• anne babaların tek duasıdır sıranın bozulmaması.

    32 yaşındaki evladını kaybetmiş bir annenin, ölüm haberini ilk duyduğunda; "ama nasıl olur ben hala sağım, ben ölmeden nasıl olur" şeklinde tepki vermesine sebep olur.
  • biyolojik yaş referans alınarak ölüm sırasının belirlenmesidir. evlat acısını görmemek ile ilgili duaların bir kısmı bu mantığa dayandırılarak yapılır.(bkz: allah gecinden versin)
  • erken vakit yakinlarini kaybedenlerin söylediği söz. bugun 9.yili annemin ölümünün. düşünüldüğünde haklilik payi olsa da ölümün yaşı ve sırasi yok malesef.
  • bunu duyunca kafamda nazi toplama kamplarında, üzerinde üçgen işareti taşıyan ve bi kimlik numarası olan çubuklu üniformalarını almak için tek sıra halinde dizilmiş çıplak yahudiler beliriyor. öyle isteksizce ayağını sürüyerek ilerleme hali. sırası gelen giysisini alıp o ana kadar yaşadığı acı tatlı hayatının sonuna geldiğini, yakınlarım dediği hiç kimseyle irtibatının olmadığı ve ne kadar kötü olabiliri tahmin bile edemeyeceği bi bilinmezlik yolculuğuna çıkıyor. kısa sürede gaz odasını boylayanların kanımca şanslı olduğu bi süreç bu. o yüzden arkalardan kopup gelen ve sıraya yama yapanlardan hiç kimse şikayetçi değil. onun kendisine kazandırdığı zaman dilimi anlık bile olsa şükrediyor.

    kafamda belirenlerden biri de şurada (bkz: #97412324) işleyişte bi kaç düzenleme önerimle birlikte sitayişle bahsettiğim midsommar filmindeki en can alıcı sahne.

    o entryda ölememek üzerine yazmama sebep olan yaşlımızı uğurladık dün. çubuklu üniformasını aldı,sıra başını arkasında titreyerek bekleyene bıraktı, ayağını sürüyerek bilinmeze gitti. hiç öyle bayramlı kutlamalı bi midsommarlık gidiş değildi bu. filmdeki yaş haddini geçmişti ve epeydir çıplak vücuduna giyeceği çubuklu üniforma sırasındaydı. "sıradakiii" diye bağırdılar giysiyi koltuğunun altına kıstırıp gönülsüzce gitti.
    (bkz: huzurevi yaşlısı)
  • son dönem, sık duyduğum bir temennide geçiyordu bu. neyse ki sustular.*

    allah sıralı ölüm versin diyorlardı hep: eş dost. ölüm bu kadar sık dile gelince, bir süre sonra bekler de oluyorsun. mesela baban diyelim, hiç gözlerini açmayınca, su bile istemeyince, sessizliği nefessizlikten olabilince, doktorlar allahtan umut kesilmez diyince.

    aslında doğal olanı istemek bu: ölüm oldukça doğal. evet! bir süre sonra elbette görevi ve varoluş amacı olan genlerini yayma işlevini gerçekleştirip, sonlanacak her organizmanın ömrü. biyoloji okudum ben o kadar. bilmez miyim! bok bilirim, sus!
    ama bana ağır geliyor bu dilek, leş kargalığı gibi, tahammül edemiyorum artık gizlenmemesine bu kabulün, seslendirilmesine; hele babam, annem, ailemden biri ölürken, düşün? öldükten sonra da. aynı.

    bu şey demek: önce büyükler gitmeli, sonra arkada kalanlar, yaş sırasınca.. mesela anne baba çocuğundan önce ölmeli. kural bu ya, hani sanki hepimiz bir anlaşma yapmışız gibi, belirli bir yaşa gelince, özellikle kendi ailemizi kurup yavrulamamız toplumca beklenir hale geldiğinde, anne baba kayıplarımızı normal karşılamamız gerekiyor gibi... bu konuyu birkaç sene önce bir arkadaşımızın babası öldüğünde en yakın arkadaşımla konuştuğumuzu hatırlıyorum. ben her zamanki bencilliğimle herkesten önce ölmek isteyeceğimi, sevdiklerimin acısına katlanamayacağımı söylemiştim; hiç samimi olmadığım kadar samimi, doğrumu söylüyordum aslında. aptal doğrusu. kimse için ölmek değildi o bahsettiğim bak. sanırım kimseyi ya da hiçbişeyi uğruna ölecek kadar çok sevmiyorum ben. hatta hiç de samimi gelmez öylesi; içi boş, o yüzden de lafta kalan gösterişler, abartılar onlar. yalan. ihtiyaçtır belki, anlayabilirim.
    neyse, arkadaşım "hayır, oyunun kuralı bu değil" demişti kendine has bilgiç tavrıyla, "sen ölsen hayatlarının geri kalanında, her sabah, evlatlarını kaybettikleri gerçeğini anımsayarak, artık bir kızlarının olmadığını kendilerine tekrar ederek, hep o büyük acı ile yataklarından kalkar annenle baban. ömürleri boyu acı çekerek yaşarlar.."
    ama onlar ölünce - anne, baba, büyükler- bir süre çok yoğun belki, ama hayatın kalanında her geçen gün yoğunluğu azalarak hissedilirmiş acılar, kayıplar..

    o konuşmamızda da çok sert ve acımasız gelmişti bu cümleler: haklılığını inkar etmeye çalışmıştım, şimdi de kabul etmiş değilim, ama istemememe rağmen kazınmıştı aklıma. şimdi (o zaman), sıralı ölümü dileyen insanların ağızlarından dökülürken de öyle geliyor: kötü bişey dilemiyor bu insanlar, ama neden böyle çirkin şeylerden bahsediyorlar ki! bir de zaten için acırken, saygısızlık bu. sussunlar!

    bazen gereğinden çok kızıyorum bu dilek tekrarlanınca ya da kural hatırlatılınca diyelim, ölüm toplantılarında. çemkiresim, onların gözümde olabildikleri kadar benim de çirkinleşesim geliyor. sonra bazen de kızmaktan vazgeçip kendime acımaya başlıyorum, çünkü insanlar bu sıralı ölümden kayıpları olanların yanında konuşuyorlar sadece. ve ben kaybediyorum bir sevdiğimi. ama genelde ana fikir aynı kalıyor bu acıma seanslarında: hayat çok acımasız anasını satayım ve bazen çok zor kabul etmesi..
    hı bazen de unutuyorum mesela babamı, hiç yokmuş gibi oluyor. farkedince çok bozuluyorum. kısa vadede sıra savmacalar bir derin nefes oluyor diye belki. o zaman çok kötü olmuyorum bence.
    hülasa, sese dönüşmemesi gereken, hiçbir halta yaramayan bir temennide geçer bu. bir sürü kez daha derim, sussunlar.
    (bir yokmuş)
  • annemle babamın benden önce öldüğünü düşündüğümde bu acıyı nasıl dindiririm? diyorum. fakat onlardan önce ölürsem onlar acısını nasıl dindirir? diyorum.

    ölümden gram korkmuyorum. korktuğum şey arkamda annemi, babamı, kardeşimi acılar içinde bırakmak, annem ve babama evlat acısı yaşatmak, onların hayattayken ölü gibi olmalarına sebep olmak.

    evladını seven anne ve babalar için olması gereken sıralı ölümdür.
  • kıymeti bilinmeyen bir nimet.
hesabın var mı? giriş yap