aynı isimde "sınav (film)" başlığı da var
  • -nasıl yani, birşeyler öğrenmeleri için belli bir yerde toplanmaları ve bir başkasının onlara anlatması mı gerekiyor?
    -evet.
    -anlam veremiyorum, neden kendi kendilerine öğrenmiyorlar ve zorla bu yerlere gönderiliyorlar?
    -aslında tam olarak zorla sayılmaz. bu mekanlara "okul" adını vermişler. genç bireyler okula zorunlu olarak gidiyor ama bunların büyük çoğunluğu kendi istekleriyle "üniversite" adını verdikleri meslek edinme yerlerine gitmeye çalışıyor.
    -iyi de neden oturup kendi kendilerine öğrenmiyorlar?
    -sanırım yeterince kaynakları yok bunun için. garip bir şekilde birbirlerinden öğrenmeye alışmışlar.
    -anlayamadığım bir şey daha var. "sınav" dedikleri nedir?
    -önce okula giden bir bireyin ne kadar öğrenebildiğini ölçmek için geliştirdikleri bir uygulama sanmıştım. fakat biraz daha derinlemesine araştırınca asıl nedenin başka olduğunu anladım. insanların çoğu, bu sınavlardan başarısız olup okuldan atılma korkusu olmazsa, çalışıp öğrenmiyor!
    -nasıl????!!!!! yani birisi onları deneyecek, sınayacak diye mi öğreniyorlar? işte bu çok saçma!
    -evet, inanması güç ama öyle. genel olarak yeni şeyler öğrenmek yerine uyumayı, ya da televizyon adını verdikleri resimler gösteren bir kutuya bakmayı tercih ediyorlar. en akıllıları bile tembelleşmeye çok yatkın ve kendilerini çalışmaya zorlayacak yaptırımlara ihtiyaç duyuyorlar.
    -yıldızlar adına... işte bu gerçekten inanması güç bir şey.
    -bitmedi, dahası var. düşün ki, bunlardan bazıları, hayatlarının yarı yoluna geldikleri halde, okula gitmeye devam etmeyi seçiyorlar. sanırım buna da "doktora" adını vermişler. bir çeşit uzman oluyor bunlar. önemli olan, bu aşamada, bu kişiler artık gerçekten kendi istekleriyle okul dedikleri öğrenme yerlerine gidiyorlar, yani bunların amaçlarının öğrenmek olduğuna ilişkin bir şüphe duymak aslında saçma olur. zaten istemeseler başka bir iş yaparlardı değil mi?
    -evet mantıklı duyuluyor.
    -ama sıkı dur. insanların doktora yapanları bile sınavlara girmek zorunda!
    -baygınlık geçirmek üzereyim zörg. yeter artık daha fazla anlatma.
    -bunu duyduğumda ben de büyük şok geçirmiştim. insanlar gerçekten çok acayip. aslında şu anda vardıkları teknolojik aşama düşünülürse, en azından doktora dedikleri şey için hala eski çağlardan beri kullandıkları öğrenme yöntemlerini kullanıyor olmaları çok... gülünç... tamam insanlar çok kalabalık ama doktora gibi bir şeyi yapmak isteyen oldukça az insan var. (ki bunlara çoğunlukla bizdeki bozukbeyin gözüyle bakanlar da yok değil.)
    -yaratıcılığı ve verimliliği bu kadar düşüren, böyle berbat bir sisteme rağmen geldikleri teknolojik ve kültürel düzey beni çok etkiledi doğrusu.
    -çok ilginç bir nokta da, kendilerini üzen ve sıkan şeylerin onlara ilham dedikleri bir şeyden verdiğini, bu şekilde hayatlarını garip bir dengede tuttuklarını iddia edenler var aralarında. sanırım o ilhamları hiçbir işlevi olmayan ama çok sevdikleri "sanat" denilen şeyi yapmak için kullanıyorlar. ama yine sıkı dur!
    -ne?
    -"sanat" yapmayı öğrenmek için bile okulları var! ahahahhaeheh.
    -hehehaheheaheh... zörgcüm, sen beni yiyosun gibi geliyor artık.
    -yer miyim canım kardeşim ben seni, güzel ziyurg'um benim.
    -canımsın, neyse boşver bu manyakları şimdi. jüpiter'de gaz kayağı sözün vardı bana. ne dersin, ışınlasın mı bizi sıkati?
    -ışınla bizi sıkati!!! hahahahhaha.
    -nıahehhehahehahe.

    (işbu entry yazılırken şu adresteki öyküden (http://www.terrybisson.com/meat.html) ve hayat boyu girilen sınavlardan ilham alınmıştır)
  • lisede yatılı kalan bazı arkadaşlar, gece öğretmenler odasına girerek hocaların hazırladığı sınav sorularını hatta cevap kağıtlarını çalarlar sonra da tüm sınıfa dağıtırlardı. biz bi dönem süper bi dayanışma içinde böylece sınavlardan süper bi şekilde 85-95 not aralığında güzel güzel geçiyorduk. hatta bazen hocalardan bazıları sınav sorularını ya derste hazırlıyor ya da akşam dolabında bırakmıyordu. o takdirde de sınav bittikten sonraki gece hocanın dolabı açılıyor, sınavlar alınıyor ve düzeltiliyordu. süperdi yani... ta ki bizim ingilizceden zerre anlamayan dangalak bi arkadaş ingilizce dersinin sınavında hobileriniz nelerdir gibi soruya cevap olarak hocanın cevap kağıdında yer alan kişiden kişiye değişebilir alternatif cevaplar olabilir gibi bi ibareyi olduğu gibi yazınca foyamız meydana çıktı. neredeyse disiplinlik oluyorduk, neyse ki okul müdürü sınav evraklarını yeterince iyi muhafaza etmeyen öğretmenleri sorumlu buldu da yırttık. ama tabiki diğer sınavlarımızda 25'in üzerinde not görmek pek mümkün olmadı.
  • marx demiş ya "din toplumların afyonudur" diye bence sınavlar da toplumların afyonudur. en azından kendi ülkem sınırları dahilinde bu genellemeyi gönül rahatlığıyla yapabilirim.

    bir nesil düşünün ki kendisini dersanelere kapatıp durmadan test çözüyor. üç saatte olup bitecek bir sınavda maksimum sayıda doğruyu çıkarması için aylarca yıllarca test soruları çözüyor. dünya üzerinde varolan başka şeylere bakacak vakti ve enerjiyi bulamıyor. bir nesil düşününki testlerle sınavlarla uyutuluyor. içerisine sokulduğu bu lanet olası eğitim düzeninde dersanelerin sömürüsüne tahsis ediliyor.

    ama bir sınav yeterli olmuyor. o sınavı atlattıktan sonra bir okula girmek de yeterli olmuyor. okul bittikten sonra tekrar sınavlara girmeniz bekleniyor. kpss, ales, tus... sınavlar bitmiyor ve etrafına bakamadan gençliğini yitirmiş oluyor insan. sınavlarda başarılı olanlar toplum tarafından kabul görüyor ve sınavlarda başarılı olmak daha da özendiriliyor. sanki üç saatte verdiğiniz cevaplar kim olduğunuz hakkında bir fikir verebilirmiş gibi. kim uyuşturucusunu daha yüksek dozda aldıysa kazanan o oluyor.

    eh dünya da bir sınav yeri değil midir islamiyete göre? geldik mi yine afyona?
  • ygs 2013 dolayısıyla kendini hatırlatmış, türkiye'de çekilmiş en iyi filmlerden biridir.
  • araç mı yoksa amaç mı olduğu hep karıştırılan, sonucunda genellikle başkalarının sizin adınıza karar verdiği kavram.

    hayatımda bir sınava hazırlanmak amacıyla elime test kitabı verildiğinde ilkokul üçüncü sınıfa gidiyordum ben. 9 yaşındaydım. günde bilmem kaç tane soru çözmek zorundaydım. sistem sürekli değiştiği için takip edemiyorum, o yüzden şöyle bir açıklama yapayım; benim zamanımda ilkokuldan sonra kolej ve anadolu lisesi sınavlarına giriliyordu. bu döneme ait maratonun en büyük hazırlayıcısı genelde baba ya da anne (genelde annedir) olur. sınavın sonucunda büyük adam olma hayalini kurmanız takriben beş saniyenizi alır. çünkü hemen aklınıza bahçedeki bisikletiniz gelir. annelerin her okul aile birliği toplantısından sonra artan hırsı sizi de bir süre sonra etkileme başlar ve kıskançlığı, sınıfınızdakilerle yarışmayı öğrenirsiniz. "anadolu lisesi sınavına girerken aklımda sadece sınavdan sonra gideceğimiz piknik vardı" demişti bir arkadaşım. sanırım durumu yeterince açıklayıcı bir örnek..

    ben iyi kötü kapağı bir anadolu lisesine atmayı başardım. hazırlık sınıfında girdiğim ilk ingilizce sınavında nasıl çuvalladığımı gayet net hatırlarım. e annenin babanın karşısına şimdiye kadar takdirle gelmiş biri olarak söyleyemiyor insan "anne bak 1 diye de bir not varmış dünyada" die. ilk yalanım aldığım bu; 1 ve arkasından gelen diğer 1 lerin eve raporunun 4-5 olarak aktarılması.. annemin bir gün okula habersiz ziyaretine kadar gayet de eğlenceliydi aslında..

    üniversteye hazırlanmak kavramı bütün bir ortaokul lise dönemini kaplıyor aslında. size bilgi olarak yapılan her yatırım o 3 saatlik sınav için. ve siz bunca sene boyunca farkında olmadan sadece sınava odaklandığınızdan sınav sonrası ne yapacağınızı neye karar vereceğinizi kestiremiyorsunuz. o an hayatınızın en önemli kararlarında birini verdiğinizin kesinlikle farkında değilsiniz. not ortalamanız yettiği için fen-matematik bölümünde okudunuz belki, ve sistem size fen-matematik çıkışlıyken radyo-televizyon yazamasın, yazarsan puanından keserim diyor... e siz 0,2 puanı hesapladığınız için mevcut koşullar altında tercih yapıyorsunuz. türkçe-matematik çıkışlısınız, öss de tahmininizin üstünde gelen puanla gözleriniz parladı. tercihte ilk sıralara döşediniz hukuk fakültelerini. hukuk fakültesi 2. sınıfa geçtiğinizde o tercih formunu işaretleyen parmaklarınızla o parlayan gözlerinizi oymak isteyeceksiniz, çünkü hukukla sizin hiç alakanız yok*. siz bölümünüz dahilinde yazacağınız en yüksek yerlerden biri olduğu için yazdınız o bölümü. yıldız makine (bilmiyorum, atıyorum, ikinci öğretim belki) tam senin puanına göre iken, sırf itü die metalurji mühendisliği yazdınız ve tutturdunuz... oysa ki metalurji ne demek bilmiyorsunuz bile..vs. çünkü, şimdiye kadar girdiğiniz bütün o sınavlarda koşullarınız dahilinde yapabileceğinizin en iyisini yapmayı öğrendiniz. kendinizi tanımanız için fazla fırsatınız olmadı. ne istediğinizi, hayattan ne beklediğinizi çok düşünemediniz ve hep sınavdan sonraya ertelediniz. kendi başınıza karar alma alışkanlığınız da fazla olmadığı için, bu kararı alırken de yine aileniz ve gittiğiniz dershanenin sizi gerçekte çok az tanıyan rehberlikçisi eşliğinde alacaksınız. okullardaki rehberlik saatlerini de boş ders olarak geçirdiğiniz için kimse size bunlardan bahsetmeyecek.

    insanı robotlaştıran, kendini tanımasını engelleyen, kişinin üzerinde eğreti duran bir kimlik edinmesini sağlayan her türlü sınava karşıyım efendim.
  • isyana sürükleyendir:

    ilkokuldan sonra, ortaokul için anadolu lisesi sınavı var dediler
    ortaokuldan sonra lise için yine anadolu lisesi sınavı var dediler.
    liseden sonra üniversite için öss var dediler.
    üniversiteden sonra iş için kpss var dediler.
    yüksek lisans için kpds, üds, ales, bilim sınavı var dediler.
    kurumlar, bankalar hatta ve hatta ilaç firmaları için dahi yine koydular önümüze soruları.

    yıllar geçti, biz büyüdük ve kirlendi dünya. ama değişmeyen tek şey, görüldüğü gibi, sınavlar...

    artık şu haticeleri geçip, neticeyi görmenin vakti gelmedi mi?
  • bitmez tükenmezler geceler boyu insanın üstüne üstüne gelirler sinir bozucular nolcak
  • eşek kadar adam olmuşuz hala kopyanın, kurnazlığın, kuntizliğin peşinde koşuyoruz. bize müstahak vallahi de billahi de müstahak...

    okulun ilk zamanları, dışarıdan soğuk, ukala, cins bir görüntüm vardı... "aman bırak ya naleti konuşulmaz bununla" der gibi bakıyordu insanlar suratıma. sanki gelmişler, "bir arzunuz var mı?" demişler de, ben "gölge etmeyin başka ihsan istemez" diye terslemişim. ulan ilk günler herkes birbirini süzüyor zaten ne alaka ? neyse konumuz bu değil. böyle bir ortamda tanıştık can dostum erdinç'le. o farklıydı, o bana yanaşmıştı ve tüm bilgi birikimime, tüm esprilerime, tüm ahkam kesmelerime, çok bilmişliklerime yakından maruz kalıyordu...

    böyle böyle ayları devirdik ve ilk sınav dönemi geldi çattı. artık herkesin seviyesinin gözler önüne serileceği, kimin inek, kimin zeki ama çalışmayan ve kimin mal olduğunun notlarla belgeleneceği andı. sınavdan 30 dk kadar önce kampüse girdiğimde erdinç'i doğum yapan karsını bekleyen genç baba heyecanıyla, yanıma koşarken gördüm. beti benzi atmıştı. ocağıma düşmüş tavılarlar sergiliyordu. ifadelerinden anladığım kadarıyla yanmıştı, bitmişti... "n'oluyor oğlum ne kıvranıyorsun ?" dediğimde, "kız meselelerine kapılıp gittiğini, sınavı unuttuğunu, dolayısıyla hiç çalışmadığı için, s*ki tutma tehlikesiyle burun buruna olduğunu" anlattı. dönemin başından beri "kolay oğlum ya, molay oğlum ya" tarzındaki tavırlarım nedeniyle, çareyi bana sığınmakta bulmuştu en iyi arkadaşım. aleni bir şekilde bu sınavda bana güvendiğini söylüyor, liseden kalma kopya alışkanlıklarımıza geri dönmemiz konusunda beni ikna etmeye çalışıyordu... başarmıştı da, sadece atladığı mühim bir konu vardı... sınava ben de hiç ama hiç çalışmamıştım !!!

    erdinç'in gözündeki ışıktan, bana olan güveninden öyle etkilendim, sürekli konuşmasından öyle fırsat bulamadım ki, kitabın kapağını kaldırmadığımı, ders notlarıyla masaya dökülen kahveyi sildiğimi söyleyemeden soluğu sınıfta aldık. ben bir sıraya oturdum, erdinç arkamdakine. plan basitti. kağıtlar dağıtılacak, ben sorulara mümkün olan en hızlı şekilde yanıt vererek kenara kayacak, erdinç de okuduğunu cümleleri değiştirerek kağıdına geçirecekti...

    ders sözel ve yoruma dayalı olduğundan, bilgi değil sadece fikir sahibi olan bir kişi edasıyla yazdıkça yazdım... sorulan dört soruya arkalı önlü bir a4 kağıdını doldurarak, yanıt aradım. erdinç'in ısrarları, sırtıma ikidebir vuran eli olmasa daha da yazardım ama tadında bırakarak kenara çekildim. sınav bitti... dışarı çıktık. erdinç çocuklar gibi şen, ben verdiği sözün arkasında olmak isteyen bir baba gibi umutluydum... evet çalışmamıştım ama burası üniversiteydi. burada bilgi değil, bazen fikirler ve laf kalabalıkları da prim yapabilirdi. ses çıkarmadan, kantinde erdinç'in ısmarladığı hamburgeri ısırdım, kolayı yudumladım.

    günler güzel geçiyor, farklı sınavlara giriyor, çıkıyorduk. derken obadan haber geldi. sınıfa giren mevlüt isimli çocuk ilk sınav sonuçlarının panolara asıldığını söyledi. herkes bir merak, bir telaşla oraya doğru yönelirken, o herkesin içinde biz de vardık. listede isimlerimizi gördüğümüzde karşılaştığımız sonuç, bize sınavdan hemen sonra kantinde otururken yaptığımız bir muhabbeti hatırlatırcasına manidardı;

    sınav günü:
    + ee naabtın oğlum bakabildin mi ? yanıtları, geçirebildin mi ?
    - baktım oğlum süperdi ! hepsini yazdım. sadece son soruyu biraz eksik, biraz anlamsız yanıtladım ama olsun, aramızda oynasa oynasa 5 puan oynar... yani kardeşim sen 80 alırsan benim de helalinden bir 75'im vardır ehe ehe

    sonuç günü:
    önce listeye, sonra birbirimize baktık,
    ben 25 almıştım.
    erdinç 20...
  • esnasında ayrılık ın, eski sevgilinin, ve benzeri -büyük- ve küçük sıkıntıların akla gelmediği ender şeylerden biridir. kapıdan çıktıktan sonra "aa iki saat boyunca hiç aklıma gelmedi" diye düşünülür. o an ümit olur, kafanın arada bir dağılabildiğini görmek.
  • kalem kemirdigim, vakit gecirmek icin saclarimi tek tek yoldugum bitmek bilmeyen kisa yada uzun zaman birimine verilen ad...okuldan nefret etmemi sagliyan ilk 45 dakika...
hesabın var mı? giriş yap