• babaları tarafından yemene satılan, tecavüze ugrayan ve insanlık dışı yaşam sürdüren zana muhsen'in 8yıl sonunda annesinin yardımıyla kurtulmasından hemen sonra yazdığı gerçek yaşam öyküsü.
  • zana muhsen'in nefretini, tiksintisini iliklerimde hissederek okuduğum kitap. hala bir yerlerde birilerinin benzeri acıları çektiğini biliyor olmak kitabı daha da etkili bir hale getiriyor.

    --- spoiler ---

    annem tek bir şeye üzülüyor, o da gazetecilerin cinsellik üzerine ısrarla durmaları. tecavüz olayı baş plandaymış. yemen'de ırzına geçilen iki genç kız... başından geçmemiş olanlar, tecavüz hakkında ne bilirler ki. hiçbir şey. aşağılanma ve suçluluk duygusunu tahmin bile edemezler. sonsuza dek kirlenmişlik hakkında insan ne konuşmak ister, ne de bilmek. yalnızca unutmak. tecavüz devam etse bile. çünkü bizim için hiçbir şey bitmiş değil. köylerimizde tutsak ve "evli" kaldığımız sürece devam edecek. halkın önüne bu şekilde yem olarak atılmak zor iş. yardım alabilmek için ödenmesi gereken bir bedel daha. bunu hiç düşünmemiştim.

    --- spoiler ---
  • uzun bir zaman dilimini kapsamasına rağmen kısa bir kitap. yaşananlar sadece en akılda kalıcı detayları ile geniş kapsamlı olarak ele alınmış. bu açıdan okuması kolay ve akıcı.

    kitabı biçim yönünden eleştirmek kolay. ancak işin içine anlatılanları yorumlamak gelince çok fazla söz çıkamıyor ağzından. bazen kitabı okurken dalıp gidiyorsunuz sanki sıradan bir romanmış gibi sonra bunların gerçek anılar olduğu aklınıza geliyor. siniriniz bozuluyor. insanın ne kadar çirkinleşebildiğini bu kadar aleni görmek yoruyor. öfkeleniyorsunuz, sinirleniyorsunuz.

    en kötüsü ise geçmişte kalmış bitmiş gitmiş olmaması. bir kadının hikayesi sonlanırken belki binlercesininki yeni başlıyor.
  • ing:satmak.
  • annemi bir daha görebilsem adı ve filiz nayır deniztekin çevirisiyle varlık yayınları'ndan çıkan versiyonu tarafından iki gündür allak bullak edildiğim kitaptır.

    "ingiltere'de doğup büyüyen on beş yaşındaki zana * ile ondördündeki nadia, geçirecekleri altı haftalık tatilin heyecanıyla, babalarının "düşler ülkesi" olarak tanmladığı yemen'e giderler ve orada bir üç yüzer sterlin karşılığı kocaya satılmış olduklarını anlarlar. birbirinden yarım saatlik yürüme mesafesinde iki ayrı dağ köyüne yerleştirilen genç kızlar, suyu ve elektriği olmayan evlerde, hareketlerini kısıtlayan vahşi hayvanlar ve silahlı adamlarla kuşatılmış bulurlar kendilerini. tecavüz, ağır gündelik işler, hakaret ve dayakla tam bir cehennem hayatına katlanmak zorunda kalırlar. sekiz yıl sürer bu işkence. anneleri tarafından uyarılan uluslararası medyanın olayı bütün boyutlarıyla işlemesi üzerine yemen hükümeti devreye girer ve zana için bir umut ışığı doğar. oğlu marcus'u, çocuklarını terk etmek istemeyen nadia'ya bırakıp ülkesine geri döner. zana'nın oğlunu, kız kardeşini ve yeğenlerini ingiltere'ye getirtebilmek için giriştiği umutsuz savaşı bugün hâlâ sürüyor."

    kurgu değil otobiyografik anlatı oluşu, 1980lerde yazılmasına karşın günümüzde de aynı kaderi paylaşan ama sesleri bize ulaşamayan insanlar olduğunu bilmek acı verse de kadın mücadelesiyle ilgili şeyler okumayı sevenlerdenseniz, bu kitap zaman kaybı değil.
  • nepal'in bir dağ köyünden hindistan'daki bir geneleve satılan çocuğun öyküsünü konu alan 2016 yapımı bir film.

    imdb: sold (2016) / jeffrey d. brown
  • durup dururken bu kitap aklıma geldi. lise yıllarımda okumuştum ve beni çok etkilemişti. bir babanin evlatlarına bu kötülüğü nasıl yapabildiğini aklım almamıştı. baba her zaman çok özel çok güçlü ardındaki dağ diye düşünürdüm, babam hep öyle hissettirdi.ama hayatta kötü babalar da var ve bu kitap ne yazik ki kötü babalarla tanıştığım ilk yer oldu sonra zaten ipin ucu kaçtı.
hesabın var mı? giriş yap