• saatleeeer saaatleeer boyunca göt kadar ekranlara bakmamıza yol açmış abuk olay. iş dönüşü, yatmadan önce, ofiste, yemekte, tuvalette falan derken tüm gün bir şeyleri refresh edip kovalamakla geçiyor. acınası bir zaman dilimi cidden. önce instagrama, facebook'a, oradan twitter'a, sonrasında gmail'e, akabinde vine'a ona bakmışken bir de pinterest'e, ve tabi olmazsa olmaz sözlüğe e swarm'sız ve foursquare'siz de olmaz derken bi bakmışınız 3-5 saati yemişsiniz. arada tıklanan haber linkleri ile gidilen 3. parti sitelerden hiç bahsetmiyorum bile.
    sonuç olarak bu dipsiz kuyu bize sosyal ortamlarda bahsi geçen çoğu şeye "ha evet biliyorum" deme lüksü kazandırsa da %90 yükte ağır pahada hafif bilgilerle zihnimizi dolduruyoruz. şu kısır ve embesil döngüden çıkıp o ekranlardan okuduğumuz işlevsiz şeyler yerine iki satır kitap okusak film izlesek ne bileyim bir hobi ile uğraşsak bin kat daha anlamlı.
  • endişe verici şekilde insanların hayatını gaspettiğini düşünüyorum.

    farklı coğrafyalar gezmeyi seviyorum. ama yol arkadaşı seçimi konusunda ciddi sıkıntı yaşıyorum. çünkü partnerim genelde fotoğraflarını çektirip paylaşma derdinde oluyor. ben gezmek istiyorum, keşfetmek, farklı iklimlerin tadına varmak istiyorum. ama arkadaşım devamlı elime fotograf makinesi sıkıştırmaya çalışarak "böyle çek, şunla çek, burdan çek" modundan çıkamıyor. en yakın arkadaşlarımdan hep yolculuklarımda nefret ettim ben zaten.

    normalde yüzüne bakmadığı, hayatının kenarında kösesinde bile yer almayan insanların, onun paylaştığı fotoğrafları yahut "sahilde çay keyfisi", "akdeniz'de deniz sefası" durumlarını "like" lamasını, o anki keyfimize tercih etmesi yüzünden hepsinden vazgeçip, artık kendimle takılmaya karar verdim.

    hepiniz hastasınız lan, farkında değilsiniz.
  • sosyal medya bağımlısı mısınız?

    son dönemde sosyal medya bağımlılığının esiri olduğunuzu, işaret parmağınızın sürekli cep telefonunuzun ekranında aşağı yukarı hareket ettiğini düşünüyor musunuz? ekrana baktığınızı, bir şeyler okuduğunuzu ama aslında beyninizin otomatik pilotta çalıştığını, bir şey öğrenmediğinizi, gözlerinizin ekrana değil de bir kara deliğin içine doğru baktığını hissediyor musunuz? bir hipnoz etkisinden olduğunuzu hiç düşündünüz mü? ya da tüm olan bitenin farkında mısınız?

    peki bunu neden yapıyoruz? neden dakikalarca komik kedi videolarını izliyoruz ve vaktimizi bunlarla geçiriyoruz? işin özünde bu sizin seçiminiz olsa da sizi bunu yapmaya yönlendiren çok etmen var. bireysel bir seçim yaparak, kitap okumak yerine komik kedi videolarını izlemeyi tercih ediyoruz. ya da ilkokul arkadaşımızın antalya tatilinden paylaştığı fotoğraflara bakmak, louvre müzesi’nde sanal tur atmaktan daha çekici geliyor. neden? çünkü ilk söylediklerimi yapmak için beyninizi çalıştırmanız gerekmiyor. çünkü bir sosyal medya sayfasını açıp göz gezdirmek kolayımıza geliyor.

    günlük rutin

    sabah kalkıyorsun. ilk iş olarak başucundaki cep telefonunu alıp gelen bildirimlere bakıyorsun. lise tayfasının dün geceki maçtan kalan tartışmasının devam ettiğini görüyorsun. dayı oğlunun dün gece arkadaşları ile gittiği barda çektiği selfie’ye gözün takılıyor. hala yatağın içindesin. facebook’ta işaret parmağı kası geliştirmeye devam ediyorsun. liseden kalan, 10 yıldır görüşmediğin bir arkadaşının başlattığı siyasi atışma, kendi fikrini başkasına empoze etme çalışması, “paylaşım” adı altında ana yemek öncesi meze vazifesi görüyor. dün oynadığın kupon yatmış mı ona bakıyorsun bir taraftan. hala yataktasın, iki kolun yorganın üstünde parmakların cep telefonunu tutuyor. dışarıda muhteşem bir gün doğuyor ama sen 5 inç boyutundaki ekranının penceresinden hayata bakmayı seçiyorsun.

    hazırlanıp işe gidiyorsun. cep telefonun ofiste masanın en güzel yerinde duruyor. gün içinde gelen bildirimler ile internete bağlı olmanın keyfini çıkartıyorsun. her şeyden haberdarsın. tüm dünya bir parmak hareketi ile ulaşabileceğin uzaklıkta. gücün sende olduğunu hissediyorsun. toplantıya giriyorsun. cep telefonunu çıkartıp not defterinin yanına koyuyorsun. karşındakine “bu telefon çalarsa senin konuştuğunu umursamam açarım, ona göre” mesajı veriyorsun. bu arada gerçekten karşındakini umursamıyorsun. iletişimi cep telefonu ebatlarına indirgiyorsun. karşındakinin tüm şevkini kaçırıyorsun. bitmedi, kendini de ilgisiz ve saygısız gösteriyorsun. ve hayır, telefonu yüzü masaya dönük bir şekilde koymak da çözüm değil. telefon hala seninle karşındaki kişi arasında radyasyonu yaymaya ve aranızda bir engel olmaya devam ediyor.

    eve giderken yolda her ışıkta elin telefonuna gidiyor. telefon mu seni, sen mi telefonu kullanıyorsun belli değil. telefonun ile kendin arasında var olan görünmez bir kement ile yaşıyorsun ama farkında değilsin. bunun günümüz çağının bir gereksinimi olduğunu düşünüyorsun. durumda bir gariplik görmüyorsun.

    eve varıyorsun. eşin, çocuğun senin yüzünü görmeyi, seninle iki çift laf etmeyi düşünürken sen kendini oto pilota alıp sosyal ağlarda dolanmaya veriyorsun. sanki bütün gün çalışıp bir yorulan senmişsin de dinlenmek tek senin hakkınmış, komik videolar ile kafanı boşaltmak sırf sana özel bir şeymiş gibi.

    yatmadan önce son işaret parmağı egzersizini de facebook duvarında gerçekleştiriyorsun. başkalarının hayatını okuyup, başkalarının senin bakmanı istedikleri şeyleri izleyip, bilinçaltını çöp ile doldurmaya devam ediyorsun. uykuya daldığında hayatından bir 24 saat daha ne kendine ne sevdiklerine ne de insanlığa dair hiçbir şey yapmadan geçmiş oluyor.

    bir durum düşünelim

    sorarım size; kim kimin hayatına hükmediyor? kim kimden fayda sağlıyor? bunu düşünme zamanı şimdi değilse ne zamandır?

    sanırım herkes kendinden bir şeyler bulabilir üstte yazdıklarımdan. o zaman lütfen kendinize şu soruları sorun ve vereceğiniz cevapların vuruculuğu karşısında şaşırın:

    en son ne zaman kitap okuduğunu hatırlıyor musun?
    en son ne zaman sinemaya gittiğini, bir elinde patlamış mısır diğerinde alaska frigo, çocuklar gibi şen olduğunu hatırlıyor musun?
    en son ne zaman bir parka gittin?
    en son ne zaman birisi başını omzuna dayadı ve senden güç aldı?
    en son ne zaman “daha önce hiç denemediğin” bir deneyim yaşadın?
    en son ne zaman sabah uyandığında gün daha ağarmamıştı?
    en son ne zaman birisi ile yarım saatten uzun bir süre yüz yüze onun problemlerinden konuştun? kendinden hiç bahsetmeden.
    en son ne zaman kafandan geçenleri kâğıda döktün?
    en son ne zaman bir müzik aletini eline aldın?
    en son ne zaman bir şeyler çizdin?
    en son ne zaman hoşuna giden bir sözün altını çizdin ve birisiyle paylaştın?
    en son ne zaman sessizliğin sesinde huzuru dinledin?
    en son ne zaman gelecekte ne yapacağını değil, şu an ne yaptığını düşündün?
    en son ne zaman kilometrelerce yürüdün? sadece düşünmek için.
    en son ne zaman kendine özen gösterdin?
    en son ne zaman kendine hediye aldın?
    en son ne zaman birisine, gerçekten hiçbir karşılık beklemeden iyilik yaptın?
    en son ne zaman sokakta gördüğün bir çiçeği sırf kokusunu merak ettiğin için kokladın?
    en son ne zaman güvercinlere ekmek verdin?
    en son ne zaman sana gülümseyen bir bebeğe sen de gülümsedin?
    hepimiz bir durup düşünmeliyiz. biz şu an kimin hayatını yaşıyoruz? kendi hayatımızı mı yoksa başkalarının yaşamamızı istediği hayatı mı? hayatımızın kontrolünü elimize almanın zamanı geldi.

    sosyal medyada ürün nedir?

    şimdi dikkatinizi başka önemli bir noktaya çekmek istiyorum. hepimiz hayatımızı esir alan sosyal ağların en birincisi facebook’un ne kadar değerli bir firma olduğunu biliyoruz. peki sorarım size, allah aşkına bu facebook insanlığa ne kazandırmış? hangi bilimsel ya da teknolojik katkıyı yapmış? hadi bunu da geçtim, benim kendisini bedavaya kullanmama neden izin veriyor? neden benim fotoğraflarımı paylaşmamı istiyor? neden benden nerede oturduğumu söylememi istiyor?

    facebook bir ürün satmadığına ve bizden kendisini kullanmamıza karşılık bir para talep etmediğine göre gerçek açık seçik ortada: facebook’ta ürün biziz. pazarlanan bizim kişisel bilgilerimiz.

    bir reklam ve sahte hayatlar balonu içerisinde önümüze konulan şeylere oltaya gelen balık gibi takılmamız hedefleniyor. kendimize ait tüm bilgilerimizi paylaşmamız teşvik ediliyor. düşünmememiz, sorgulamamamız ve sadece söyleneni yapmamız isteniyor. “sen sayfayı aşağı indirmeye devam et, ben sana daha neler göstereceğim. bu arada belki de şu kırmızı kazak tam sana göredir. almaya ne dersin?”

    sosyal medya prangalarından kurtulma zamanı geldi. özgürlüğümüzü geri almak zorundayız.

    işte birkaç ipucu:

    cep telefonunuzu toplantı sırasında masanın üstüne koymayın ve karşınızdakine toplantı sürecinde sadece onunla ilgileneceğinizi belli edin.
    tabletinizi ve cep telefonunuzu yatak odasına sokmayın! bırakın salonda şarj olsun. başucunuzda sadece kitaplar ve bir not defteri olsun. okumanızı bekleyen kitaplar ve not tutacağınız bir defter. size anlatacağı sayısız şey olan o kitapların oluşturduğu yaprak tomarlarının üzerine atın kendinizi.
    arabada giderken telefonunuza bakmayın. yanınızda birisi varsa onunla konuşun. konuşacak konu mu bulamıyorsunuz? en son hangi filmi izlediğini sorun. en sevdiği yemeğin ne olduğunu sorun. yalnızsanız daha önce dinlemediğiniz bir radyo kanalı dinleyin. farklılığın tadını varın.
    vücudunuzu dinç tutun, spor yapın.
    hayatınızı kimsenin yönetmesine ve sizi esir almasına izin vermeyin. sosyal medya ve cep telefonu kullanımınızı limitleyin.
    yazın. yazabildiğiniz kadar yazın. rahatlayacaksınız. içinizdekileri kâğıda dökün. iç dünyanızda birikenleri kâğıda akıtın. hafifleyeceksiniz.
    hayatınızı geri alın. o sizin hayatınız. istediğiniz gibi yaşamak hakkınız.

    kaynak
  • korkunç seviyelere ulaştığını fark ettiğim bağımlılık.

    istanbul’da haliç; fener-balat turu yapmak için sabah erkenden yola çıktık. kulağımızda kulaklıklar, pocket guide denen uygulama ile ilk kez geziyoruz. balat’a vardığımızda cumartesi gününün de haklı olarak sebep olduğu kalabalık bir insan kitlesi var. “ne güzel, gencecik insanlar bizim yaptığımız gibi bu güzel mahalleleri keşfediyorlar.” derken şak şak şak... “içtiğim kahveyi çekeyim, içtiğim kahveyle poz verip kendimi çekeyim, her yediğim lokmayı; daha adım atmadığım restoranın kapısında beklerken tabelasını çekeyim, kaldırımı, ayakkabımı çekeyim, kiliseye gireyim isa figürünün önünde selfie çekeyim...” modundaki insanlara odaklanmamak için elimden geleni yaptım. nereye başımı çevirsem aynı şey, kendimi telkin ediyorum: “takılma, sana ne, sen keyfine bak, demek ki böyle mutlu insanlar artık...”

    bir ara vicdanımı çok rahatsız eden bir şeye tanık oldum, şunun bir örneği olsa gerek: (bkz: sosyal medya bağımlılarının saldırganlaşması). bir grup genç kadın -muhtemelen üniversite öğrencileri- renkli binalar önünde poz vermiş, fotoğraf çekilecekler. arka planda da 7-8 yaşlarında üç küçük çocuk kendi sokağında oyun oynuyor. giyimlerimden belli ki yoksullar, garibanlar, o mahallenin yerlileriler. yanlarında da onlar gibi gariban bir köpek var. tek yaptıkları mahallelerinde, sokakta oyun oynamak. bu üniversiteliler çektiği fotoğrafların arka planına yakıştıramadılar küçükleri. “çekilir misiniz arkadan, fotoğraf çekmek istiyoruz.” dediler. ikisi boynunu büktü yavaşça uzaklaşmaya başladı, diğeri onlardan bıçkın, “çekilmiyorum! niye çekileyim?” diye onlara iki adım daha yaklaştı, yüzleşmek için...

    ulan siz kimsiniz ki adını sanını yarın unutacağınız sokakların yerlisine böcek muamelesi yapıyorsunuz? hem de sosyal medyada iki sahte beğeni almak uğruna? yakıştıramadılar pozlarının arkasına o çocukları! bu nasıl bir bağımlılıktır ki insanlığınızı unutmuşsunuz! o bıçkın olan ufaklık küçücük haliyle sinirden kaskatı kesildi. kendi etrafında bir tur attı, eli ayağına dolaştı ve bir sopa bulup yanındaki gariban köpeğe vurmaya başladı. nefret nefreti doğuruyor... hayvancağız panikten yollara atladı, bir kamyon az kalsın ezecekti. dayanamadım. “yapma, yazık onun da canı var, canı acıyor sen vurdukça ona.” dedim. “sözümü dinlemiyor da ondan, ne yapayım?” dedi.

    tüm gün içim içimi yedi... o köpeğe öyle acıdım ki çocuğu uyarmadan edemedim. ama o üniversiteli gençliğe niye iki laf söyleyemedim? niye buraya yazdığımı yüzlerine demedim... ya da çocukları bir kenara çekip usulca kendilerinin bir suçu olmadığını, bu örnekteki yetişkinlerin sığ insanlar olduğunu; üstlerine alınacakları hiçbir eksikleri olmadığını anlatamadım... iş işten geçmişti aklım başıma geldiğinde. binlerce kişiden biriniz denk gelir, kendinizi sorgularsınız, bu başlıktaki yazıları okursanız ve bu yazıya denk gelirseniz diyeceğim şu: “bağımlısı olun, ne isterseniz olun; ama insanlığınızı unutmayın, lütfen.”.
  • geçmişin büyük adamları sosyal medyayla sınansalardı, ürettiklerinin çeyreğini veremezlerdi.
  • sanal bir dünyada sahte hayatlar yaşamaya neden olan bağımlılıktır.

    dışarıdan bakınca alkol, sigara ve uyuşturucu bağımlılığı kadar zararlı görünmese de bence en az onlar kadar zararlı. ileri boyutlarda insanı gerçek hayattan koparıp sosyal medya için yaşamaya iten bir bağımlılıktan bahsediyoruz. bildiğin paylaşım yapmak için yaşar yani sosyal medya bağımlıları. beğenilmek, onaylanmak, dikkat çekmek için sürekli çabalayıp dururlar.

    tahminimce en son ne zaman elinde akıllı telefon olmadan, sosyal medyada paylaşım yapmadan (tatil, gezi, konser, sinema) keyifli bir aktiviteye katıldığını hatırlamayan milyonlarca insan vardır.

    bu konuda yapılan araştırmalarda insanların özsaygısı düştükçe sosyal medya bağımlılık eğilimlerinin yükseldiği ortaya konulmuş. yani insanın kendini sevme düzeyi düştükçe daha çok çevrimiçi oluyor ve daha çok paylaşım yapıyormuş. bu da demek oluyor ki sosyal medyada daha az vakit geçirmek istiyorsak önce kendimize olan sevgi ve saygımızı arttırmamız gerekiyor. sonrasında da yeni uğraşlar edinmek, sosyal aktivitelere katılmak, ne bileyim kendimize sevdiklerimize vakit ayırmak gerekiyor. zaten vaktimiz kısıtlı, zaten zaman çok hızlı geçiyor, bu kısacık ömrümüzü sanal dünyalarda harcamayalım.
  • en etkili ve yaygın bağımlılıktır bence. toplumun %80 sosyal medya bağımlısıdır ama kabul edenler azdır. bazıları ise sosyal medyayı sadece facebook/instagram falan sanır. benim facebook,instagram,tiktok'um da yok ama ben kendimi sosyal medya bağımlısı olarak görüyorum.

    bugün kendime bir deney yaptım. tüm gün boyunca sosyal medyaya girmemeye çalıştım. onun dışında her istediğimi yapmama izin verdim. yani sırf kitap okumaya çalışmadım bilgisayar oyunu falan oynadım. saat akşam 7'yi falan bulduğunda günün bitmesini bekliyordum sıkıntıdan. sosyal medya o kadar çok zamanımı kapsıyordu ki kendimi boşlukta hissettim. "ee ne yapıcam şimdi aq"diye sorup durdum kendime. işte o zaman anladım ağır bağımlı olduğumu.

    bazen yapmak istediğim şeyi bile yapmama sebep oluyor. canım dışarı çıkmak istiyor ama hala youtube-reddit-ekşi üçgeninden çıkamıyorum. telefonu açıp uygulamaya girmek o kadar kolay ki beynim sürekli o kısa süreli ve kolay ulaşılan dopamini kovalıyor.

    en kötü şey ise insana hiçbir şey katmaması. beyniniz bildiğin ölü gibi bir şey. özellikle tiktok ve insta tarzı sosyal medyalarda. hiç bir şey düşünmeden videoları geçip duruyorsunuz. onun yerine düz duvara baksanız çok daha fazla katkı sağlar. hiç değilse düşüncelere falan dalarsınız. bazen 3-4 saat durmadan sosyal medyada takıldığımda beynim o kadar hantallaşıyor ki gün boyunca sanki ruhum yokmuş gibi dalgın oluyorum.

    mesela dün gördüğünüz tiktok videolarının veya insta postlarının kaçını hatırlıyorsunuz diye sorun kendinize. sadece 1 saat sonra bile ne gördüğünüzü unutuyorsunuz. size hiçbir şey katmayan kısa dopamin kaynağını beyniniz hemen unutuveriyor doğal olarak. bildiğiniz zamanınız ölüyor,hiç kayda değer bir anınız olmuyor.
  • araştırmalara göre; psikolojik, fizyolojik, toplumsal ve ekonomik sorunlara sebep olabilecek, çok boyutlu düşünülmesi gereken bir olgu. psikolojik etkilerine narsizm, düşük konsantrasyon, stres ve anksiyete; fiziki etkilerine uyku bozukluğu, dolaylı olarak obezite; sosyal etkilerine ilişki problemleri, toplumsal iletişim sorunları; ekonomik etkilerine verimlilik problemleri örnek verilebilir.

    hem birey temelinde hem de toplumlar temelinde tüm gerçekleri kökünden etkileyecek bu duruma yol açacak bir çağın tam ortasında yaşıyoruz.
  • gezi parkı olayları sonrası tavan yapmış bağımlılık. oraya entry, buraya tweet, face'de video izle derken boku çıktı. telefona şarj, internete kota yetmez oldu. yıpratıcı bağımlılık.
  • sosyal medya hayatımıza çok kısa bir zaman önce girdi. kendi içinde iki evre geçirdi. erken döneminde son derece güzel ve faydalı bir kavramken ikinci dönemi başladı. ikinci döneminde mobile sıçradı bu kavram ve beklenmedik, öngörülemez bir olaya yol açtı. kullanıcılar bunun bağımlısı oldular.

    dünyada uyuşturucu “madde” olarak bilinen neredeyse bütün maddelerin ortak bir özelliği vardır. hepsi beyinde ödül mekanizması denen bir bölgeyi stimüle edip, mutluluğa yol açan hormonlar salgılanmasını sağlar. bu hormonlar tamamıyla doğaldır. uyuşturucu maddeleri tek zararı bu hormonların doğal olmayan nedenlerle salgılanmasını sağlamasıdır.

    salgılanan bu hormonların salgılanmasını sağlayan “madde“ dışında bir sürü etken vardır. bunların arasında sayabileceğimiz birkaç tanesi seks, para kazanmak, kumarda kazanmak, sportif başarı, ve maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi’nde üst sıralarda yer alan takdir edilme duygusu gibi soyut kavramlardır.

    şu anda açık ve net görebiliyoruz ki sosyal medya kullanıcıları birkaç sene önce masum ifadeler olarak başlayan beğenilerin bağımlısı olmuşlardır. çünkü bu apaçık bir takdir edilme duygusudur. örneğin instagram üzerinde 7-8 sene önce paylaşılan basit, anlamsız fotoğraflar eşe dosta görünsün diye paylaşılırken, bugün bu ortam insanların kişisel şov alanı haline dönüşmüş, kullanıcıların icabında tanımadığı kişilere bile üstünlük kurması için kullanılmaya başlamıştır.

    son zamanlarda “manitalarınızı böyle düşürüyorum” tarzı paylaşımlarla şimdilik tavan yapmıştır bu güç yarışı. altındaki mesaj düşmanca ve terbiyesizcedir. “sizlerden daha iyiyim dolayısıyla elinizde tuttuğunuz her şeyi aslında ben hak ediyorum” demektir. (bu arada böyle bir söylem erkekler arasında arkadaşlıktan aforoz nedenidir)

    tıpkı diğer uyuşturucu maddeler gibi bu takdir edilmeyle salgılanan hormonlar zaman içerisinde dozu artmadıkça kişiyi tatmin etmekten uzaklaşır. yani buradaki takdir seviyesinin sürekli yükselmesi gerekmektedir.

    yine maslow dersek şunu da açıkça fark edebiliriz. takdir duygusunun bir alt basamağında aidiyet ve kabul edilme duygusu vardır. bu basamağa dikkat çekme de ilave edilebilir. malum bu basamaklarda yukarı doğru ilerlemede zaman da çok önemli bir faktördür. şunu diyebilirim ki: sosyal medya bağımlılığının ilk evresi bu ortamda öncelikle varlığını diğer insanlara fark ettirecek bir tanınırlık edinmektir.

    önümüzde çok ufak gibi görünse de aşırı derecede bariz örnekler duruyor. bu iki basamağı en güzel şekilde anlatan örnekler şunlardır: neredeyse bütün dünyada liselerde çekilen videolar dolaşıyor bu medyada. liseli gençlerin tanınma çabalarını ortak yanı şu, hepsi bulundukları ortama olabildiğince aykırı hareketler yapıp, bunları videoya kaydedip sosyal medyada paylaşıyor. buna ister türkiye’de öğretmenin kulağını kıtlatan liseli örneğini verin ister kavga esnasında break dance yapan amerikalı zenci genç örneğini. sırf “cinsel hayatımız var” diyebilmek için bir kıza tecavüz eden hintli gençleri gördük. bir üst basamağa gelince, yani üniversiteli veya mezun takımına geçiş yaptığımızda ihtiyaç aidiyetten takdire dönüşüyor. bir bakıyoruz ki bu yaş grubu aradıkları takdiri feminist, social justice warrior veya politically correct olmak sayesinde buluyorlar.

    batıda kısaca “snowflake” olarak adlandırılan bu kesim bir alt seviyede tatmin ettikleri “aidiyet” ihtiyaçlarını, üst basamakta bir “takdir kültü” haline sokmuşlar. duyarlılık ilüzyonu adı altında kafa yapan bir tarikat adeta. bu tarikatın ülkemizdeki ortak değeri olan bayan değil kadın söylemi mesela. bunun doğruluğuna o denli inanmış ki bu güruh adeta ortalıkta bayan diyecek kişileri avlayıp, bunları bulup, ifşa ederek diğer ekip arkadaşlarından bolca takdir toplayarak mutlu oluyorlar. o bu tarikat dini motifler taşıyan diğer tarikatlerin hiçbirinden farklı değil.

    ayet ne demektir? yanlış olduğu ispatlanamayan her söylem ayettir. bugün nasıl “allah ezeli ve ebedidir“ söyleminin aksi ispatlanamıyorsa, “bayan değil kadın” ayetinin aksi de ispatlanamaz. ikisine de mantık dahilinde bir antitez sunmak neredeyse imkansızdır.

    bu kendince “doğru tarafta bulunmak“ saikiyle kazanılan takdir duygusunun ilk örneği sigara karşıtlarıydı. sigara içmeyen bir insanın sigara içen kişiyle tartışmasında haksız çıkması mümkün değil. sigara sağlığa zararlı, ölüme neden oluyor, pis kokuyor, çevreyi kirletiyor ve daha bir türlü sebep var. sigara içen kişinin bunların aksini savunma şansı yok. lakin insan rasyonel bir canlı değil. pek çok hayvanın aksine aptalca hareketler yapabiliyor. sigara içmeyen takım bu tek yönlü doğruculuk gücünü fark edip öyle bir gaza bastı ki dünyada adeta bir faşizm noktasına evrildi sigara düşmanlığı. sigara dumanı nükleer serpinti değildir. senelerce sigara içen bir insanı dahi ölümcül hastalıklara sürüklemeyebiliyor. ancak bu duman avcısı takımı sanki bir başkasının içtiği sigaranın dumanı kendilerine dokunduğunda derileri erimeye başlayacakmış gibi bir algıya kapıldılar. peki tabii ki insanların başka insanların sağlığına veya keyfine halel getirme hakkı yok. işin diğer boyutunda ise sigara düşmanlarının içenleri adeta üçüncü sınıf hatta insanlık dışı ilan etmeye varan davranışları var.

    ister din olsun, ister duyarlılık olsun bu doğruculuk tarafında olmayla edinilen taktir kavramı sosyal medya sayesinde büyük kitleleri bir araya getirmeyi başardı. tekrar ediyorum bu bir bağımlılıktır ve halihazırda görüldüğü gibi dozu artmaya devam edecektir.

    çok uzaga gitmeye gerek yok. 20 senedir hayatımızda olan ekşi sözlük dahi sosyal medyanın mobile kaymasından hemen sonra inanılmaz değişiklikler yaşadı. 2007 senesinden önce, yani ilk akıllı telefonlar piyasaya çıkmadan önce sözlüğe girmenin yolu evdeki sabit bilgisayardı. yazılacak veya okunacak şeyde 140 karakter sınırı olmadığı için insanlar geniş bir zaman içerisinde başlıklar altındaki yazıları okuyup ona göre kendi fikirlerini aktarıyorlardı. şimdi genel görünüşe bir göz atalım: sadece başlığı okuyup, altında kim ne yazmış diye zerre umursamadan çalakalem giriliyor entryler. bundan hariç herkesin gözü bir başkasının yapacağı hata veya kaleminden çıkacak ve politik doğru olmadığını iddia edecekleri kelimelerin üstünde. bu gibi ifadeleri yakaladıkları anda top yekün taarruza ve akabinde linçe başlıyor doğruculuk bağımlıları.

    daha önce de ifade ettiğimi hatırlıyorum. sosyal medya insanlığın endüstri devriminden sonra yaptığı en büyük hata’dır. belki on binlerce yıl boyunca bilimi, kültürü, sanatı, siyaseti, mizahı, parayı, felsefeyi sadece izleyen, bunların üretiminde zerre katkısı olmayan milyarlarca insandan oluşan koca bir güruh, ellerindeki 300 dolarlık cihaz sayesinde bu dalların hepsinde söz sahibi olduğuna inanıyor artık. kendilerini bu saydığım kavramlarının icabında mucitlerine, duayenlerine saygı göstermek zorunda bile hissetmeden hem de. çünkü aldıkları dozda sosyal medya “kafası” kendilerini tarih profesörüne “tıraş yapma” diyecek seviyeye getiriyor. zira tv’ye çıkmak, o programa dahil veya müdahil olmak için eskiden makam mevki gerekirken bugün bir tweetle programı yayından kaldırtıyor izleyici.

    peki bu bağımlılık problemi nasıl aşılacak? insandan başka bildiğim hiçbir canlının ağlarken gözyaşı dökme gibi bir özelliği yokken bakteri, hastalık veya parazit gibi nedenlerle göz akıntısı yaşayan hayvanların fotolarını “yavrusunu kestiler bakın nasıl ağlıyor” diyerek paylaşıp beğeni peşinde koşanlar, bunlara inanan gerizekalılar nasıl engellecek? hakikaten büyük bir problem bu. lozan’ın 2023’de hükmünü kaybedeceğini düşünen ama ortalamanın üstünde bilgi ve zekaya sahip arkadaşlarım var. sadece ilgi peşinde, bilgiye düşman bir yapı sizce de insanlığı tehdit etmiyor mu?

    özetleyelim: sosyal medya bağımlılıktır. istemeden de olsa girilmiş bu noktada yazılım geliştiriciler ortaya çıkan bu durumun farkına varmışlar ve bu seferde onu sömürmeye başlamışlardır. yarattıkları bu tehdit ve tehlikenin farkına ilk varıp harekete geçen mecra sanırım instagram oldu. alınan beğeni sayısını gizlemek saikiyle yapılan paylaşımların bütün dünyaya şov yapma özelliğinden çıkartıp şahsi ifade biçimi şekline döndürmeyi amaçlayan bir hareket bu. bu bağlamda takdir ediyorum.
hesabın var mı? giriş yap