sorstalansag
-
batı sanatında, özellikle de edebiyat ve sinemada nazi almanyası'nın yahudilere yönelik giriştiği soykırım genellikle tekboyutlu işlenegelmiştir. bu yapıtların çoğunda ss'ler, gestapo üyeleri ve diğerleri sadistik, hayvansı, dolayısıyla salt birer kasaptan ibarettir. bu tekboyutlu alandan çıkabilen eser sayısı azdır. aslında buna soykırım edebiyatı denilerek aşağılanmıştır. ben de buna kısmen katılıyorum. örneğin schindler'in listesi oldukça tipik bir soykırım edebiyatıdır. edebi örneği ise hiç kuşkusuz elie wiesel'in yazdığı gece'dir. bu öbekteki filmler ve eserler kabul edelim ki kısırdır.
ama kadersizlik gibi romanlar bu dar çeperi kırmıştır. onlarda salt nazi kasaplığı değil, yahudi kimliği ve yabancılaşma gibi konular da işlenmiştir. ayrıca varoluşçu temalar da görülür. işte bu açıdan kadersizlik çok yetkin bir başyapıttır. hatta diyebilirim ki başta auschwitz-birkenau ile buchenwald olmak üzere imha ve çalışma kampları üstüne yazılmış romanların da en iyisidir.
yazarının nobel ödülünü almasında başat yere sahip bu romanda anlatıcı üstü kapalı bir anlatımla, imalar yoluyla, izlenimci bir bakış açısıyla hayatını resmeder. kimlik krizi ve varoluş meselesi ön plandadır. ironik bir söylemle sık sık tevrat'tan gelen referanslarla semaviliğe satır darbeleri indirir. tanrı ölmüştür. tanrı tıpkı isa'nın çarmıhtaki çilesine sessiz kaldığı gibi tam şimdi kitlesel imha operasyonlarına da sessiz kalmaktadır. öyleyse burada soyu katledilenler gerçekten yahudi midir? kızıllar, eşcinseller, çingeneler? sakatlar, deliler, çocuklar? bunlar kimdir?
başta dediğim gibi sadece kitlesel katliama değil, yahudi kimliğine, insan olmanın taşıdığı anlama, hatta yahudiler içinde yahudi olmanın paradoksuna eğilen muhteşem bir romandır bu. ve toplama kamplarında katledilen aslında tanrı, semavi dinler, insanlık ve hümanizmdir.
kitap ayrıca ilk yayımlandığında kuşkuyla karşılanmış ve sümenaltı edilmiştir. hatta yazar eserini birkaç yıl sonra ancak yayımlatabilmiştir. yani kitabı yahudiler bile kuşkuyla karşılamışlardır! büyüklüğü işte tam burada başlıyor. sıra dışı bir okuma deneyimi. ön yargılara saldırdığı ve evrensel soykırım planına çok başka bir perspektiften baktığı için önemli bir roman: kadersizlik. -
macaristan, almanya ve ingiltere gibi birçok ülkenin ortaklığıyla çekilen 2005 yapımı film.
yahudi soykırımı ve naziler konusunu işleyen yüzlerce filmden biri belki ama; filmde çocuğun aç kaldığı ve çorba diyerek sayıkladığı sahneler, sonrasında şehrine döndüğünde insanlara karşı şaşkınlık dolu bakışları ve hayata tekrar nereden başlamalı dercesine ürkek tavırları filmin ana teması "duygu sömürüsü"ne rağmen üzücü.
en iyi yabancı film dalında oscar adaylığı da bulunan film cnbc-e ekranında da gösterilmişti. -
yahudi soykırımı edebiyatına alışık olanların çok yadırgayacağı bir imre kertesz romanı. yazar, zeitz, auschwitz ve buchenwald'da yaşadıklarını 'birey'i merkeze alarak anlatıyor romanda.
roman, çocukluğumdan beri aklıma takılan bir sorunu, "acının dindiği an" sorununu işliyor. insan, fiziksel olsun, psikolojik olsun bir acıyla yaşarken, o acıya neden olan olayı hatırlar. acıyı teninde veya ruhunda hissederken acı çekme yaşantısını sürer. ama acı bittikten sonra ne olur? daha da önemlisi acının bitme anı saptanabilir mi? bitmiş bir acıdan söz ederken, kant gibi söylersek noumenon alanına mı gireriz? yoksa hiç'ten (nihil) mi bahsetmeye kalkmış oluruz? insanın varoluşuna eklemlenen bir moment midir yoksa acı? kertesz, platon'un politeia'da "adil insan kimdir" sorusundan yola çıkarak içinde adaletin sağlandığı devlet tipini soruşturması gibi, bu sorunlara daha geniş bir ölçekte eğiliyor.
"nazi zulmü"nü yahudiliğin erdemlerinden, faşizmin kötülüklerinden, on yüz milyon insan sabun yapıldı söyleminden uzak durarak da anlatılabilecek; üstelik bunu almanları haklı, yahudileri çirkin göstermeden yapabilecek bir cesaret örneği bu roman. sanatı ne şekilde olursa olsun bir faydayla ilişkilendiren görüş, bu romanın yayımını engellemiş yıllarca. gerekli miktarda ajitasyon yapmadığı için. toplama kamplarında yaşananları hafifsediği iddia edilmiş yazarın. oysa imre kertesz, insanın insan olarak değerini, toplama kampı gibi insanlığın görebileceği en büyük eziyet altında bile nasıl koruduğunu anlatıyor romanda. şu basit görünen cümleler, insan özgürlüğünün felsefi temellerini gösteriyor: "insanın gözünde her şeyin zamanla, adım adım netleşmesinin ne demek olduğunu anlatmaya çalıştım. eğer insan bir basamağı geçebiliyorsa, bunu ardında bıraktığını biliyorsa hemen bir sonraki geliyordu. tümüyle karşılaştığınızda her şeyi kavramış oluyordunuz. ve insan her şeyi kavradığında eylemsiz kalmıyordu: yeni durumlarla başa çıkıyor, yaşıyor, eylemde bulunuyor, hareket ediyor, her yeni basamağın gereklerini yerine getiriyordu. zamanda birbirini izleyen bu aşamalar olmasa ve tüm bilgi anında üzerimize yığılsa, belki aklımız bunu kaldırmazdı, yüreğimiz de."
sorstalansag'a, kahramanı gaz odalarını gözüyle gördüğünü söylemediği için, toplama kamplarında insanların intihar etmek yerine yaşamaya gayret ettiğinin altını çizdiği için, kampları cehennem (dünyanın sonu) olarak değil, dünyadan bir parça olarak tasvir ettiği için değersiz muamelesi yapmak, söz gelimi bir boğa tablosunun karşısına geçip "bundan kaç kilo et çıkar" demeye benzer. toplumsal olanın insani olandan bağımsız olduğunu zannederek edebiyat metinlerine yaklaşanlar (macar komünist partisi aşta olmak üzere) tarihin karanlığına gömülürken, eser sapasağlam ayaktadır. -
ingilizcesi fatelessness olan ve yazarı imre kertesz'e nobel edebiyat ödülü kazandıran yarı-otobiyografik roman. ancak ülkesi macaristan'da şimdilerde zorunlu müfredattan çıkarılmış ve önerilen okumalara konulacağı belirtilmiş.
https://www.tabletmag.com/…ust-hungary-viktor-orban -
kadersizlik, nobel ödüllü macar yazar imre kertesz’in 14 yaşındayken götürüldüğü toplama kampında yaşadıklarının öyküsü. kitaptan uyarlama bir de filmi var. yüzlerce toplama kampı hikayesinden farklı bakış açısıyla ayrılıyor. savaşa, toplama kamplarına, ne olduğunu anlamaya çalışan bir çocuğun gözlerinden bakıyor. tarihsel bildirilerin yerine çocuksu söylemleriyle.
--- spoiler ---
gyuri körves babası ve üvey annesi ile birlikte yaşamaktadır. tüm avrupa nazilerin işgalindedir. polonya’daki toplama kamplarında yaşananlar, macar halkının kulağına gelse de tüm bunlara söylenti gözüyle bakılmaktadır. derken macaristan’da da durum değişir, yahudilerin sarı davut yıldızıolmadan dışarı çıkmaları yasaklanmıştır, şehirden şehre gidebilmeleri için izin gerekmektedir. gyuri’nin babası çalışma kampına çağrılır. ardından yahudilerin okula gidişleri de yasaklanır. gyuri ve arkadaşları bir fabrikada çalışmaya başlar. gyuri, otobüsle işe gittiği bir sabah diğer yahudilerle birlikte otobüsten indirilerek tutuklanır. ama ne tutuklanan gençler ne de polis durumun farkında değildir. gülerek oyun oynayarak geçirdikleri tutukluluğun ardından trenlere bindirilirler. macera oyun gibi başlamıştır. sınıra geldiklerinde ise çocuklarla oyunlar oynayan polisin yerini “değerli eşyalarınızı burada bırakın nasıl olsa ihtiyacınız olmayacak. onları, almanlara vereceğinize bari bir macar faydalansın pis yahudiler!” diyen bir polis almıştır. ilk durak auschwitz’dir. gyuri yaşamı kamplarda öğrenmek zorundadır.
--- spoiler ---
senaryo, kitabın yazarı imre kertesz’in elinden çıkmış. filmin yönetmeni ise , dünya sinemasının yaşayan en önemli görüntü yönetmenlerinden lajos koltai. yani istvan szabo’nun görüntülerini yazan adam. koltai dramatik ışıkları ve başarılı mekan ve renk kullanımıyla dikkat çekiyor. filmin başlarındaki canlı renkler film ilerledikçe soluyor. toplama kamplarındaki sahnelerde ise değişen ruh haliyle neredeyse sadece siyah beyaza iniyor renkler. koltai, gyuri’nin toplama kampından çıkması ile birlikte rengin geri geldiğini ancak asla filmin açılışındaki canlılığını yakalayamadığını belirtiyor ve ekliyor: “evet ışık geri geliyor ancak toplama kamplarından kurtulanlar için artık hiçbir şeyin eskisi gibi olması beklenemez”
yaşadıklarına uzaktan bakan, anlamaya çalışan, çocukça yanılgıların kara mizaha dönüştüğü diliyle, kitap, soykırım kurbanlarıyla alay ediliyor gerekçesiyle birçok yayınevince geri çevrilmiş. ama öyküyü ilginç kılan taraf, kara mizahın oluşmasını sağlayan, farkında olmamak duygusu. bütün bir ülkenin farkında olmadığı, ya da gözleriyle görmediği için yok saydığı soykırım. filmde de aynı dil tutturulmuş. zeitz kampı’nda kendi de esir olmasına rağmen etrafına zulmeden bir çingene, yiyecekleri satışa çıkaran bir diğeri, ona direnmeyi öğreten bandi citrom, buchenwald’daki kırmızı üçgenli (komünistlerin takmak zorunda olduğu işaret) iyiliksever hasta bakıcı, gyuri'nin yaşamından geçenlerden bir kaçı.
ilginçtir ki,yahudilerden ya da diğer cezalı ırklardan çavuşluk yapanlar dışında kimseyi, zulmederken görmüyoruz. ss subayları ortalıkta pek yok. zulmetmek için onlara da sıra gelmiyor zaten. sadece dehşet ve acı da yok. kamplarda da yaşamın bir rutini var. yemek dağıtılmadan önce avluda geçirilen konuşmaya düşünmeye ayrılmış koca bir saat… ya da havuçlu çorbanın yendiği an…
"durumu abartmayalım, (…) şu anda yaşıyorum ve yaşayabilmek adına her türlü görüşü de kabul ettiğimi pekala biliyorum(…)çünkü orada oradaki bacalarda bile dumanların kesildiği anlarda mutluluğa benzer bir şeyler vardı. (…)herkesin öğrenmek istediği sadece kötü olan, sadece dehşet. eğer bir daha sorarlarsa onlara toplama kampındaki mutluluğu anlatmalıyım eğer sorarlarsa. eğer unutmuş olmazsam." kitaptan -
macarca: kadersizlik.
-
macar sinemasının güzel örneklerinden biri. renkli başlayıp yavaş yavaş solan, siyah-beyaza dönen bir film. budapeştede başlayıp tekrar budapeştede biten bir konu. yakın tarihte ki avrupanın karanlık yüzü net bir şekilde anlatılmış. filmdeki gyuri körves karakterinin yaşam isteği farklı yorumlara açık. umutuszluk ve anlamsızlık arasında geçen bir hikaye. zor hayatları ve zor geri dönüşleri anlatıyor.
-
akrep burcu yazarlarından imre kertészin otobiyografik ögeler taşıyan 1975 tarihli ilk romanıdır. 2 yıl askeri yükümlülüğünün ardından nietzsche, hofmannsthal, schnitzler, freud, roth, wittgenstein ve canetti gibi isimleri tercüme edip kendinde erittiktensonra auschwitz ve buchenwald'daki izlenimlerini aktardı.
-
bir lajos koltai filmi.. budapeşte'nin elyapımı bir cimbalomunun sesi ennio morricone ve lisa gerrard'dan...
-
imre kertesz´in bu kitabi 1944 yilinda budapeste´de baslar. kahramanimiz 14 yasindaki "ben"dir. yahudi genc ise gittigi otobuste bulunan diger butun yahudilerle birlikte otobusten cikartilir. ne oldugunu pek anlayamayan, merak da etmeyen genc, digerleri ile birlikte bilmedigi bir yolculuga cikar. yolu auschwitz, buchenwald ve seitz´den gecer ve mucize olarak buradan geri dönmeyi basarir.
tam olarak otobiyografi olmasa da imre kertesz´in kendinden birseyler kattigi kesin.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap