• serena ryder coverı da bulunmaktadır. başarılı olmuş fakat sadece sophie tucker'ın 1926 yılındaki kaydı bulantıyı alıp götürebilmektedir.
  • bulantı'dan sonra yol üzerindeki ilk durak.

    kitap biter, some of these days tekrar dinlenir; sonra geri dönüp kitabın son bölümü tekrar okunur, sonra some of these days tekrar dinlenir, sonra kitap tekrar okunur.

    some of these days, oh you'll miss me honey,
  • boardwalk empire dizisinde 1. sezon 9. bölümde kapanış parçası olarak karşımıza çıkar bu, yorumu gayet hoştur. bulununca linki eklenecektir.

    edit: seslendiren kathy brier imiş, bir programda bölümde seslendirdiği şarkı ile ilgili anlatı ile birlikte çıplak ses ile performansı;

    http://www.youtube.com/watch?v=sqapmpewsb8
  • sartre'ın bulantı romanında müthiş bir tasvirle bahsettiği şarkı. şarkıcı için siyahi bir kadın dese de, yazarın şarkı tasviri sophie tucker versiyonudur.

    şarkının bulantı'da geçen tasvirini tamamen yazacağım çünkü bu okuyacağınız tasvir bir şarkı için yapılmış en iyi tasvir olabilir.

    --- spoiler ---

    madeleine gramofonu kuruyor. şaşırıp da geçen sefeki gibi, cavalleria rusticana'nın aryasını koymasa bari. tamam, doğru koydu. bu havayı hemen tanırım. nakaratı şarkılı, eski bir rag-time'dır bu. la rochelle sokağında amerikalı askerlerin, bu havayı ıslıkla çaldıklarını duymuştum; yıl 1917 idi. ama plak çok daha sonra doldurulmuş. yine de kahvedeki plaklar arasından en eskisi. safir iğneyle çalınan pathé markalı bir plak.

    nakarat birazdan başlayacak. bu nakaratı ve dik kayalıkların denize uzanışı gibi ansızın ortaya çıkışını seviyorum asıl. henüz sıra cazın; melodi yok, notalar var yalnız; binlerce küçük titreyiş. durup dinlenmiyorlar; eğilip bükülmez bir düzen onları ortaya çıkarıyor ve yok ediyor. toparlanmalarına, kendileri için varoluşmalarına zaman bırakmıyor. koşuyor, acele ediyor, yanımdan geçerken bana sertçe çarpıyor ve yok olup gidiyorlar. onları durdurmak isterdim. ama birini durdursam, elimde yavşak ve kötü bir sesten başka bir şey kalmayacağını biliyorum. ölümlerine katlanmam gerek, hatta istemem gerekiyor bunu. edindiğim izlenimlerin pek azı bu kadar acı ve güçlüdür.

    canlanmaya, mutluluk duymaya başlıyorum. şaşılacak şey değil bu. bulantımın küçük mutluluğu. yapışkan bira birikintisinin, bizim çağımızın (mavi askılar, çökük banketler çağının) dibinde uzayan mutluluk. bu mutluluk, yağ lekesi gibi genişleyen kocaman yumuşak anlardan kurulmuştur. doğar doğmaz eskiyiverir. onu yirmi yıldır tanıdığımı sanıyorum.

    başla bir mutluluk da var. dışımızda, şu çelik şerit, yani çağımızı yer yer geçen ve onu kupkuru, keskin uçlarıyla paralayan, yadsıyan müziğin dapdaracık süresi de var, başka bir zaman var.

    "bay randu kör oynuyor... sen de beyi."
    adamın sesi hafifleyip duyulmaz hale geliyor. çelik şerite hiçbir şey işlemiyor. ne açılan kapı, ne dizlerimin arasından geçen soğuk hava ne de baytarın küçük kızıyla birlikte içeri girişi, müzik bütün bu belirsiz şekilleri delip geçiyor. küçük kız, oturur oturmaz kaptırdı kendini, kaskatı kesildi, gözleri fal taşı gibi açılmış, yumruğunu masaya sürüp dinliyor.

    birkaç saniye kaldı, zenci kadın şarkıya başlayacak. kaçınılmaz bir şey bu. müziğin zorunluluğu öylesine güçlü ki, kimse durduramaz onu. dünyanın içine atılmış olduğu şu zamandan gelen hiçbir şey bu işi yapamaz. düzeni gereğince, kendi kendine sona erecek. bu güzel sesi sevişimin asıl nedeni bu. yoksa tok ve içli oluşu değil. bir yığın notanın önceden ölerek onun çıkışını hazırlaması hoşuma gidiyor. ama yine de tedirgini. gramofonun durması için önemsiz bir olay bile yetişir.bir yay kırılabilir ya da kuzen adolphe'un huysuzluğu tutar. bu sağlamlığın, bunca dayanıksız olması heyecanlandırıyor insanı.

    onu hiçbir şey durduramaz, ama her şey kırabilir.

    sonuncu akor da bitti. ardından gelen kısa sessizlik boyunca bir şeyin gerçekleştiğini, bir şeyler olduuğunu iyiden iyiye duyuyorum.

    sessizlik.

    "some of these days
    you'll miss me honey!"

    gerçekleşen şey şu: bulantı ortadan kayboldu. kadın, sessizlik içinde şarkıya başlayınca, gövdemin katılaştığını, bulantının ortadan kaybolduğunu duydum. birden oldu bu: böyle kaskatı ve pırıl pırıl kesilmek kolay dayanılır şey değil. o ara müziğin süresi bir hortum gibi genişliyor, şişiyordu. yürekler acısı çağımızı duvarlara vurup parçalayarak, kahveyi, madenimsi saydamlığıyla dolduruyordu. işte müzikteyim. aynalarda ateş yuvarlakları dönüyor, dumandan halkalar onları kuşatıyor, çeviriyor ve ışığın sert gülüşünü bir saklayıp bir gösteriyor. bira bardağım küçüldü, masaya yapışıyor. yoğun bir hali var. gerekli bir nesne sanki. avucuma alıp tartmak istiyorum, elimi uzatıyorum... tanrım! hareketlerim hepsinden fazla değişmiş. kolumun hareketi yüce bir melodi gibi gelişti. zenci kadının şarkısı boyunca uzandı, dans ediyor sandım kendimi.

    heyecanlanıyorum. gövdem dinlenme halinde bir ince makine sanki. başımdan gerçekten serüvenler geçti. ayrıntıları aklıma gelmiyor, ama olayların şaşmaz bir biçimde art arda gelişini unutmadım. denizler aştım, ardımda denizler bıraktım, ırmakların kaynaklarına ulaşmaya çalıştım ya da ormanlara daldım ve görmediğim kentlere yöneliyorum hep. kadınlarla yatıp kalktım, heriflerle dalaştım. geriye dönmek elimden gelmiyordu. bir plağın geri dönememesi gibi. bütüm bunlar beni nereye götürüyordu? şu ana, müzikle kaynaşan şu aydınlık yuvarlağın içindeki şu bankete.

    "and when you leave me"

    evet, roma'da tiber ırmağı kıyılarında oturmayı, barcelona'da rambla'larda durup dinlenmeden gezmeyi bunca seven; angkor dolaylarında baray prah kan adası'nda bir naga kilisesini kökleri arasına almış bir hint inciri görmüş olan ben, şimdi şurada manil oyuncuularının yaşadığı aynı saniyelerde yaşıyor, güçsüz bir gece dışarıda sürtüp duruken şarkı söyleyen zenci bir kadını dinliyordum.

    plak durdu.*
    --- spoiler ---
  • bulantı'yı okuyan herkesin, en azından bir defa açıp dinlediği şarkı.
  • bende nedense bulantı'dan ziyade sartre ile özdeşlemiştir bu şarkı. ne zaman adamın adını duysam şarkıyı dinleyesim geliyor. belki ilk okuduğum kitabı bulantı olduğundandır, bilemedim.
  • jean-paul sartre’in bulantı (la nausée) romanında okuyucunun içine acayip bir şekilde işleyen ve zihinsel keyifler yaşatan capcanlı betimlemeler eşliğinde adi geçen şarkıdır. daha önce de çeşitli versiyonlarından bahsedilmiş; fakat bence kitapta geçen versiyonu, fletcher henderson’dan olup, aşağıdaki gibidir:

    https://youtu.be/yhmvacmcgfi

    “nakaratı ve denize doğru bir uçurum gibi kendini aniden öne attığı o tarzı seviyorum. şu an için caz çalıyor; melodi yok, sadece notalar, sayısız küçük sarsıntı var.”
  • leon redbone gibi dört bası mamul sahsına munhasir kişinin de söylediği sarkıdır. trt jazz orkestrasının 1997 yapımı plağında'da fatih erkoç bu sarkıyı gürül gürül terennüm eder. bu kayda sahipseniz eğer elinizden üzerine titremediniz iktiza eder cünkü ne yazik ki fellik fellik arasinız da bulamiyorsunuz.

    serbest cagrisim kontejanından;

    (bkz: im westen nichts neues)
  • ayrıca bu isimde bir paul burch şarkısı da mevcuttur..
  • nba live 2003'te bulunan bir rhymefest şarkısı.
hesabın var mı? giriş yap