*

  • (bkz: ivan illich)
  • toltoy'un takdire layık romanı. ivan ilyiç'in ölürken düşündükleri çok önemlidir kanımca. bir çok işinin ölümünü izlemiş, ama ölümün kendi başına gelebileceğini hiç düşünmemiştir. çünkü o ivan ilyiç'tir, nasıl ölebilir ki o? ölmeden önce hayatını boş yere geçirdiğini duyumsaması ve büyük bir pişmanlık hissetmesi de, okuyucuyu etkiler.
    ivan ilyiç'in ölüm anında ise, neredeyse kalbimin sıkıştığını ve gerçekten ölümümün bana hissettireceklerini düşündüm. bay ilyiç'in hayatını yaşamışcasına da üzüldüm.
  • can yayınlarından 84 sayfalık baskısı mevcut, ilk 30 sayfa boyunca benzer ve bir o kadar karışık rus isimleri yüzünden kimin kim olduğu bi kaç sayfa arkaya gidilmeden takip edilemeyen tolstoy romanı.
  • "toplum icinde giderek yukselirken, meger hayatta hizla assagi dusuyormusum"
  • cok duzeyli ve kontrollu yasamis, disipliniyle toplumun ideal bir bireyi olmus ivan ilyicin olumle yuzlesmesinin anlatildigi tolstoy romani.

    gerektiginde eglenen ama her daim yargicliginin verdigi agirlik ve otoriteyle cevresinde saygi uyandirmis olan ilyic, pek de ciddiye almadigi bir evlilik yapar. fakat cocuklari olduktan sonra isler de degisir, karakterler de.

    burada romanin ilk odak noktasi olarak, evlilik muessesesi ele aliniyor. kreutzer sonattaki kadar acik olmasa da, burada da tolstoyun kadinlarin dogasi hakkindaki saplantili dusunceleri on plana cikiyor. ornegin ilyicin karisinin davranislari yavas yavas tum rasyonelligini yitirir. ilyic bu durumla mucadelede bekle gor politikasi izler ve beklerken kendini iyice isine verir ve cok basarili olur. [saniyorum tolstoy bu noktada her basarili erkegin arkasinda bir kadin vardir sozunu kendince yorumluyor]

    daha sonralari romanin merkezi, ilyicin olumle yuzlesmesine kayar ki asil enfes yeri burasidir. artik nasil olup da olum dosegine dustugunun bir onemi yok. onemli olan, degisen sartlar altinda, ailesiyle ve arkadaslariyla giderek iletisimsizlik yasamaya baslamasidir. ilyic farkeder ki aslinda kimse birbirini gercekten anlamiyor, dinlemiyor. iste bu noktada tolstoy iyice cosar ve once klise gibi gozuken, sonra da epey derin ve manali hale gelen su saptamalarla romanini olumsuzlestirir:

    klasik toplumun deger yargilari tamamen carpiktir cunku, ideal bir bireyin tanimi olum gercegi gozonune alinmaksizin yapilmistir. toplumun hayatin amaci sorusuna verdigi cevap, yani maddi basari ve cogu zaman yuzeysel olan mutluluk, olumle ve aciyla yuzlesmis birisi icin aslinda hicbir anlam ifade etmiyor. hayatin amaci sorusuyla bu sekilde yuzlesmis olanlar, yani sakatlar ve olum dosegindekiler, bu sorunu yalniz cozmek zorundadirlar cunku toplum hayat hakkinda farkli dusunenleri dislar. yaslilar, olumle yuzlesenler, toplum tarafindan surekli mizmizlanan fazlaliklar olarak gorulurler. toplumun canliliginin yaninda curumus, bunamis, eskimis insanlar. oysa ki olumun perpektifinden hayata bakabildikleri icin, bu "fazlaliklar" gercegi daha yalin gorebiliyorlar.

    ivan ilyic de bu perpektiften bakinca, ilk defa hayatinin ne kadar anlamsiz oldugunu, onu hep toplumun yapay ve yuzeysel deger yargilarina gore yasayip harcamis oldugun farkeder. sadece cocuklugundaki ve ilk gencligindeki bazi samimi anlar ona gercek gorunur, kalan hersey olumun golgesinde anlamsizlasir.

    dolayisiyla tolstoy, bilgelik icin, hayat hakkinda dogru saptamalarda bulunup yuzeysel deger yargilarindan kurtulabilmek icin, olumu kavramanin gerekliligini gosteriyor. tipki arka bahcesinden disariya hic cikmamis birinin, baska ulkelere seyahati esnasinda ufkunun acilmasi gibi, olum de hayatin anlamini berraklastiriyor. ve bu berraklikla hayat yeniden basliyor. ivan ilyicin en sonunda olum bitti demesi de bu yuzden. cevresinde beklesen akbabalar aslinda olu olanlar; surunun icinde kendi hayatlarini konformizmle bogarak oldurmusler. kendisi ise uykudan uyanmis ve yeni bakis acisiyla yasamaya yeni baslamis.
  • ivan ilyiç 'in ölümü romanındaki kahramanı ivan ilyic gibi: kalbinin derinliklerinde ölmekte olduğunu biliyordu, fakat bu düşünceye alışık olmamanın yanı sıra onu anlamıyor, anlayamıyordu. kiezewettwer 'in mantığından öğrendiği uslamlama: "caius bir insandır, insanlar ölümlüdür, o halde caius da ölümlüdür."

    caius 'a uygulandığında hep doğru gibi görünüyordu, ama kendisine uygulandığında kesinlikle öyle görünmüyordu. caius'un -genel bir adam- ölümlü olması tamamen doğruydu, ama o caius değildi, genel bir insan değildi o, diğerlerinden oldukça, oldukça ayrı bir yaratık.
    o bir zamanlar küçük vanya olmuştu, annesi, babası mitya ve volodya ile, oyuncakları, arabacısı ve dadısı ve daha sonra da katenka 'yla, çocukluğu, delikanlılığın ve gençliğin bütün o neşeleri, üzüntüleri ve keyiflerini yaşamıştı.
    caius, vanya'nın çok sevdiği çizgili deri topun kokusu hakkında ne bilirdi ki? caius annesinin elini öyle öpmüş müydü hiç, elbisesinin ipeği onun için de böyle hışırdamış mıydı? okuldaki pasta kötü olunca o da kendisi gibi isyan çıkarmış mıydı? caius öyle aşık olmuş muydu? caius kendisi gibi oturumlara başkanlık etmiş miydi?
    caius gerçekten ölümlüydü ve ölmesi doğruydu; ama benim, bütün o düşüncelerim ve duygularımla küçük vanya'nın, ivan ilyic''in ölümü tamemen farklı bir konu. bu çok korkunç olurdu.
    tamam.. bitti.
    yıkılsın burası.
    hak ettim!
  • tolstoy'un eylemsellik kavramını irdelediği davranışbilime ışık tutan romanı..roman karakterlerinin kişilikleri ve tutumlarının gerçek hayat ile benzerliklerinin ve zıtlıklarının üzerine kurulmuş bir romandır. okuyucu romanın başından itibaren baş karakter ivan ilyiç'in hayatına müdahale ederek okumak ister; çünkü gerçek hayatta bunları yaptığı zaman karakterinin başına gelecekleri bilir. ve sanki karakteri bi kenara çekip "bak kardeşim yanlış yapıyorsun, aklını başına al" demek ister. işte tolstoy daha romanın başında amacına ulaşmıştır.okuyucunun gerçeklik algısı ile roman gerçekliği daha ilk başlarda çatışmaya başlamıştır. roman boyunca okuyucu diğer karakterlerle de aynı çatışmayı yaşayacak ve kendi eylemselik anlayışı ile romanı değerlendirmeye devam edecektir. roman boyunca "durun lan yapmayın, bak bu işin sonu kötü" diye bağırıp duracaktır okuyucu ve her sayfayı bu mesafede okuyacaktır. tolstoy'un bu keyfi anlatımı okuyucuyu tam rahatsız etmek üzereyken, romanın sonunda yazar yaşanan gerçeklik ile idealar arasında kurduğu bu gelgitli anlatımı keyfi bir gerçeklik ile bitirir..okuyucu romanın bittiğini romanın son bölümü ile değil romanın kapağını kapattıktan sonra anlar..*
  • -yaşamamız lazım necati, eğer yaşamazsak ölümümüz çok acılı olacak.
  • hasta ivan ilyiç'in çaresizce ölume teslim oluşu, karısı ve kızının merhametsiz, kibirli ve soğuk tavırları hatta bundan daha kotusu olan sahte yazıklanmaları, ölum gerçeği karşısında çevremizin bizden esirgediği sevgi ve merhametin ne kadar "hafifletici" unsurlar olduğunu duşundurmuştu bana.
    kanserli veya komada olan birçok insanın hastalık-ölum surecine şahit oldum hayatım boyunca. onlara bakınca ve etraflarında nasıl bir "teselli" dairesi oluşturulduğunu görunce ivan ilyiç kadar talihsizini görmediğimi duşunurdum.
    ivan ilyiç'in acılar içinde ölume bir kurtuluş gibi koşmasını derinden hissedip merhamet hissettiğimizi, bunu hissederken kendi sonumuzun bu bedbaht kadere benzememesi için dualar ettiğimizi itiraf edebiliriz sanırım.
  • tolstoy sanki birkaç kere ölmüş, öteki tarafta gidiş yolunda notlar almış da öyle yazmış bu romanı. varoluşçuları en çok etkileyen eserlerden biri olduğunu tahmin ediyorum. hayat gayesi içinde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayarak ölüm kavramını reddeden insanın, bu gerçekle birden korkunç bir şekilde yüzleşmesi ve hayatını bu yeni perspektiften sorguladığında artık iş işten geçmiş olması üzerinedir özetle. ayrıca ilyiç'in hastalanmasına neden olan olay, kendinden geçmiş bir şekilde evini (hayatını) dekore ederken belini pencerenin çerçevesine çarpmasıdır. harika bir ayrıntıdır.

    ilyiç ölüm döşeğinde şöyle bir kaykılıp, hayatının gerçek anlamda muhasebesini yapmak için geriye doğru baktığında, gerçekten mutlu olduğu, o saf, kaygısız ve bir daha ulaşılmazı imkansız anların çok geride kaldığını, o anların sadece ve sadece çocukluğuna ait olduklarını görür. bu açıdan bakıldığında ilyiç, daha toplumun dayattığı gibi bir birey olma yoluna ilk adımını attığı, çocukluğa özgü özgürlüğü ve kaygısızlığı kaybettiği anda ölmüştür.

    (bkz: babanın ölmesi/@axellennox)

    ilyiç'in ölümü, kendi babamın ölümüne benzediği için, ilyiç'in ailesinin ona olan davranışlarını anlayabiliyorum. ne kadar severseniz sevin, acı çeken kişinin bir noktadan sonra ölüp rahatlamasını, kurtulmasını istersiniz. aslında biraz da bencilce bir istektir bu. çünkü tolstoy'un da altını çizdiği gibi, kimse hasta birinin yanında vakit geçirmek, ölüme ve onu hatırlatan herhangi bir şeye uzun süre yakın olmak istemez. insanın doğasında olan, içgüdüsel bir istektir bu. tıpkı en sağlıklı görünen karşı cinsle birlikte olabilme isteğine benzer.

    son olarak, yatalak hasta birine okunabilecek en güzel kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum. eğer o yataktan kalkamayıp ölmezse, daha sırtı yere gelmez o kişinin*
hesabın var mı? giriş yap