• bazı filmler alıp sizi başka diyarlara götürmek yerine hayatın gerçekliğine doğru daha da derine çeker. ken loach'un son işi "sorry, we missed you" tam da böyle bir film. yönetmenin radarına bu sefer çalışma koşulları, artan mesai saatlerinin getiri yetersizliği takılmış. bu adaletsizliği de bir ailenin gündelik yaşam mücadelesi üzerinden anlatmış.

    puanım:8/10
  • eheh. içime gün ışığı doğdu, karanlıktan bir adam çıkmış, ıslık çala çala geliyor.

    izleyince editleyeceğim, çok heyecanlıyım.
  • güzel bir film, acıklı bir durumu iyi yansıtmış ama abartıldığı kadar da mükemmel değil bence. fragmanda geçen filmle ilgili yorumlardan sonra ne izliyicez diye düşünmüştüm. düşük gelirli, iki çocuklu bir ailenin dramı olarak özetleyebilirim. bir sürü mesaj var, hepsi de modern insanın her gün yaşadığı şeylerden.
  • ağır çalışma şartlarının bir aileyi nasıl etkilediği üzerine, izlemesi zor bir film. zorluğunun sebebi sinir bozucu olan gerçekçiliği. bir yanda günde 14 saat çalışmak zorunda kalan anne babanın aileyi bir arada tutma çabası, diğer yanda ailelerinin ilgilenmediği, bakıma muhtaç insanların hayatlarından kesitler. üzücü bir modern kölelik hikayesi.
  • ken loach beyin 83 yaş yapıtı. filmekimi’nde izleme fırsatı bulmuştum, ken loach olunca tabii, salon fulldü.
    bazı gerçekleri tokat gibi yüze vuran, hüzünlü bir film. izlerken tanıdık duygular bulmak pek mümkün.
  • hikayesi newcastle'da geçen bir ingiliz filmi olmasına rağmen adeta türkiye portresi izlettiren film.
  • ustanın son başyapıtı.

    günümüzün kesinlikle en büyük sorununa odaklanmış ken loach. güvencesiz ve esnek çalışma. hiçbir hakkınız yok, tamamen kendi kaderinizle başbaşasınız ve aslında sizin avantajınızaymış gibi gözüken her şey yeni işletmelerin üstlenmek istemediği risklerden ibaret. bu durum tabiri caizse çok sayıda ocağı sönme noktasına getiriyor.

    filmde ailenin babası önce işini kaybediyor sonra ev almak için tek umutları olan ev kredileri haliyle iptal ediliyor ve kiraya çıkmak zorunda kalıyorlar. baba neredeyse tek para kaynakları olan küçük otomobillerini satıp (ki bu bence orta sınıfın kaybolan standartlarını çok iyi anlatan bir örnek, 20 sene öncesine kadar çok sıradan bir orta sınıf eşyası olan araba artık orta ve orta-alt sınıf için çoktandır gözden çıkardığı bir lüks durumunda) onun yerine aldığı minibüsle kuryeciliğe başlıyor ama saatlik ücreti dışında hiçbir hakkı yok. üstelik üzerinde müthiş bir performans baskısı var günün belli bir saatine kadar elindeki tüm paketleri dağıtmak zorunda, izin hakkı yok, hasta bile olsa, ailesiyle ilgilenmesi gerekse bile işe gitmek zorunda yoksa para kazanamıyor... anne sosyal hizmetlerde çalışıyor ama sabah 7 akşam 7 gibi bir temposu var ve ondan da hiçbir maddi karşılık veya kazanım olmaksızın daha fazla çalışması beklenmekte. çocuklarından biri ergenlik döneminde ve okuldan uzaklaştırma alıyor, küçüğü ise büyüme çağında ve ebeveynlerinin ilgisine en çok ihtiyaç duyduğu yaşlarda. fakat aile geçim derdine düşmüş, herkes sabah evden çıkıyor akşama kadar binbir zorlukla deyim yerindeyse ekmek parası peşinde koşturuyor.

    sorry we missed you, neo-liberalizmin, uygulandığı ülkelerdeki kitlelere -özellikle işçilere- ne yaptığı sorusunun manifesto niteliğinde bir cevabı adeta. neo-liberalizm yığınları altüst etti, onların hayallerini çaldı, kurumları, hakları, sözleşmeleri lağvedip insanları orman kanunlarıyla yaşamaya mecbur etti, psikolojilerini bozdu, emeklilik planlarını, çocuklarının geleceklerini, bir tanecik arabalarını ellerinden aldı. sonuçta dünyanın en büyük ülkelerinden biri olan ingiltere'de dahi sağlıktan, eğitimden, güvenlikten, barınmadan nasibini almamış, bu gidişle hiçbir zaman da alamayacak olan garibanlar ordusu yarattı.

    buna karşın birbirine tutunmaya çalışan bir aile görüyoruz loach'un filminde. bu kimilerine duygu sömürüsü gibi gelebilir ama aksine benim çok hoşuma gitti. çünkü zaten yanlızlaştırılan, her türlü haktan yoksun bireylerin sorunları aşabilmesinin belki de tek yolu dayanışmadan geçiyor.

    neo-liberal ekonomik düzene ayna tutmuş, gerçekçi ama kesinlikle karamsar bir film değil sorry we missed you. loach yaşadığı topluma bir aydın olarak sahip olduğu borcu ödemiş -yıllardır yaptığı filmlerle ödüyor da- ve artık çağımızın vebası haline gelen bu yeni ekonomik ucube düzenin mağdurlarının hayatlarını kameraya almış. saygı duyulası, yürekli bir iş.

    bir nafile not da ülkemiz sinemacılarına, görebildiğim kadarıyla son günlerde 3 tarz film üretiliyor: başta cep herkülü, türk işi dondurma, çiçero tarzı anlatılan hikayenin sadece paravan görevi gördüğü, tek amacı mevcut konjonktürün ekmeğini yemek olan, baştan sona sadece milliyetçiliğin pompalandığı, ne idüğü belirsiz prodüksiyonlar. ardından recep ivedik ve diğerleri diye tarif edebileceğimiz, yine umutsuz, neşesiz, halsiz kitlelere enjekte edilen gişe filmleri ve olmazsa olmazımız taşra veya şehir sıkıntısı yaşayan küçük burjuvanın bunalımı temalı festival filmlerimiz. koca bir ülke krizden beşik gibi sallanıyor, toplum çürümenin eşiğine gelmiş ama ülke sinemasında panayır havası hakim. işçilerin, kaderine terk edilmiş dar gelirlilerin, işsizlerin, umutsuzların, borç batağındakilerin, geleceğe dair hiçbir beklentisi kalmamış gençlerin hiçbiri ama hiçbiri kendisine ülkemiz sinemasında yer bulamıyor.
  • (bkz: ken loach) yine yapacağını yapmış. film bizi öyle bir rahatsız ediyor ki; bu rahatsızlık aşırı gerçekçilikten kaynaklanıyor. oyunculuklar vasat ve taşra düzeyindeki ingilizce aksanı rahatsız edici onun haricinde anlatmak istediğini net bir şekilde anlatan güzel bir film sorry we missed you. seneyi devirirken izlemeden geçmeyin derim.

    --- spoiler ---

    ingiltere’de yaşayan orta sınıf ve altı bir ailenin kapitalizm batağında 14 saat çalışarak - kimi zaman sigortasız - yaşadığı sıkıntıları anlatıyor. insanlar yaşlanınca yakın akrabaları onları bırakıp gidiyor diyor bir yerde de. filmdeki ergen bireyin yaşadığı çoğu sorunu benim birçok öğrencim yaşıyor. bazı insanlara kendi hayatları kolay olunca; hayat toz pembe geliyor. öyle değil. çalışmaktan çocuklarıyla zaman geçiremeyen bu ailede ebeveynlerinin dikkatini çekmek için isyan eden bir ergeni görüyoruz. kız çocuklarının zamanla altına kaçırması aile içindeki gerginlik ve huzursuzluk kaynaklı maalesef. o kibar ve nahif annenin hastanede eşinin patronuna küfürleri sıralaması da ayrı bir üzüyor insanı.

    --- spoiler ---

    ken loach sineması yine hayatın gerçek bir yönünü yakalayıp bizi koltukta rahatsız ediyor. yükselen kapitalizm, çalışma koşullarını iyileştirmek yerine daha da berbat hale getirdi. bence film türkiye gerçeğiydi. üzülerek çıktık salondan ve bu üzüntü gerçeklikten dolayıydı. isyan etmek istiyor insan. ancak bu çarkın içinde debelenip duruyoruz. bu çark ne zaman değişir? bilemiyoruz.

    anlatması gerekeni taşra ingilizce aksanı iyi olmasa da iliklerimize kadar verdi. ben filmi izlerken (bkz: adam peaty)‘nin de orta sınıf bir aileden gelen yüzücü olduğunu hatırladım. annesi çok emek vermiş onu antrenmanlara götürebilmek için. o grubun çocukları; ya üniversite okuyarak ya da özel bir yetenekle hayatını kurtarabiliyor. ve bunu çok az bir kesim başarıyor. geri kalan çocuklar kayboluyor.

    son olarak; film çok etkileyiciydi. usta yaşlansa da toplumun gerçeklerinden kopan bir emeklilik yaşamıyor. ve çocuk oyuncuları çok güzel yönetmiş. aile annesi ya da babası olmak kapitalist sistemlerde bir yük. paranız yoksa çocuk yetiştirmeyin çünkü kaybolan nicesi var dedi film. kapitalist bu düzende sizi seven ailenizden başkası yalan da diyor.
  • kapitalizmin vahşiliğini ve insan doğasına ne kadar ters bi sistem olduğunu, bu makine içinde çırpınan insanların çaresizliğini duygu sömürüsü yapmadan ama tüm gerçekliğiyle içinizi acıtarak anlatabilen bildiğim en iyi yönetmen ken loach'un son filmi, yazan paul laverty'nin hakkını da teslim etmeli tabii...
  • kurye/kargocu iseniz izlemeyin.psikolojiniz falan bozulabilir .
hesabın var mı? giriş yap