré kadere, ölene, hükümete vsé en okkalı küfürleri savcı yiyor. daha çok da savcının avradı. sonraâ çek bakalım kırıkkaleli bir türkü.' kırıkkaleli tavuk hırsızı. 'hapishaneye güneş doğmuyor' diye asılıyor. 'allah' diye narayı istersen basma..."
  • 12 mart darbesi öncesindeki devrimci gençlik önderlerinden biridir. nurhak dağlarında jandarmalar tarafından öldürülmüş olabilir yada bir taşa takıldığından dolayı beyin kanamasından ölmüş olabilir , şu anda kendini sosyalist diye tanımlayan gençlik tarafından pek bilinmemektedir. her zaman populist kavramların peşinde olan türk sosyalist gençliği deniz gezmişte gösterdiği hassasiyeti başka örneklerde olduğu gibi yine göstermediğinin en güzel örneklerinden biridir. sol görüşlü bir ailede doğması, ailesinin ona her zaman destek vermesi belki de onun yararına olmamıştır...
    yardım ettiği çobanın yüzünden pusuya düştüğü gerçekten üzücü bir olaydır, ama gerçek mi yoksa bu da türk sosyalizm tarihi masallarından biri mi tam bilememekteyim... ( 4 yıl önce yazdığım bu entarimini götümüze girmemesi için makaslanmıştır)
  • hoca lakabı en çok ona yakışırmış ve rivayet odur ki odtülülerin birbirlerine hocam deme adetini o başlatmış. rivayet olmayan bir şey daha var ki o da sinan'ın bu ülke insanları için yiğitçe canından vazgeçtiğidir. nasıl bir insan olduğunu anlamak için varto depreminde yaptıkları okunabilir.
  • bana halk diyince irkilirim.. sadece cahilliğinden, yobazlığından korkmam; kahpeliğini bilir, alabildiğine tiksinirim.
    bugün sinan cemgil'in doğum günü. bugün eşine ender rastlanılır çok yiğit bir adamın doğum günü..
hesabın var mı? giriş yap