• (bkz: qualia)
  • insanın kendi zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünyayla karıştırmasıdır.

    bediüzzaman risale-i nur'un da şöyle der:

    "mesela, şu güzel, ziynetli odanın dört duvarında, dördümüze ait dört boy aynası bulunsa, o vakit beş oda olur: biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî. herbirimiz, kendi aynamız vasıtasıyla, hususî odamızın şeklini, heyetini, rengini değiştirebiliriz. kırmızı boya vursak kırmızı, yeşil boyasak yeşil gösterir. ve hâkezâ, ayninede tasarrufla çok vaziyetler verebiliriz. çirkinleştirir, güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz. fakat haricî ve umumî odayı ise kolaylıkla değiştiremeyiz. hususî oda ile umumî oda hakikatte birbirinin aynı iken, ahkâmda ayrıdırlar. sen bir parmakla odanı harap edebilirsin; ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.

    işte, dünya süslü bir oda gibidir. herbirimizin hayatı bir boy aynasıdır. şu dünyadan herbirimize birer dünya var, birer âlemimiz var. fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. belki o hususî dünyamız ve âlemimiz bir sayfadır, hayatımız bir kalem-onunla, yaptığımız işlerin sayfasına geçecek çok şeyler yazılıyor.

    eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki, dünyamız, hayatımız üstünde bina edildiği için, hayatımız gibi zâil, fâni, kararsızdır, hissedip bildik. ona ait muhabbetimiz, o hususî dünyamızın ayna olduğu ve temsil ettiği esmâ-i ilâhiyeye döner. yoksa "onlar allah'ı unuttular. allah da onlara kendi âkıbetlerini unutturdu." ayetinin sırrına mazhar olup, nefsini unutup, hayatın biteceğini düşünmeyerek hususî, kararsız dünyasını aynı umumî dünya gibi sabit bilip kendini ölümsüz farz ederek dünyaya saplansa, şiddetli hissiyatla ona sarılsa, onda boğulur, gider. o muhabbet onun için hadsiz belâ ve azaptır. çünkü, o muhabbetten yetimâne bir şefkat, ümitsizce bir acıma doğar. bütün hayat sahiplerine acır, hattâ güzel ve ölümlü bütün mahlûkata bir acıma ve bir ayrılık acısı hisseder; elinden bir şey gelmez, ümitsizlik içinde elem çeker." dünayaya mana-i harfî ile bakmanın ve böyle bir bakışın insanı bu elemlerden nasıl kurtardığını anlamak için ise risale-i nur a müracaat edilebilir. çok yerlerinde izahı vardır, 12.söz fikir vermesi açısından uygundur mesela.
  • "aslında var olan benim, siz de çevremdeki sırayla hikayeye katılan karakterlersiniz ve evren de bir sahne" gibi bir anlayış sanırım. tam bilemiyorum.
  • tekbencilik de denilebilir.
  • özetle "tek gerçek iknadır" diyen gorgias'ın farkında olmadan yarattığı bir düşünüştür.
  • bir solipsistin diğer insanlarla (veya diğer solipsistlerle) iletişim kurmaya çalışması bir çelişki değildir. neden çelişki olsun ki?

    diğer insanlar öznel benlik taşımayan dış dünya robotları ya da sadece aklımın ürünü olan suretler olabilirler, fakat bu onlarla iletişime geçmem için bi engel teşkil etmiyor. nasıl ki bilgisayar oyunlarındaki karakterlerin gerçek olmadığını bildiğimiz halde o oyunları oynamaktan zevk alabiliyoruz, gerçek olmadığını bildiğimiz roman ya da film kahramanlarıyla empati kurup, aslında hiç yaşamamış bu insanlarla ilişki içine girebiliyoruz, aynı şekilde bir solipsist de -ister kafasının içinde, ister dış dünyada olsun- belli kalıplara veya kurallara (fizik kurallarına ya da solipsist aklın mantık kurallarına) göre davrandıkları için anlamlandırılabilir olan bu varlıklarla iletişime geçmekten zevk alabilir, bu iletişimden kendine fayda sağlayabilir.

    aklımın ürünü olan silahlı bir soyguncu cüzdanıma talip olduğunu söylediğinde, "sen aklımın ürünüsün siktir git" diyebilirim. tabi bu soyguncu suretini yaratan aklım yaptığım seçimin sonucunda suretin beni vurduğunu kurgulayacaksa ve bana da vurulma acısını yaşatacaksa, ben de o sureti basbayağı muhatap alırım, aklın şaşar. suret dış dünyada var olan benliksiz bir robotsa, onun bana zarar vermesine engel olacak yordamları arar ve uygularım. eğer aklımın bir ürünüyse, yani bütün bunlar, bütün algıladıklarım, yaşamımın tamamı zihnimin labirentlerinde geçen bir oyunsa, kendi zihnimi keşfetmek için uğraşır ve bana zarar verecek yollara sapmamaya çalışırım.

    iletişim kurduğum insanlar benliksiz bile olsa, yine de bana benziyorlar. tabi olduğumuz doğa yasaları müşterek. gerçekte onların ne yaşadığını ya da yaşamadığını bilmeme zaten imkan yok. ama bir suret bir diğer surete kötülük edip bir zarar verdiğinde, benim vicdanım yine de tetikleniyor. bu da solipsizmin "sırf-kendini-düşünürcülük" damgası yemesine engel olabilecek bir detay. bütün bunlar bir hayal bile olsa, yine de bunun güzel bir hayal olmasını isterim(isteriz?).
  • "yalnizca ben varsam, yani benim usum herşeyse, bu kapalı sisteme disaridan bir müdahale olmaksızın, benliğimin gelişmesi nasıl mümkün olabiliyor, bilgi nereden ürüyor, deneyimler nasil oluşuyor, kelime dağarcığım nasıl gelişiyor" vb. sorularımı nasil cevapladığını anlayamadığım düşünce okulu.
    edit: aslında okul da değildir ya her neyse... ontolojik kanıtı abartırsanız idealizmi bir sokak atlar kendinizi bir çıkmazda bulursunuz. burası orası işte.
  • (bkz: ho'oponopono) özellikle yeni hali ile bunun bir biçimi olabilir şekildedir aslında... (belki tek farkı başkalarının da bir realitesi olabileceğini kabul etmektir...)
  • varilmaz. düsülür genelde buraya, pavyon misali. "cözdügünü" sanmayi sanmak gibi.
  • öznel deneyimlerin paylaşılabilirliğine, ortaklığına dair kuşkularla ilgili sorun gündeme gelerek öznel deneyimlerden genellemelere gitmek.
    herhangi bir insanın kendi gözüyle bakarak, kulağıyla dinleyerek, eliyle dokunarak algıladığı bir şeyin, başka bir insanın bakarak, eliyle algıladığı şeyle aynı olduğuna karar vermenin imkansız olduğunu öne süren akım.
hesabın var mı? giriş yap