• öldürmeyip süründüren hastalık. bende de 7 yıldır bulunmakta kendileri. başlangıç zamanı üniversite sınavına gireceğim seneye denk geliyor, tabii ortaya çıkışı; buna sebep olan şey ise geçmişteki 18 yıla dayanıyor.

    okula başladığım zaman yaşıtlarıma göre bayağı uzun, gözlüklü bir çocuktum. sınıfımdaki diğerleri ortalama türk çocukları olduğu için siyah ördek muamelesi görmeye başladım okul başladığı gibi. sürekli kavga ediyordum, beni durduran da olamıyordu. 3 senem böyle geçti; ta ki müdür tarafından okuldan atılmakla tehdit edilene kadar. o günden sonra neredeyse hiç kavga etmedim, çünkü gördüğüm psikolojik şiddeti yetişkinlere o yaşımda açıklayamazdım muhtemelen. ben alttan alıyordum ancak şiddet görmeye devam ettim, silik bir çocuk olmuştum artık; beni göz önünde tutan tek şey derslerdeki başarımdı.

    efendim gel zaman git zaman minik şehrimdeki fen lisesine iyi bir puanla yerleştim. sınıfımda ise ilkokul hayatımın son yıllarında tanıştığım utanmaz insan azmanı çocuğun teki de vardı. liseye başlayacağım heyecanıyla kas yapmış; ben hala pasif yaşamaktayım. bu çocuk da hayatımdan bir 4 sene daha çaldı; olay izini hala taşıdığım patlayan kaşıma kadar devam etti. okul başarım da beni terk ediyordu, hayatımda intiharı düşünmeye yavaş yavaş başlamıştım.

    ilk 3 senem şöyle böyle geçti, sırada iki aşamalı üniversite sınavı vardı artık. ağustos ayında çalışmaya başladım, bari istediğim güzel bir yerde okuyayım da rahat edeyim diye. çabam sonuç da verdi, ilk sınavda yakaladığım başarıyı ikinci sınavda biraz tüketmiş olsam da iyi bir derece yakalamıştım; ancak bu sefer baskı içeriden geldi. sınava hazırlanmaya başlarken tek bir mottom vardı: ölsem de tıp yazmam. gel gör ki puanım gayet güzeldi, türkiye'deki durum sebebiyle de ailenin yazdırmak için çabaladığı tek bölüm de tıptı.

    benim üniversite için hedefim hukuk ya da iktisattı ancak hiç kimseden en ufak bir destek görmedim. son çare olarak güzel mühendislikleri önerdim, o da fayda etmedi. ailemin desteğini de kaybetmek istemediğim için salak gibi tıp yazdım; ancak bu tercihimle hiçbir zaman mutlu olamayacağımı biliyordum ve bunu söylememe rağmen beni seven kimse buna aldırmadı.

    tıptaki ilk 3 sene lisenin devamı gibiydi, geçme barajının hemen sınırında, finallerle bütlerle kalmadan geçebildim. dördüncü seneye başladığım zaman sınıfıma önceden 2-3 kez konuştuğum, konuşmaktan mutlu olduğum kadın gelmişti. ilk haftalarda tanışıp hızlı bir biçimde kaynaşmıştım onunla, akşamları birlikte geziyorduk, beni sık sık evine davet ediyordu, gecenin körüne kadar iki lafın belini kırıyorduk. hayatımın bir yere varma olasılığı olduğunu fark etmiştim, hayatım düzene girmeye başlamıştı. ancak bu kadar iyi anlaştığım kadınla arkadaş olmak varken gönlüm aşık olmayı seçti. yılların getirdiği pasiflikle aşkımı kendi içimde yaşamaya başladım, somut bir biçimde kendimi göstermeye cesaretim hiç olmadı; ancak birlikte olduğum kadının zeki olduğunu bildiğim için anlayacağını düşünerek daha korumacı davranmaya başladım, çok saçmaydı ama imkanım o kadardı ne yapayım.

    bir akşam okul dönüşü benimle konuşmak istediğini söyledi, yürüyüşe çıktık beraberce. ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı sordu, cevap veremedim. hala da hayıflanırım bir şey diyemediğim için. doğal olarak bende o ışığı görmedi, ki zaten arkadaşı olarak sevmişti beni; bunu belirttiği an iskambil kağıtlarından yapmaya çalıştığım ev bir anda çöktü.

    birlikte 3 staj atlatmıştık, birbirimize destek oluyorduk ( %80 o bana oluyordu gerçi) ve çok iyi gidiyorduk. o akşam yaşadığım utançtan dolayı onunla bir daha konuşmama kararı aldım, ne de olsa eskisi gibi olmayacak diye avutuyordum kendimi. o seneyi 22 hafta değerindeki 3 stajımı bırakarak tamamladım, güzel bir intihar girişimiyle de kapattım. 3 kişiyi öldürebilecek dozda parasetamol ve paroksetini alkolle beraber almıştım ancak sonuçta vücut kasımın %80'ini bırakmıştım sadece, hallen de 5dk yürüsem çarpıntım olur 14 sene basketbol oynamış olmama rağmen.

    o zamana kadar tek tük arkadaşım olmuştu zaten, sene tekrarına kalınca tek bir arkadaşım kaldı, o da benim gibi kendi halinde; zamanında türkiye derecesi yapıp yatay geçişle 4. senede okuluma gelmiş bir adam. ilk 6 haftayı kolay stajla geçtik, şansım yaver gitti de dünyalar tatlısı bir hoca gelmişti de geçmiştim. sonrasında yine boka sardı düzenim; sözlüde azar yemekten korktuğum ve tıptan da nefret ettiğim için sıradaki iki stajın sınavına ilk senesinde olduğu gibi girmedim.

    bu sene o iki stajdan ilkini verdim ancak korktuğum başıma geldi, yazılı sınavda iyi not almama rağmen sözlüde stres yapıp cevapları veremediğim için güzel azar yedim. şu an 2. stajın sınavına 2 hafta var; ailemle aram 6 senedir gergin ve çalışasım da hiç gelmiyor. büyük ihtimalle sınavı geçemeyip başarılı bir intihar girişimiyle finalimi yapacağım.

    belki içim rahatlar diye "kısa" hayat hikayemi anlatmak istedim ancak öyle bir etkisi olmadı, bu dertten kurtulan veya kurtulmaya çalışan tüm güzel insanlara hayatlarında mutluluklar diliyorum; sanırım benden bu kadar. 2 hafta sonra bir değişiklik olursa edit olarak girerim tarihe not düşülsün diye. iyi geceler efenim.

    erken edit: intihar etmeye bile isteğim yok, sınava da girmiyorum, aylarca evimden çıkmayı düşünmüyorum, yansın dünya.

    zamanın ötesinden gelen edit: hayatta bir kilometre taşı belirleyip onun için çalışmak güzel bir strateji sanırım dostlar. aylardır bugünkü sınav için çalışıyordum ve sonunda korkumu yenip başarılı oldum. şimdilik büyük bir hafiflik hissediyorum ancak zaman ne getirir bilinmez; sağlıcakla kalın dostlarım.
  • sosyal izolasyonun bir diğer aşaması. insana şunları yazdırır...
    üzülmenin ve yalnızlığın 3. tekil şahsıydım şu anda. kaçıp uzaklaşma hislerim son derece üst limitlerini yaşıyordu. fakat nereye, ne zamana kadar bunu bilmiyor, bilemiyordum. kendi eş ruhlarıma çarpıp sınırlarımızı belirliyordum yorulmadan. belki de yorulduğumu farkettirmeden diyelim. bugün sorgu zamanı idi. ama kendimi bilecek kadar bilgin, üzecek kadar narsist değildim maalesef. şu an şu satırları yazarken bile kalemin kağıda sürterek mürekkebin yayılışını hissetmek bile garip bir zevk veriyordu bana. kendimi önemli hissettiriyordu gereksiz.. ve fakat yalnızdım..yalnızım!

    satranç hamlelerini görüp oynayan bir ben daha var, ve ona yenilmekten garip bir şekilde zevk duyarım!onun beni yenmesini ve haklı çıkmasını istiyorum garip bir biçimde, belki böylece tanımlayıp, anlamlandırabilirim kendimi!

    başkalarının hayallerini ve düşüncelerini okuyarak kendi öz yalnızlığı unutmaya mı çalışıyorum? gereksiz!

    kendi iç dünyamdaki karmaşıklığı ve arzuları sadece ben çözebilirdim oysa…
  • liseye başladığım günden beri nerdeyse her mutlu olma fırsatını kendi hür irademle kaçırmama sebep olan hastalık.çokça entryde söylenmiş olsa da tekrar tekrar üzerinden geçmenin yararı var.sosyal fobi utangaçlık ya da çekingenlik hastalığı değildir.sosyal fobi toplumun her zerresine karşı duyulan gereksiz korkuların insan bedenini ruhsal ve fiziksel anlamda tahrip etmesidir.utangaç adam yolda hiç tanımadığı bir insanın yanından geçerken acaba bu kişi benim hakkımda nasıl bir düşünceye sahip olacak diye düşünmez.utangaç adam acaba kütüphaneye girdiğimde bütün herkes işini gücünü bırakıp bana bakarak hakkımda aklından olumsuz şeyler geçirecek diye düşünmez.bu lanet hastalığı sadece ve sadece yaşayanlar bilebilir.hoşlandığı çocukla konuşurken heyecanlanan ergen liseli kızların yaşadığı şey sosyal fobi değildir.kalabalık bir restaurantta yemek yerken herkesin onun yemek yiyişiyle dalga geçmesinden korkan kişinin yaşadığı şeydir sosyal fobi
  • bende var bu ne yazık ki. neden? çünkü etrafımdaki bir firmada çalışan, kesin bir tanımı olan iş güç sahibi insanlara kıyasla, ben yapmak istediğim iş(ler)i uygun bir iş çıktığı zaman yapıyorum. mesela kendimi güncel olarak çevirmen ve yazar/düzeltmen olarak tanımlıyorum. hobi olarak dizi film de çevirdiğim oluyor. genelde dizi ve film çevirdiğimi baştan söylüyorum (hobi bile olsa), çünkü insanların gözünde kıymeti daha fazla. tabii devamında da, "yaptığın işten ne kadar kazanıyorsun?" sorusu ve endişesi geliyor. bir yerden sonra da, "insanlar yaptığım işi yargılar mı? kazandığım parayla sosyal bir statü edinebilir miyim?" gibi endişeler baş gösteriyor.

    mesela birkaç aydır gittiğim spor merkezinde birlikte takıldığım bir arkadaşım var, geyik maksadıyla söylediğini bilsem de, işimle gücümle ilgili bir şeyler sorup dalga geçtiği oluyor. bugün de benzer bir şey oldu ve dayanamadım dedim ki; "dizi film diyorsun ama ben hukuk da çeviriyorum, benim çevirdiğim hukuku çevirebilir misin?". "vaaaay..." falan dedi, dizginlendi birden. "medikal falan da çeviriyorum, sen ne iş?" gibisinden takıldım.

    bu biraz da insanın kendine inanmasıyla alâkalı bir şey. mesela bu zamana kadar parayla yaptığım hiçbir çeviriden, "berbat olmuş, hiçbir işe yaramadı yani nasıl böyle bir çeviri yapabildiniz?" şeklinde bir geri dönüş almadım. kendime bunu hatırlatıyorum sıklıkla, diyorum ki; "birine işinle ilgili bir şeyden bahsedeceksen çevirilerinden bahset, düzelti yapıyorum de." işte maalesef hem serbest yani evden çalışma, hem bir ajansa/firmaya bağlı olmadan çalışma durumu olduğu için, insanlarda küçümseme oluyor. bir küçümseme, iki küçümseme, üç küçümseme dedikten sonra, artık yeni insanlarla tanışırken kendin ister istemez kendini küçümsüyorsun; istiyorsun ki mesela bir arkadaşın seni başka bir arkadaşına, "bak bu arkadaşım da süper çeviri yapar, diziler ve filmler bunun elinden çıkar," şeklinde tanıtsın, sen de bunun üzerinden devam et.

    hiçbir zaman bir cerrahın, bir avukatın, bir hâkimin, bir hedele mühendisin, üst düzey bir sıfatı/makamı olan birinin sosyal statüsü olamayacak bende. bu yüzden belki bendeki sosyal fobi de hiç geçmeyecek... şu yazmak istediğim romanı yazsam, yazdığım öyküleri internete daha hızlı geçirsem ve daha çabuk reaksiyon alsam belki bu fobiyi biraz daha rahat yenebilirim diye düşünüyorum. kısfmet... :)
  • son yıllarda hafiflemiş olmakla birlikte, benim de muzdarip olduğum rahatsızlık. ben bunun tek tedavisinin grup terapisi olduğuna inanıyorum, çok defa psikoloğa gittim, psikiyatra gittim ilaç aldım, hiçbiri kalıcı bir çözüm olmadı. sorunun üzerine gitmek gerekiyor, bunu gerçek hayatta yapamıyorsak bizi anlayan insanların olduğu küçük bir gruptan başlamak gerekiyor bence. zaten artık sosyal ortamlarda bir sorunum kalmadı, sadece sunum, toplantı gibi durumlarda geriliyorum. bu konuda istanbulda grup terapisi bilen varsa yeşillendirsin lütfen.
  • benim de tanı alıp yıllarca 'normal' olamama sebeplerimden biri olarak kalmıştır. çok sonra kendim gibi insanların var olduğunu öğrenince ve benim için sadece hayatı sürdürmenin bile ne kadar zor olduğunu bilip aynı duyguları paylaşan insanları görünce rahatlatmıştır.

    ailem hariç bir insanla konuşmam gerektiğinde saklanıp ağlamam ile başlayan süreç kreşe gidip hiç arkadaş bulamayıp kreşi bırakmamla devam etti. ilkokuldayken cevabı bilmeme rağmen parmak kaldıramıyor, yine hiç arkadaşım olmuyordu. yıllar geçtikçe iş sarpa sardı. tanımadığım insanlarla herhangi bir sebepten ötürü konuşmak benim için tam bir kabustu. okulda birkaç arkadaş edinmiştim ama mesela eve su siparişi vermek için sucuyu aramak bile işkenceydi. derken orta sonda iki sene platonik aşık olduğum çocuğa dahi gidip açılamamış ve bir elin parmaklarını geçmeyen arkadaşlarımdan yerime yapmalarını rica etmiştim. her şeyin herkes için ne kadar kolay olduğunu görüyor, kendi yaşadıklarımın nedenini tam olarak kavrayamıyor ve içten içe insanlara karşı agresifleşiyordum. bu yüzden de hem çok içine kapanık hem de konuştuğunda nefret kusan biri haline gelmiştim.

    derken gelişen bir dizi olaylar sonucu yalnız kaldım. yalnız derken, 15 yaşında tek başına hastaneye yatmam gerekti mesela. kimsenin bana manevi destek olmadığı bir zamandı. her işimi kendim görmem gerekiyordu. başta çok bocalasam da zamanla alışmaya başladım. kendimi aşmak zorundaydım yoksa hayatımı devam ettiremeyecektim.

    en zor kısmı ise romantik ilişkilerde belli bir eşiği aşmak oldu. çünkü hem baş başa olmak hem de karşısındakini etkilemeye çalışmak sosyal fobi sahibi insanlar için ekstrem seviyede gergindir. bir yere oturduğumda montumu nasıl çıkaracağımı ya da siparişi nasıl vereceğimi düşünmekten, karşımdakine ne desem yanlış anlaşılmayacağını hesaplamaya çalışmaktan titriyordum uzunca bir süre. istemsizce de konuşmaları devam ettiremiyor, hem arada uzun sessizliklere sebep oluyor hem de muhabbeti sıkıcılaştırıyordum. etkilendiğim insanlarla zaman geçirmek o kadar zordu ki bir yandan çok istesem de bir yandan kendimi o duruma sokmaya yanaşmıyordum.

    üniversitede farklı bir şehre gidince ve sürekli beraber zaman geçirdiğim oda arkadaşım tam tersim epey sosyal ve umursamaz biri olunca yavaş yavaş ayak uydurmaya başladım. bir süre sonra artık romantik ilişkilerde de 'normal' birine dönüştüm sanıyorum. hayatıma giren insanların bunda emeği çoktur.

    artık topluluk önünde profesyonelce konuşmam gerektiğinde ya da benim için önemli birinin hiç tanımadığım yakınlarının yanına ilk kez gittiğimde o his geri geliyor sadece. bunların da üstesinden gelmek için kendimi zorluyorum. hala daha bilmediğim kalabalık bir ortamda bulunmam gerektiğinde kendimi gün boyunca psikolojik olarak hazırlamaya çalışıyorum. sadece beklemediğim bir anda tanımadığım biri tarafından bana bir şey söylendiğinde afallıyorum ama reel hayatıma büyük bir etkisi olmuyor.

    demem o ki; tamamen aşılması bence imkansız ama hayatı yaşanabilecek düzeye getirecek kadar üstesinden gelinebiliyor. ben hep yapmak zorunda olduğum şeyler sebebiyle yavaş yavaş katlanılabilir kıldım bu fobiyi. belki de gerekli olmasaydı hep çekingen ve silik kalmaya devam edecektim. hayata sadece devam etmek benim için hala epey zor bir şey yine de.
  • buna sahip olanlarla ilgili aşağıdakini okuyup yıkılmıştım:

    "yakın arkadaşları olmayıp sosyal zevkten mahrum kaldıkları için sürekli kederli ruh haline sahiptirler."

    (bkz: avoidant kişilik bozukluğu)
    şuna bir göz atın derim.

    :(

    edit: ilaç tavsiyesini kaldırdım. çünkü o da işe yaramadı. fml.
  • çok çektim bundan :( eğer böyle bişeyden şüpheleniyorsanız vakit kaybetmeden bir psikoloğa gidin çünkü gittikçe durum içinden çıkılamaz bir hale geliyor :(
  • sanılanın aksine çekingenlik veya asosyallik falan değildir.
    "ne olacak canım yaa hıhıaha?" gibi veya "korkma iyi düşün" veya "insanları umursama" "boşver" gibi aptal saptal tesellilerle çözülecek bir durum değil. bu bir hastalık.

    en boktan tarafı da insanlara hiçbir şekilde bunu anlatamamak.

    aslında tarif etmek gerekirse öngöremeyeceği şeyi yapmaktan kaçınma durumudur. burada öngörülemeyen şeyin bir ucunda mutlaka insan tepkisi olmalıdır.

    hastaneye gittin, sıra numarası aldın. önündeki kimse yok. ama doktor yakmıyor lambayı. tıklatıp girersin. ben giremem. niye giremem? çünkü olacak olayların kestirilebilirliği 0. ve bu olacak olayları öngöremediğim için vereceğim tepkiyi de düşünemiyorum. büyük ihtimalle tepkisiz kalmamla sonuçlanacak.

    o yüzden sosyofobikler rutini çok severler. bildikleri, sonuçlarını kestirebildikleri işleri yapmaktan büyük zevk alırlar. her işlem otomasyon olsun isterler.

    daha yırtık olanın öne geçtiği sıra tarzı oluşumlardan nefret ederler. numaratör bir sosyofobik için en güzel icattır.

    kartımda para yoksa otobüse binip birilerinden istemek yerine gerekirse 3 km yürüyüp kart doldurtup binmeyi tercih ederim. çok zorda kaldıysam da otobüse " fazla kartı olan var mıııı?" diye bağırmak yerinei insanlara tek tek sessizce sormayı tercih ederim.

    derste herkesin içinde soru soramam. dersin bitmesini bekler, hocanın yanına gidip birebir sorarım soruyu.

    grup içinde kendini tanıtmalı- sunum tarzı işlerden nefret ederler.

    insanlarla paylaşılan ortak alana yanlışlıkla zarar vermekten kaçınırlar. cama kafasını dayayarak uyuduktan sonra camda iz kalması, girilen tuvalette bir pislik olması durumunda görevliye burda pislik var demek yerine diğer tuvalete girmek, mağazada bir şeyleri kırmak, misafirlikte bir şeyleri dökmek, otomatik aletleri bozmak vs gibi sakarlıklarda insanlar arkalarından "hey sen bak buraya bozmuşsun aleti" diyecek diye korkarlar.

    aslında biraz aşağılık kompleksiyle de ilişkili. alacağı reaksiyonların, bunca zaman oluşturdukları narin yüce kimliğe zarar vereceklerini düşünürler.

    tartışmadan kesinlikle kaçınırlar. çünkü bu tartışmanın nerelere gidebileceği, sonucunda karşısındaki kişiyle olan ilişkisine vereceği hasarı kestiremezler.

    kötü giden bir tartışma akşam kafa yastığa konulduğunda hayali bir tartışmada üstün gelerek bertaraf eilmeye çalışılacaktır. "keşke şöyle deseydim" gibi düşünceler hayalde tam da öyle denerek gerçekleşir.

    ağızlarından bir şey kaçıracaklarından korkarlar. verilen bir sır da olabilir veya karşıdaki kişi hakkında gerçek düşüncesini sesli şekilde söylemek.

    diğer insanları uğraştırmaktan korkarlar. ön kapı açıksa "arka kapıyı açar" mısın demektense en arkadan yürüyüp ön kapıdan inmeyi tercih ederler. siparişte uyduruk bi sos eksikse "sosum nerde" demezler. "sossuz yerim nolcak?" derler. çöpe yarım poğaça atmaktan çekinirler. çöpü toplayan kat görevlisi "adama bak nimeti mundar etmiş" diye düşünecek diye endişelenirler. otobüse yanlışlıkla bir şey dökseler silmeye uğraşırlar.

    araç kullanmak yerine toplu taşımayı tercih ederim. neden? çünkü araç kullanırken başıma gelecek binbir türlü olasılık var. metroda yok. bin ve in.

    sinemayı çok severim. çünkü herhangi bir etkileşim yok. gir-izle-çık

    aşırı hayalcidirler. zihinleri sürekli bir şeyleri tahmin etmekle uğraştığından antremanlıdır ve olmayacak şeyleri düşünmeye alışmıştır. bu yüzen sık sık hayal kurarlar.

    hayalleri genelde tanınmak ve toplum tarafından kabul görmek eksenindedir. ünlü olmak, herkesin gözüne girmek, dünyanın en güçlü insanı olmak, dünyayı kurtarmak, tanrı olmak vs. vs.

    sosyofobi bir kıymık gibi bir hastalık olduğundan kimse tarafından sallanmayan ancak insanın hayatına her saniye kıymık kıymık batan, ilişkilerinde de hep ezilen taraf olmasına sebep olacak "sessiz sakin efendi çocuk" yaa o hastalığıdır.

    ya da bilmiyorum belki de siz çok arsızsınızdır? bunu hiç düşündünüz mü?
hesabın var mı? giriş yap