• 1956 kaydı saxophone colossus albümünde açılış parçası st. thomas'da melodiyi ritimden azıcık geç çalar. ama parça boyu hep aynı geçlikte çalar. insan şaşar nassıl böyle güzel çaldığına. tabii davulda max roach'un olmasının faydaları da göz ardı edilemez.
  • "iyi cazcı erken ölür" klişesine zıt birkaç büyük ustadan biri, yaşayan en büyük saksofoncu, tüm zamanların en yüce isimlerinden büyük efsane: newk.

    kariyerine onlu yaşların başında piyanoyla başlar. 1946'da altoyu bir kenara atıp tenora geçtiğinde adından söz ettirir, çevre barlarda konuşulan ve yeteneği büyük ustalarla çoktandır kıyaslanan o meşhur "altın çocuk" olarak adlandırılır. on sekizinde j. j. johnson ve bud powell gibi iki büyük swing/bebop ustasının ardındaki isim olur. ellilerin başında miles davis tarafından keşfedilene dek sideman olarak belli bir seviyenin altında görmüştür kendini hep, pbs'in jazz adlı belgeselinde belirttiği gibi.

    ancak 1954 geldiğinde çok da köklü olmayan caz tarihi yeniden şekillenecek, rollins'in efsanevi besteleriyle yeniden yapılanma evresine girecek, miles davis'in cool jazz'inin yükselişe geçtiği o sıkışık barların başarılı saksofoncusu olarak yükselecektir. bags' groove'da duyarız ilk kez sonny rollins'i. (elbette çok daha öncesinde de vardır sonny, ancak ilk kez'den kastım bilindik olarak; büyük bir plak şirketinin desteğini alarak.) oleo, airegin ve doxy'nin bestecisi henüz yirmi üçündeki bu genç adam caz kadar cazdışı kimliğiyle de -negatif olsa da- ön plana çıkar. evinde uyuşturucu bulundurmaktan tutuklanmak, silahlı soygun girişimi, bar çıkışı darp vs. suçlarından koğuş yüzü görür birkaç kez, ancak miles davis'in maddi desteği ve çevre tarafından düzgün olarak tasvir edilen kişiliği onun için çıkar yoldur. yine de uyuşturucudan birkaç sene daha kurtulamaz. yine de zaman ilerler, takvim yaprakları 22 haziran 1956'yı gösterir. saxophone colossus piyasaya sürüldüğü gibi rollins efsanesinin yükselişi dur durak bilmeden zirveye çıkmış, gününün en iyi saksofoncusu olmuştur. st. thomas'ın yaratıcısı olduğu kadar you don't know what love is'in en iyi yorumcusu, moritat'in bestecisidir artık newk. unutmadan, (bkz: a night at the village vanguard) var bir de tabi. burada belirtmek lazım, kanımca rollins kadar olgun cazcı pek azdır, bu örneği iki yerde vermektense burada söylemek istedim. 1959-62 arası uyuşturucu problemini yenmek adına inzivaya çekilmiş ve beklemiştir. yine benzer bir nedenle, hindistan'a gidip iç huzurunu bulmaya yönelik arayışları doğrultusunda altmışların sonunla birkaç yıl müziği bıraktığı da gerçektir. aslında üzücü biraz bu. tamam, 1969 için büyük bir kayıp diyemeyiz ancak 1958'de gününün tartışılmaz en iyi saksofoncusu olarak gösterilen rollins uyuşturucuyu bırakıp tekrar caz sahnelerine çıkmak için kendine bir taht sunulmasını beklediğinde john coltrane'i orada görüp yıkılmıştır. yine pbs'in jazz adlı belgeselinde bahsi geçtiği üzere, rollins uyuşturucunun kendisine verdiği en büyük zararın dönemin en iyisi olduğu halde bunu gösteremediği, en büyük rakibinin karşısında tutunamama nedeni olduğunu söyler ve gençlerin uyuşturucudan mümkün mertebe uzak durmasını istediğini hatırlatır.

    dönüşü çok leziz olmuştur aslında 1962'de, cazda gitarı sevmeyen bu cazsever için bile keyif vericidir the bridge. pek tabii, jim hall'un piyanodan ayırt edilemeyecek kadar yumuşak gitar tonuna da saygı göstermek gerekiyor. her neyse, rollins kariyerinin ikinci baharında miles davis ekolünden biraz uzaklaşır ve dönemin korkulan akımlarından free jazz'e sarmaya başlar, kendi deyimiyle 1963 ve sonrasında müziği tıpkı afro-amerikanlar gibi özgürleşmiş, daha kendine özgü hale gelmiştir. hatta coltrane'le yakınlaşırlar, cecil taylor'ı mest edecek düetlerle newport ve village vanguard'ı inletirler. pek tabi, trane 1967'de karaciğer kanseri nedeniyle sonsuz düşler ülkesini seyahat etmek için gittiğinde, ornette coleman'la pek uyuşamayan rollins tek başına kalır. freddie hubbard ve -eski dostu- elvin jones'la buluşur, buluşmuşken deneyelim diyerek east broadway run down'ı piyasaya sürerler. sonny'nin en başarılı albümlerinden biri olmakla birlikte, kanımca olé coltrane gibi gizli bir zirvedir, bahçedir bu üç parçalık efsanevi albüm.

    altmışların ardından jack dejohnette ve tayfasıyla fusion/funk olayını dener bir süre daha sonny rollins. bir süre sonra tekrar eski günlerine döner, iki yıl önce çıkardığı sonny please'den fark ettiğimiz gibi, altmış yıldır aynı tona sahip büyük usta. düşünsenize, altmış yıldır tenor saksofon çalıyorsunuz ve altmış yıldır aynı karakterdesiniz. dört yüz metreden duyulduğunda "the sound of sonny" tepkisine neden olmuş o kutsal ton.

    büyülü bir adam sonny rollins, ölümsüz cazcılardan.
  • (eril dil için af diliyorum, daha estetik bir dil kullanma becerim yok.)

    siki taşağına denk çalan, üstün insan.

    on birinci barın bitimine yarım bar kala soloyu davulcuya** verirken, bir buçuk bar kaldı kalacakken soloyu devralmasını bilen, yüce insan.

    1957'de, piyano eşliği olmaksızın (ornette coleman henüz pianoless trio / quartet ile çalmamışken üstelik!) village vanguard'da tenor saksofonla (gitar, piyano, vibrafon değil. tenor saksofonla!) trio çalan enfes insan.

    her zaman melodik çalmış, dışarıda çalma kavramını 'ritmik olarak' gerçellemeyi yeğlemiş vakur insan.

    tenor saksofonu tenor saksofon gibi çalan; coltrane* gibi herhangi bir ruhani yapının kanaat önderi olmak ya da lester young gibi armoninin mellow moodunu oluşturmak gibi bir yapıdan bağımsız, "tenor saksofon" çalan insan.

    çoğunlukla hafif hafif geç gelen, geriden gelen, yürürken adımlarını ve "adımlarının adımlarını" çok güzel belli eden, mastürbasyon yapmak yerine sololarını sükûnetle çalan muazzam insan.

    otuz yaşına yaklaşıyorum, dinledikçe; sololarını transkript ettikçe yaşamın anlamsızlığını ve cazın mutlak ve biricik anlamını kavramaya başlıyorum. inanılmaz bir "şey" sonny rollins. öyle böyle değil.
  • yorucu bir koroner yoğun bakım nöbetini "keyifli" -evet, keyifli- kılabilen büyük üstat, caz tarihinin her yöne çekilebilen ve her türde eserler verebilen tanrısı.

    ekg değerlendirirken st. thomas ile st elevasyonlarını belirgin kıldı, you don't know what love is ile unstable angina tanısı koydurdu. bir başka zamanda, bir başka hastaya t-pa başladığımda oleo'yu çalıyor, softly, as in a morning sunrise ile sabahın ilk ışıklarını yüzüme vuruyordu.

    hakkında yazılacak çok şey var daha, ancak bu kendisine sunmak istediğim küçücük bir teşekkür olsun. iyi ki varsın newk!
  • gerçek ismi theodore walter rollins , nickname'i ise newk olan amerikalı ünlü caz müzisyeni.john coltrane'in caz dünyasındaki yükselişinden önce eleştirmenler tarafından döneminin en iyi tenor saksafoncusu olarak gösterilmekte ve new york sokaklarında yaşayan bir efsane olarak dolaşmaktaydı.1959 yılında aktif müzik yaşamına ara verip 1961 yılında geri döndüğünde ise tahtında john coltrane oturmaktaydı artık.müziğe ara vermeden önce sololarında kullandığı hızlı fakat bir o kadar da melodik cümleler , yerini altmışlı yılların free etkileşimlerine bırakmış ve çalıştığı müzisyenleri de free jazz'ın parlayan yıldızlarından seçmişti.kendine has tenor tonunu yakalamak için ise özel olarak modifiye ettirdiği 130/2'lik bir berg larsen ağızlık kullanmaktaydı.
  • hayatinda düşünmek için ara alan kaç deli var ki? işte bu adam böyle bir deli. bu arada i live in prague pek bir leziz parçası. ameliyat olan kedimin dkişlerine yolluyorum. içiniz gitti değil mi? ama kedim kimseyle ilgili kötü bir şey söylemez onun için dikiş iplikleri bile kıymetli.
  • strolling denen olayı jazz literatürüne katmış adam. "ben piyano kullanmiycam lan kayıtlarda" demiştir ve ilk albümünü saksofon-bas-davul üçlüsüyle kaydetmiştir. o dönem için epey enteresan bir girişimdir bu (hatta bugün bile öyle), bu durum bas yürüşlerini de etkilemek zorunda kalmıştır. (ki sözkonusu albümde ray brown gibi bir ilah çaldığı için adamlar prova bile yapmadan işi kotarmıştır orası ayrı) ayrıca bu yaklaşım yüzünden rollins bas veya davul solo atarken üflemesini bir ritm enstrümanı gibi kullanmıştır ki bu da o tarihe kadar pek alışıldık bir şey değildir.

    müzisyenlere bir türlü anlatamadığım bir kavram var: horror vacui. görsel sanatlarda "boşluk korkusu"na verilen ad. müzikte de oldukça yaygın, elinden geldiğince kalabalık çalma, eldeki bütün enstrümanları değerlendirme korkusu mevcut. bir grupta davulcu olduğu için o grubun her parçasının davullu olması gerektiği yanılgısı gibi. bunlar müziği müzik için değil, araçları değerlendirmek için yapmak gibi gösteriyor. sonny gibi adamlar bunu öğrenmiş ve öğretebilmişler, tabii kimisine...
  • kariyeri boyunca belli sürelerde ara vermiş büyük müzisyen. efsanevi the bridge albümünü yaptığında, vereceği ilk konserde john coltrane baba o sıralar avrupa turuna çıkacağı için eşinin eline kayıt cihazını tutuşturup bu performansı kaydetmesi için onu ikna etmiştir. sonny rollins bu kadar büyük bir müzisyendir. john coltrane o sıralar müzisyenliğinin doruk noktalarındaydı. john coltrane babayı charlie parker'dan (bkz: #16383503) sonra en çok etkilemiş caz müzisyeni olarak bilirim kendisini.
  • kendi gelistirdigi burundan nefes alma teknigiyle hayvani uzunlukta notalar calabilen kisi.
  • 1995 yılında , parliament jazz festivali kapsamında, harbiye açıkhava tiyatrosu'nda konser vermiş efsanevi müzisyen.
hesabın var mı? giriş yap