• genel bir yeşermene müsade ediyorum ifadesi sinyal vermek. hani kadınlar kendilerini çok açığa atmadan, erkek sabinin aklıyla oynayarak önce kendilerine aşık ederler, sonra peşlerinden koştururlar, dünya sıkıntıdan sonra "pff, evet madem" derler ya, işte o sürecin ilk adımına sinyal vermek derler bizim orda. sadece kadın mı yakar yeşil ışığı, sinyal verir? tabii ki hayır! fakat körolasıca hayvansal içgüdülerimiz kadını seçici, erkeği talep eden olarak sınıflandırmış. zaten şu içgüdümün, genetik mirasımın neyime faydası olmuş ki burada işime yarasın. benimkisi fakiri yaşatır türden bir ümit işte. hiç.

    bu meret iyi şey, hoş şey de, mimik, ses tonu, yüz ifadesi, konuşma esnasındaki vücut reveransları dahil bir çok fenomeni doğru yorumlama gerektiriyor. sabah yediğini hatırlayamayan ben gibi bir sürü adam da yanlış anlıyoruz bu yüzden. o yüzden oluyor abi hep kesişiyorduk, nasıl öyle oldu bilmiyorum'lar, oha o kız mı kesikmiş bana hiç anlamadım'lar. doğru okumak mesele yani. benim pek işim olmaz zaten de, sonraki nesillere ders niteliğinde başıma gelen bir kaç şey anlatayım istiyorum.

    bak mesela, fi tarihi. okulu yeni bitirmiş, yeni çalışmaya başlamışımdır filan. belki birkaç sene olmuştur ya da. gavur bir devlette doktora gittim. klinik öyle pis, öyle iğrenç ki anlatamam. çünkü bunlar abdest dahi bilmeyen insanlar. alınları secde de görmediğinden yüzler hep nursuzlaşmış. haceti gelen çok afedersiniz def-i hacetini koridorların yanlarında asılmış perdeleri çekip ortalık yerde yapıyor filan. hehe. yok lan yok. bildiğin hastane. bizde normalde yüzüne bakmaz ya doktor zamansızlıktan, burda bakıyorlar. bir de bizdeki beyazıd camisi cuma çıkışı atmosferi, samimiyeti yok hastanede. fark o kadar. öğle arasına yakın tek kaldım bekleyen, sanırım benden önceki randevu gelmedi. çevrede de kimse yok, sikerler diyerek çaldım kapıyı girdim muayenehaneye. orta yaşlı bir doktor hanımefendi ve akranım denilebilecek bir akça pakça bir kız var içerde. "özür dilerim, müsaitsiniz sandım" deyip çıkıyordum ki doktor durdurdu beni ve benim gibi şahane bir erkek görmediğini, ulu hakan attila'nın soyundan bir hun türkü olduğumu anladığını söyleyerek heykelleri yapılıp tapılmış yunan tanrıçalarını kıskandıracak diri göğüslerini sıvazl.. yok ya, bi saniye, o başka hikayeydi. ne demişti ya o? hah, hatırladım. müsaitim, yeğenim beni ziyarete geldi, rahatsız olmazsanız buyurun dedi. ne rahatsız olucam lan, hayret bi şey. girdim.

    yabancısın yani, belli. muhabbet oradan açılıyor direkt. nereli olduğumu filan soruyor doktor, ordan yarı muhabbet, yarı muayene takılıyoruz. yalnız her dediğime kıkırdıyor yeğen. diyorum ki genç yaşımda soldu ciğerlerim, ecdadım sikildi, kız diyor ki "hihi, aksanı çok tatlı -evet-". lan ne oluyor anlamıyorum. işte o ara telefon çaldı, doktorun acilen bir yere gidip gelmesi lazımmış. dedi 5 dakika bekleyin beni. dedim sıkıntı yok, çıkayım, isterseniz öğleden sonra geleyim, gerek yok dedi, hemen geliyorum. dedim odanızdan bari çıkayım, yok, yok, otur sen burada diyerek çıktı. odada tanımadığım bir kızla oturuyorum ki ben tanımadığım insanlarla havadan sudan konuşamam. taksiciyle, berberle konuşamıyorum düşün. taksiciyle konuşamayan insanın bir yabancıyla, hele bir kadınla konuşabilmesi zaten havsalanın alacağı şey değil. telefon melefon da yok, mal gibi tavana bakıyorum.

    -adın neydi? çok değişik bi şeydi ama anlayamadım.
    +selçuk.
    -salcuk?
    +selçuk, selçuk.
    -heceler misin?
    +çuk -çük değil, çarls'ın kısaltması çak gibi- diyelim. arkadaşlarım da söyleyemiyor.
    -ama ismin çok şirinmiş. söyleyebilmek isterdim.
    +ben 25 senedir söylüyorum, hiçbir faydasını görmedim.
    -hihi, çok komiksin.
    +yoo. -halbuki, "yani bizim de kendimize göre şakalarımız komikliklerimiz var tabii." demek lazım. ama diyemiyorsun. çünkü bazı şeyler öyledir. ..çok iyi bi açıklama yaptım bence.-

    ismin ne demek, neden bu ismi seçmişler diye bir sürü laf. bir de arada iltifatımsı bir şey söylüyor mesela, ki iltifata mesafem belli, anam yakışıklı oğlum diyor, mala bağlıyorum. saçın güzel olmuş dedi biri vaktiyle de bir kere 30 saniye filan sustum, aklıma hiçbir şey gelmedi. geleneği bozmadım, kız iltifat edince de mala bağladım. hatta bi ara vaziyet o kadar yürek parçalayıcı bir duruma geldi ki rahmetli dedemin ismiydi dedim selçuk. djhsnghdsgfs. bir de kız sürekli o şehre yeni geldiğini ve arkadaşının olmadığını, çok sıkıldığını söylüyor. o öyle dedikçe, ben de alışırsın buralar güzel yerler filan diyorum. çünkü kaymakamım siktiğimin yerinde. 3-4 kez tekrar etti bu çok sıkılıyorum tiradı ve nihayet bana saatler gibi gelen 5 dakika sona ermiş olacak ki doktor geri geldi. sırtımı filan dinleyip beni siktir etti. eve gittim, arkadaşıma anlattım olayı, oğlum ne biçim memleket lan burası, adamlar sıkıntıdan adımı çok ilginç buldular deyip.

    +selçuk?
    -efendim aga.
    +taşak mı geçiyorsun?.
    -yoo.
    +o zaman gerizekalısın?
    -yoo.
    +dskgdjsgjfs, oğlum sende sike sürülecek akıl yok lan.

    ki ben de öyle düşünürüm ama böyle çirkin çirkin suratıma bakıp gülmesi yersiz. sonra anlattı; kız beni dışarı çıkarmanı istiyorum demek istiyormuş. o kadar dediğim normal şeylere de ondan gülmüş. ben komik değilmişim, bana anam babam bile o kadar gülmezmiş. ki gülmüyorlar. halbuki ne kadar süper hikayeler anlatıyorum. yani durup durup sürekli "pfff, çok sıkıldım" büyük ihtimal sinyal.

    sonra, yine iş yerinin oralarda büyükçe bir ofis açılıyor, sahibi bizim patronun ahbabı filan diye yardımcı oluyoruz. iş de en genç mühendis ben olduğumdan bana kaldı. artık açılış yakın gidiyoruz geliyoruz. ofis ekibinin bir kısmı da geldi, onlar da oryantasyonlarını yapıyorlar. kim ne iş görecek, nerede ne var. ben de tanışıyorum tabii insanlarla. ya bir kız var, çalışan herkes yazıyor kıza. ama bildiğin herkes yazıyor. evli barklı adamlar, bu kız için yuva yıkılır filan diyorlar, düşün. ki bunu diyen adamlar da gavur ha. kızlar, yok öyle yani bilmem nere erkeği böyle, vay mozambik erkeği şöyle diye. aynı bokuz. bir gün öğlen arası oturdum bir köşeye, bi şeyler okuyorum. biri pardon dedi, baktım bu kız.

    -adın selçuk değil mi?
    +evet.
    -peki, benim adımı biliyor musun?
    +yoo.
    -cenıfır.
    +tamam.

    bana yine saatler gibi gelen 15 saniye mal bir sessizlik oldu. kız görüşürüz deyip gitti. ben de meşguliyetime döndüm. sonraları denk geldikçe selam veriyor filan cenıfır, ben de diyorum ki lan bi de gavur derler, bak nasıl terbiyeli insanlar. bir hafta kadar sonra isim muhabbetinin çok benzerini "sen benim telefon numaramı biliyor musun?" diye yaptı, ona da yoo dedim. çünkü çizgim belli olduğundan dolayı. çevremdeki insanlar oğlum kız sinyal veriyor, iş atıyor filan diyorlar ama sinyalin böyle olmaması lazım. gerçi sinyal dediğin tam nasıl olur onu da bilmiyorum ya, siktiret. ayrıca başımız bağlı. herkes akıllı olsun. gel zaman git zaman benim işim bitti. vedalaştım insanlarla.

    aradan epey zaman geçti, bizim patronu aramışlar. bir sistem sıkıntısı mı ne olmuş, bir bakabilir misiniz diye yardım istiyorlar. bizimki dedi siktir git bi bak ne olmuş. gittim aga, bu kız da orada. dedi hayırdır, dedim böyle böyle bir sıkıntı olmuş ona geldim. kız dedi ki senin geleceğini bilsem bütün bilgisayarları bozardım. aga beynimden vurulmuşa, vurgun yemişe döndüm. zaman durmuş, mekan anlamını kaybetmiş adeta. sanırsın ki koca kainatta sadece ben ve cenıfır varız, varlığımız bile birbirinden bağımsız değil, yekpare... kendime hakim olmaya yoğun bir çaba göstererek, gözlerimi yeşil gözlerinin taa derinlerine diktim ve öyle bi bok yeseydin senin hayatını sikerdim çocuk dedim. adamı dinden imandan çıkarırlar yemin ederim ya. emeğe saygıları yok insanların. benim götüm çıkmış vakitlice bitireyim işimi diye, haspam bozarım diye beni tehdit ediyor. ya sen kimsin ya?

    neyse, orası kapitalizmi hicvetmek, konumuz değil. "sen benim numaramı biliyor musun" da büyük ihtimal sinyal. ayık olmak lazım.

    göndermeden ekleme: hatun bunu okuyup götümü kesecek ama sonraki nesiller için tecrübeyi aktarmam lazım. ardımdan eğitim şehidi, adrenalin bağımlısı dersiniz. arivederci.

    hatuna not: tabii ki bi arkadaş.

    nota izahat: akşam olsa da yatsak.

    izahata hülasa: tüm hıristiyan aleminin kırismıs-ı şerifleri hayırlara vesile olsun, allah seneye de kavuştursun diyorum ben. çünkü barış ve sevgiden dolayı. evet.

    krismıs ne alaka? aralık'tan beri kenarda. sene dolmuş, mevsim değişmiş; ne gam, ne cefa. üstelik lazanya. kokladım açelya. -böyle böyle bir şiir kitabı, neden olmasın diyor insan-

    kandile selam çakma ama kırismıs, istır hepsinden haberin olsun seni lanet olası dejenere pislik. sae out! (drops mic)

    ..ya neler anlatıyordum, nerelere geldim. mikrofonu da öyle yere atar gibi oldu, kusura bakmıyorsun değil mi? ayıp oldu lan. bi saniye. (picks mic up)

    rap müziği bırakmamın da, amerikan başkanı olmamamın da nedeni bu naiflik, büyüğü küçüğü bilmek. gerçi amerikan vatandaşı da değilim, başkanlıkta muhtemelen sıkıntı oluyordur. halbuki amerikan vatandaşı olsan, mr. president mı olacaksın, büyük kolaylık. diğer taraftan başkan olsan da büyük dert, sorumluluk. milliyet sürekli haberini yapacak filan. yok türk başkandan şok hareket, yok türk başkan putin'i kırdı geçirdi. yemin ediyorum sıkıntı bastı. putin başlı başına problem. adam üniversitedeki nerde sikimsonik bir iş var peşine düşen marjinal arkadaş gibi. vay efendim kgb'de bana fare yedirdiler, vay efendim ben at sevmiyom, ayıya biniyorum, yok bir kral kobra dolması yaparım parmaklarını yersin. anladık amına koyim, çok kuuğlsun, çok değişiksin, ayılara fısıldıyon. yeter ya.

    #selçukforpresident
  • en çok kullanılan bölge marmara.
    en az kullanılan bölge güneydoğu diyorum.

    sinyal veren adam da bütün yolu kendine ait sanıyor zaten,
    sağa sola bakmak angarya.
    sinyal verdim ya sağdan soldan gelen düşünsün.
  • gerçek kullanımı "yol müsait ise geçeceğim" olsa da, yurdumuzda "yolun durumu zerre kadar s.k.mde değil, al işte işareti de çaktım, istediğim boku yerim" şeklinde algılanmış olan eylem
  • türkiye'de, sinyal verilen şeride gireceğinizi haber vermek için değil, gireceğiniz şeritteki sürücüye "gel götüme gir" demek için kullanılır. en azından öyle algılanır. 2 saniye kaybetmemek için insanlığını kaybeden var.

    sonra da gelip sinyal vermeden şerit değiştirenlere küfrediyorlar buralarda. sinyal vermemeyi ya da angut angut yerlerde ve laf olsun diye şerit değiştirmeyi savunmuyorum, yol vermeyince çok büyük bi iş becerdiğinizi sanmayın diyorum sadece.
  • trafik barzoları için büyük günahlardandır.

    sinyal vermek barzolar için zayıflık göstergesidir. sinyal veren "normal insanları" küçümser, sıkıştırırlar.

    yine trafik barzolarına göre sinyalin dörtlüsü bile haramdır. geçici olarak park etseler bile dörtlü yakmazlar, araçları bozulsa bile dörtlü sinyal yakmaz, öylece dururlar.

    kendilerini dünyaya getiren, belki de karakter olarak kendileriyle alakası olmayan ailelerine edilen küfürleri de düşünmez bu barzolar.
  • türkiye'de tam bir israf olan eylem. sinyal verdiğinizi gören sürücüler yol vermemek için gaz pedalına daha fena basmaktadırlar. oysa ki taksicilerin yaptığı gibi ani bir manevrayla şerit değiştirirseniz hem sinyal kolunu eskitmezsiniz, hem de şeridinize daha çabuk geçmiş olursunuz.
  • türkiye'de genel zeka oranının ne kadar düşük olduğunu gösteren eylem.

    trafikte düzenli araba kullanıp da sinyalin neden ve ne zaman kullanılacağını bilmemek cehalet, kaypaklık, gevşeklikle açıklanamaz, doğrudan bir zeka sorunudur. sinyal kullanmayan, ya da yanlış kullanan insanlar muhtemelen (uzman değilim tabii ki) engelli seviyesinde zeka geriliği sahibi insanlar.

    çok uzun süredir araba kullanan biri değilim. 3 yıldır istanbul trafiğinde araba kullanıyorum. çok karşılaştığım şeylerden bir tanesini çizimle anlatayım. hepsini anlatacak vaktim yok.

    aşağıdaki çizimde 1 benim aracım 2 de sinyalci kardeşimiz.

    https://ibb.co/f3jn6xf

    sinyalci kardeşimiz döneceği sapağı son anda fark ediyor. bir anda benim olduğum şeride, benim aracım üzerine kırıp aynı anda da sinyal vermeye başlıyor. harekete başladığında zaten daha o sinyal lambasından çıkan ilk fotonlar gözüme ulaşmamıştı bile.

    sinyalci kardeşimiz düşünüyor ki, eğer sinyal verirse benim aracımın içinden geçip gidebilecek. ya da sinyal verdiği anda bütün dünya'nın durup kendisine yol vereceğini zannediyor. ya da sinyal verince bütün geçiş üstünlüklerinin kendisine ait olacağını. korna çalıp uyardığınızda ise eliyle "sinyal veriyorum görmüyor musun" diye işaret yapıyor. sinyal verdiyse bütün her şey onun hakkıdır.

    buradaki sorun şu. evet bazen yollarına hakim olmadığımız yerlerde araba kullanıyoruz ve sapakları kaçırabiliyoruz. fakat o sapağı kaçıracak olmanız, trafikteki diğer araçları tehlikeye atabileceğiniz anlamına gelmiyor. o sapağı kaçırmamak, mantıklı ve makul bir mesafe öncesinde dönüş yapacağınız şeride güvenli bir şekilde geçmek sizin sorumluluğunuz. insanlık hali geçememiş olabilirsiniz. dalmış gitmiş olabilirsiniz. bu durumda hatanızın sorumluluğunu alıp başka bir çıkış arayacaksınız.

    fakat bu örnekteki sinyalci kardeşimiz kendi hatasının sorumluğunu trafikteki diğer insanların üzerine yüklüyor. yaptığı hatanın sorumluluğunu almıyor. herkesin onun hatasını telafi etmek için seferber olması gerektiğini düşünüyor.

    sinyal türkiye'de genelde son anda, diğer trafiklerin üzerine direksiyon kırılacaksa kullanılıyor. normalde sinyal trafiğin total faydası için kullanılması gereken bir şey. kendinize bir kolaylık sağlamasının yanında etrafınızdaki araçlara da kolaylık sağlar, hareketinizi önceden bilip bir sürprizle karşılaşmadan kendi hareketlerini sürdürürler. fakat bizde başkasının faydası kimsenin sikinde değil.

    yukarıdaki örnekte eğer o sinyalci kardeşimiz, dönüş yapacağı şeride yakınsa sapağa girmeden önce asla sinyal vermez. neden? çünkü sinyalin kendisine bir faydası yok, faydası sadece arkasındaki araçlara olabilir ama onu da sinyalci kardeşimiz siklemediği için önemli değildir. ne zaman ki aşırı saçma bir noktada dönüş yapacak. o zaman dönüşle birlikte sinyal verir bu sinyalci kardeşimiz. çünkü kendisini "öööö sönyöl vördök" diyerek savunmak ister. bu savunmanın ne kadar gerzekçe bir savunma olduğunu anlaması ise mümkün değil tabii ki.

    türk insanındaki bu toplum hayatına uyum sağlayamamanın altında bana kalırsa bu büyük bencillik geliyor. toplumsal bir fayda sağlayacak hiçbir şeyi yapmıyor çoğu insan. sikinde bile değil. kendisine doğrudan fayda sağlayacak bir şeyi yapıyor sadece. onu da toplumun geri kalanına zarar vermek uğruna yapıyor. bu bildiğiniz saf bir bencillik.

    tabii bir de dörtlüleri yaktığında her türlü şeyi yapabileceğini zanneden daha da büyük zeka gelişimi problemi olan sürücüler var. adam dörtlüleri yakınca ter yönden de gidebileceğini, istediği yerde durabileceğini, trafik ışıklarında geçebileceğini sanıyor. bu adama yaptığı şeyin ne kadar malca bir şey olduğunu anlatabilmenizin mümkünatı yok. çünkü cevabı hazır: " dörtlüleri yaktım görmüyor musun". be amına koduğumun yavşak gerzeği. sen dörtlüleri yakınca benim araba birden yok olmuyor işte. dörtlüleri yakıp kamyonla ters yönden üstüme geliyorsun. dörtlüleri yaktığını görmemin bana ne gibi faydası var bu durumda? dünya senin dörtlüleri yakmana ne gibi bir tepki versin istiyorsun? fizik kuralları mı değişsin? ne olsun yani?
  • türkiye’de şoförler için hala gizemini koruyan trafik kuralı.
  • genellikle direksiyon simidinin sol tarafında bulunan ince uzun plastik çubuğu (sinyal kolunu) yukarı kaldırdığımızda sağa dönme niyetimizi, aşağı indirdiğimizde sola dönme niyetimizi belli etmeye yarayan, ehliyet sınavında bol bol uygulanıp trafiğe çıkınca birdenbire unutulan hareketin adı.
    bazıları bu kolun varlığını tamamen unuturken, bazıları farklı bir evrim geçirip döndükten sonra sinyal vermekte, bambaşka bir tür sağa sinyal verip sola çıkmaktadır (sağım sarımsak solum soğan). sinyal vermenin aküyü bitireceğine inanan sayısı ise azımsanacak ölçüde değildir.
hesabın var mı? giriş yap