• tavsiye etmekten vazgeçtiğim dizidir. her izleyen benim gibi kolay kolay dizi beğenemez, takip edemez, takip etmeye çalıştıklarını da bir-iki sezon sonra bırakır hale geliyor.

    romanda karamazof kardeşler, kayıp zamanın izinde neyse diziler aleminde six feet under odur.
  • son on dakkası yarak gıbıdır, oh soyledım rahatladım. bız bu sozlugu bu yuzden kullanıyoruz.
  • 4 kere izleyip bir dakika bile beni baymayan başyapıt dizi. bu dizi var ya bu dizi başka bir şey. diğer dizilerden çok ayrı tutulmalı. karakterlerini ilmek ilmek işleyen tamamen hayatın içinden öyküler anlatmaya odaklı bir dizi. düşününce o kadar çok şey geliyor ki duygulanıyorum. tarifi zor bir eser. bu diziyi izlemeye eğlenmek için değil de rahatsız edici derecedeki gerçekçi psikolojik analizlerinden etkilenmek için izleyin. birisi “bu dizi yüzünden en pislik insanları bile kolay kolay yargılayamıyorum” demişti. canım dizim. tarifsiz şaheser. gizli kalsın.
  • yeni bitirdim.
    çok kaliteli dizi gerçekten. keşke hayattan kopmak için bahane olarak kullanmasaydım da sindire sindire izleseydim. neyse böyle izlediğim dizileri daha çabuk unutuyorum, o zaman yavaş yavaş izlerim.
  • yıllardır takipte olduğum dizi başlığından soğudum. spoiler olarak bile belirtmeden tüm diziyi yazıyor adam, durduramıyoruz.

    foto yükleme sormuş şimdi de, karnaval gibisin okumak istemiyorum yazar kardeş, ilk birkaç entry'de ben de destekledim ama sal şu başlığı artık.
  • tüm izlediğim dizileri çöp etmiş dizimiz. sanrılarla beslenen biri olarak,nihayet kendimi bulabildiğim bir dizi. birkaç ay içinde sadece buna odaklandığım için,izleyemediğim filmlerin sorumlusu olarak ona kızamıyorum. finale kadar şu başlığa uğramamaya çalıştım, çünkü entryler adeta mayınlı. aranızda hala spoiler veren hayvanlar var. ve bugün finaliyle birlikte ciğerlerimin tükendiğini farkettim. uzun zamandır ağlamamıştım.

    (bkz: six feet under’ın final bölümünün son 10 dakikası)

    seni özleyeceğim claire. çok özleyeceğim.
  • insanı depresyona sokan, hayatın gerçeklerini çok net ve yakından yansıtan, herkesin başına gelmese de sanki o olayların bir tanıdığımızın başına gelmiş gibi hissettiren, dizi bitikten sonra beni günlerce depresyona sokan dizidir.

    hepiniz mutlu olmayı hakediyordunuz ama hiç birinizin mutlu olması en baştan imkansızdı. hayatta böyle işte, küçük mutlulukları yaşadığımız kocaman mutsuzluklar bütünü.
  • bugün 6 yıl aradan sonra ikinci kez bitirdiğim dizi. yine herşeyiyle mükemmeldi. bu sefer ki izleyişimde, dizinin finalinin 25th hour filminin finaline ne kadar benzediğini farkettim.
  • etrafımda seven bir allahın kulu olmadığı için ballandıra ballandıra anlatıp spoiler veremediğim dizidir
  • hayatı olabilecek en iyi şekilde anlatan dizi. acıtasyon yok, mesaj vereceğim diye diyaloglara hapsetmek yok, hazır konumuz da ölümken biraz ekşın katalım yok. peki diziyi bu kadar gerçek yapan ne ?
    - dizinin ana karakterlerinin tecrübe ettikleri olaylarla birlikte geçirdikleri değişimi görüyoruz. tabii bu 'çaat bir olay oluyor, millet aydınlanıyor ve her şey değişiyor.' gibi bir değişim değil. karakterlerin sorgulama süreçlerini, duygu durumlarındaki ve bakış açılarındaki değişiklikleri izliyoruz önce. yani karakterlerimiz zamanla, bizim gibi sindire sindire değişiyor.
    - olaylar cenaze evi işleten bir ailenin ve onların ilişkilerinin etrafında gelişiyor. burada yan karakterlerin de ayrı bir önemi var. her bölüm bir yan karakterin ölümüyle başlıyor ve cenazesi için ana karakterlerimizin işletmesine başvuran yakınlarının ölüm karşısında verdikleri tepkileri görüyoruz. 70'i devirmiş annesinin arkasından 'erken ölüm' diye ağlayan da var, iki haftalık bebeğini gömmeye gelen de. türlü hastalıklar yüzünden ölen de var, spor yaparken kalp kriziyle aniden giden sağlıklı gençler de. var da var. buradan dizinin ana temasına gelecektim aslında. tüm bu süreçte siz de karakterlerle birlikte hayatı sorgularken buluyorsunuz kendinizi. ölüm karşısında hayatın bir anlamı var mı? varsa ne? ve bu anlam insandan insana değişiyor mu? henüz ikinci sezonun başındayım. karakterlerin de kendi inançları doğrultusunda bu sorulara yaklaşımı farklı. ben bir de şu soruyu eklemek istiyorum bunlara: 'hayatımızın niceliğini artırmaya çalışırken kaygılarımızla niteliğinin düşmesine sebep oluyor muyuz?'
    aslında buraya kadar temel şeylerden bahsettim. dizi çok dallanıp budaklanıyor, bu kadar hayatın içinden olunca. biraz da karakterlerden bahsetmek istiyorum. bundan sonrası destan gibi bir spoiler.

    --- spoiler ---

    sevgili ruth, tam bir okb hastasısın. kendini değiştirmeye çalışırken bile değişime takıntılısın. o kadar kontrol bağımlısısın ki karşında rahat olmak mümkün değil. yine de bir anasın ve çocuklarını onları yargılamayacağına inandırma gayretini ve hayatlarını paylaşma çabanı takdir ediyorum. -her ne kadar bunun için gecikmiş olsan da-. 2. sezonla birlikte kendini biraz rahat bıraktığını görüyorum. kendini yargılamayı bırakmanla, çocuklarını yargılamayı bırakman birbirini takip ediyor gibi. şüphesiz ki burada görmek isteyenler için büyük dersler var. *

    ailenin akıllısı claire, ergenliğini kapıları çarparak yaşasan da en naifleri sensin. kaç bölüm oldu daha kimsenin duygularına karşı kayıtsız kaldığını görmedim. güçlüsün, akıllısın, insanları yargılamadan önce eylemlerinin arkasında yatan motivasyonları değerlendiriyorsun. ukalalığından gelen bir bilmişliğin var ama olsun, sevdim seni kız.

    nate, sen benim düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumsun. duygularına en aşina olduğum karakter sensin. sağlıklı yaşama gayretin, 'ben kırmızı et bile yemem, her gün koşuya çıkıyorum.' diye doktora bağırışın, çocukluktan beri takıntı haline gelmiş bir korkun olan ölümle yüzleşme sürecin... babanı gördüğün rüya neydi öyle ya? ölümün takım elbiseli, karizmatik ve sakin bir adam olmasına, yaşamınsa kilolu, rengarenk giyinmiş, neşeli ve konuşkan bir kadın olmasına bayıldım. eh meslekte de defalarca ölümün yaşamı becermesine tanıklık ettin. babanın da dediği gibi 'artık oyundasın nate. bundan kaçamazsın evlat.' önümüzdeki bölümlerde kaygılarını yenebilecek misin, sorgulama sürecin nasıl ilerleyecek çok merak ediyorum. sanırım tüm bu yüzleşme sürecin hayata karşı sığ bakış açını azaltacak ve ilişkilerini derinleştirecek. önceden gelişine yaşadığın hayatının niteliğini arttıracaksın gibi duruyor. şimdiden üstüne yapışan bencil yaftasından kurtulmak üzere olduğunu görüyorum. daha mı anlayışlı oldun ne? senin değişim sürecinin çok içine girdim, 'sikerim böyle hayatı.' diyip uyuşturucuya falan düşersen salak gibi kalırım ekran karşısında, üzme beni.

    işte gaylere kaptırdığımız bir yakışıklı daha, david. senin karakter gelişimine ba-yıl-dım. kabul görme ve sevilme isteğiyle hep kendini başkalarının gözüyle yargıladın. hatta babandan takdir görmek için gittin istemediğin bir mesleğe atıldın. haliyle de sürekli gergindin. sanki homoseksüel olman bir kusurmuş gibi bunu ailenden dahi gizledin ve bu kusuru kapatmak için insanların takdir edeceğine inandığın bir resim olarak kendini bir çerçevenin içine hapsettin. sonra da parça pinçik ettin tabloyu. zaten senin kendini dağıtmadan, kendini tehlikeye atacak hatalar yapmadan kendi yolunu çizebilmen mümkün değildi. olum çok güzel değiştin ya.

    aah brenda ah. gerçekten zeki ve havalı bir kadınsın ama her bölüm ''ben psikologların elinde laboratuvar faresi gibi incelenerek büyüdüm.'' diye kafa sikmenden bıktım yahu. yazacağım da senin hakkında henüz kafam karışık. zaten hep ne diyorsun: 'beni analiz etme!' bir süre daha gözlem altında bırakıyorum seni.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap