• “çocukluktan çıkmaya başlayınca, diyorsun, bir arka odaya kapandım. kaçmak için kapandım, neyden, bir sürü şeyden, herhalde sizden de. öyle görünüyor ki bir daha çıkamadım.”
  • sabitfikir'in yazar, eleştirmen, editör ve sanatçılara sorarak yaptığı
    "2011'in en iyi 100 romanı" listesinde 4. sırada yer alan roman.
    2011'in en iyi 100 romanı
  • "bazen kendin için bir gelecek hayal etmeye çalışıyorsun, ama gözünün önünde yalnızca titreyen bir koyuluk, dalgalanan bir karanlık beliriyor. ya gerçekten gelecek çoktan olup bitti, ya da sen hayal etme gücünden yoksunsun. o karanlıkta koyu bir leke görüyorsun: rüzgarda çırpınan siyah bez parçası, ya da yüzeyde sürüklenen kara bir yelken paçavrası gibi bir şey."

    ne karanlık demişsin ayhan geçgin: koyu bir leke, rüzgarda çırpınan siyah bir bez parçası ya da kara bir yelken paçavrası. iyi de, şimdiki zamanın, geçmişinin aynası. buraya kadar mı? yoksa o bez parçasını bir kenara atma zamanı geçmiş de okuyucu nasılsa hatırlamaz, hatırlayacak kadar okumaz diye mi düşündün, kendine bir güzel sormalı. 'tekrar' ruhumuza işlemiş, aklı gökyüzünde biri için görüntüler, moda deyişle imgelerin saldırısı altındayız kabul ediyorum da, boşlukta anlam aramak yine de bir nbc filmindeki gibi bu kadar fotografik olmasaydı diye düşünmeden de edemiyorum; son romanlara karşı duyarlılığım, 'son adım'dan sonra, yazarından sonsuza tanıklık etmesi beklentisi doğuruyor bende.

    bir zamanlar, kurallı bir metnin doğruluğuna gönülden bağlı, kendine eski solcu diyen bıyıklı camiadan bir çok çok büyüğümüz, bendenize, tebaasına çekilmezcesine özgürlük tanıyan kendi halindeki mütevazı kralına şöyle bir eleştiride bulunmuştu: "ekonomik, sosyal ve kültürel meselelere gerektiği kadar yer vermemişsiniz." üretilmiş yaşam biçimlerine dışarıdan bakıp sınıflandırmaya yarayan bu kavramlardan ne anlıyorlar çok merak ediyorum. bu teranelerden birini duyduğunda kafasına sıkası gelen ben gibi, ayhan geçgin de tavsiyeye uyayım derken kayışı koparmış, 'biz'in ne anlama geldiğini bilmediği itirafıyla, son adımdan hemen öncesinde, apiko vaziyette bekliyor. olur da tereddüt ederse, bir lütuf olduğunun ayırdında olarak, o kara paçavra karanlık eller yerine kendi narin, süt beyazı ellerimle o traşlı kafasına, gözlerim açık, zevkle sıkmak için sabırsızlandığımı hemen şimdi kendisine mesaj yoluyla iletiyorum. merak etmesin, benim sıkanım var.

    kendine ben diyenden kendine biz diyenlere sağlıksız ve mutsuz bir dillendirme; malum çift cinsiyetli, çok kimlikli, tek benli ve insanımsı biçimde siyasi. geçmişe, çok geçmişe değil, çok yakın geçmişe şöyle omzunun üstünden vahşice, yara dolu, dolu dolu gözlerle ve en önemlisi özlemle bakıyor; cenazesi kalkmak üzere, dualar geleceğe.

    "ama oraları tehlikeli değil mi? daha geçen gün haberlerde bir çatışmadan bahsediyordu."
  • ayhan geçginin üçüncü romanıymış.. ilk önce kendisinden sen diye sözetmesini yadırgadım, sanki ben diyemiyiyormuş gibi hissettim, sonra alıştım, hatta kendisini dışardan izleyen birisi gibi anlatmıştı ve bunun yarattığı etki kendisine yabancılaşmasını açığa çıkarmak içinmiş gibiydi.. bir yerden sonra kendisine ben mi demeliydi acaba yaşadığı yüzleşmeden sonra, düşünmeden edemedim.
  • her şeyin sonu olan bu yerde ne yapıyorum?

    adı ve kapağı gibi melankolik hatta iç bunaltıcı bir kitap. birinci bölümünde yarım bırakıp birkaç ay sonra geri döndüm ve diyebilirim ki ikinci bölümü ne kadar ağır olsa da ilk bölümünden daha akıcıydı. ali ihsan kadar bunaldım, küçümsedim, kapandım ama ne yazık ki sondaki kadar farkında olamadım bir şeylerin. sanırım ayırdına varmak için o son adımı atmak gerekiyor.

    kitabın bazı çevrelerce destek gördüğü aşikar, yazarın dili ve hikaye ortalama üstü. okumak için hazır olmayı gerektiren ve belki de okurun bazı gerçeklere sağır olmamasını isteyen iki yüz elli dokuz sayfalık türk romanı.
  • okuduğumda beni beynimden vurulmuşa döndüren roman. beş senedir yerde kanlar içinde yatmaktayım.
  • ayhan geçgin'in metis yayınlarından çıkan son kitabı. benim için 2011'in en iyi kitabı.. 2011'in en iyi 100 romanı listesinde 4. sırada olup da bu kadar az okunmuş olmasına hayıflandığım roman. çok az insanın haberdar olması ve hakkında bu kadar az entry girilmesine de şaşırmadım ama üzüldüm. zira çok başarlı bir roman. kitap her kelimesiyle, her paragrafıyla, her karakteriyle o kadar etkileyiciydi ki, keşke herkes okusa dediğim... metisin tanıtım işinin üstüne biraz daha düşmesi gerekiyor sanırım.
  • ömer özgüner'in vatankitap'ta hakkında şöyle bir yazı kaleme aldığı ayhan geçgin romanı..

    --- alinti ---

    "son adım"ı mutlaka okuyorsun
    ayhan geçgin’in yeni kitabı “son adım”a a. ömer türkeş’in bir eleştiri yazısında rastladım. öylesine elime aldığım kitabı bitirdiğimde, adını ve yazarının adını daha önce neden duymadım diye kendime kızmaya başladım... bir eleştiri yazısı okuyorsun. a. ömer türkeş, bir kitabı anlatırken, yazarından, çağdaş türk edebiyatının en parlak isimlerinden biri diye bahsediyor. sen daha ömer türkeş’in a’sının açılımını çözememişken, böyle bir “parlak” ismi neden daha önce okumadığını düşünerek hayıflanmaya, sonra adını bile duymadığın için kendine daha fazla kızmaya başlıyorsun. yazarının adının ayhan geçgin, kitabın adının “son adım” olduğunu öğrendiğin eseri öylesine okumaya başlıyorsun. senin de gençliğinin komşu semtlerinden küçükçekmece’de büyüyen, senin gibi eskişehir’de okuyup okulu yarıda bırakan, annesini babasını kaybedip zaten pek konuşmadıkları ağabeyinin rusya’ya gitmesiyle evi doksanlık babaannesiyle paylaşan, asıl adı ali ihsan olan ama ailesinin seslenişiyle giderek alisan’a dönüşen o tuhaf gencin dünyasına kendini kaptırıyorsun. alisan işini kaybediyor. üzülüyorsun. ama o üzülmüyor. babaannesinin her şeye dırdır etmesi senin bile canını sıkarken, alisan sakinliğini kaybetmiyor. sakinlik mi bu umursamazlık mı neyse artık. alisan yaşadığı hayatı o kadar öylesine o kadar mecburiyetten yaşıyor ki... sen buna siniklik demeye bile korkuyorsun. çünkü alisan’ın aklından insanı korkutan şöyle şeyler geçiyor, “bir şey yakalayabilsen, yakalayıp izleyebilsen bu şeyin seni bir açıklığa, açık bir yere, belki soluk almanın ne demek olduğunu anlayacağın yüksekte bir genişliğe götürecek bir ipi taşıdığını hissediyorsun. belli belirsiz uzayan ışıltılı bir ışık huzmesi: yaşamın ipi, canlılığın ipi... ama parmak uçlarımdan hep kaçıp duran bir ip bu, kaçıp boğazıma dolanan ip bu. öfken bir türlü dinmiyor bir voice over’ın anlattığı hikayeye nerede alisan’ın birinci tekil şahsı karışıyor, anlayamıyorsun. yazının lezzeti yüzünden bunu dert de etmiyorsun. babaanne ölürken ölümün bütün acı yanına rağmen ne kadar zor olduğunu anlıyorsun. bazen sen de alisan gibi ölsün artık diyorsun. ölmek ne uzun bir süreçmiş diyorsun. ama ölüm sürecinin o eve getirdiği sevgiliye nedense o kadar şaşırmıyorsun. kader diyorsun. zaten kadının da adı kader! alisan sonunda birini sevecek hayatta ıskaladığı her şeye sahip olacak, dışına atılmış bile olsa bir dünyanın varlığına kader’le inanacak sanıyorsun. ama hayır! ayhan geçgin sana bu masum beklentiyi bile çok görüyor; bir türlü alışamadığı, “bu dil seni rahatsız ediyor, kulaklarını tırmalıyor” dediği ana diline inat, alisan’ı bir de memleketine yolluyor. bindağ’a. tunceli ile bingöl arasındaki bindağ’a. babaannenin vasiyeti uğruna. ve roman bir kez daha başlıyor. alisan aynı boşluk hissinde, aynı çıldırtan umursamazlığıyla yine aynı alisan. hayatın ağırlaştığı bu yerde olaylar o kadar hızlı ve şaşırtıcı ilerliyor ki, anlamakta güçlük çekiyorsun. alisan bunların başına geleceğini hep bilirmiş gibi oysa. belki de bu yüzden o bir çaba göstermese de sen onun yerine öfke doluyorsun. onun işkencecilerine yarı baygın halde söylediği insan bir hiç değildir sözünü tekrar edip duruyorsun. öfken dinmiyor. kitapta kusur arıyorsun. başlarda sabah ezanını saat sekizde duymasına takıyorsun, yazın o saatte ezan olmaz diyorsun. bir de kedi maması üreten bir yerde çalışan birinin kedi mamasının kokusundan hiç bahsetmemesini eksiklik görüyorsun. ama çok iyi biliyorsun ki bunlar kusur filan değil. iki yüz elli dokuz sayfalık kitabı bitirdiğinde alisan’ın yaşadıklarından umutsuz, insanın insanlık hallerinden yorgun, bu ülkenin sağırlığından öfkeli ve böyle bir kitabı bu kadar geç okuduğun için kendine kızgın olduğundan arıyordun o kusurları. bulamadın işte. geriye tek bir tesellin kaldı; ayhan geçgin’in “kenarda” ve “gençlik düşü”nü bir an önce okumak. çok derinlikli bir dünyayı çok yalın bir dille anlatan ayhan geçgin’i sana öğreten a. ömer türkeş’e de içten içe minnet duyuyorsun. yine de a’yı merak etmekten kendini alamıyorsun....

    --- alinti ---

    http://w10.gazetevatan.com/…t=1&hid=16841&yaz=genel
  • bundan 20 yıl sonra, bugün yusuf atılgan'ın anayurt oteli'ne, oğuz atay'ın tutunamayanlar'ına, yaşar kemal'in ince memed'ine nasıl bakıyorsak bu romana da öyle bakacağız.
  • her ayhan geçgin romanı gibi bol miktarda kurulamamış ve doğru kurulsa bile yanlış yerde kurulmuş cümle içeren; ancak bu kusurlarına rağmen gündelik hayata dâhil olmanın da olmamanın da ızdıraplarını açıkça gösteren, zeki demirkubuz'ca sinemaya uyarlanası, politik roman.
hesabın var mı? giriş yap