• canım ne isterse onu paylaşırım.
    yazım ve imla kuralları umrumda değildir.
    dahi anlamındaki de'leri da'ları ister ayrı ister bitişik yazarım.
    soru cümlesindeki mı'lar ve mi'leri ayrı yazıp yazmamakla ilgilenmem.
    türkçe karakter kullanmışım kullanmamışım umursamam.
    orjinal fikir kime ait olursa olsun, başkasının paylaştığını beğenirsem, alır kullanırım.
    istikrarlı olmak gibi bir derdim yok, bugün savunduğum fikri yarın eleştirebilirim.
    ister kendim olurum, ister "nick" arkasına saklanırım.
    kendimde herşeyi eleştirme hakkını görürüm ama benim eleştirilmeme tahammül göstermem.
    en temel nezaket kurallarının bile sosyal medyada geçerli olmadığını bilirim.
    istediğim her konuya girer, mantıklı ya da mantıksız dilediğim gibi maydanoz olurum.
  • insanlık 21. yüzyılın getirdikleri sayesinde büyük bir refah seviyesine ulaşmıştır. hala yetersiz olarak görsek de geçmişte yaşamış olanların asla ulaşamadığı lüksler şu an hayatımızın sıradan parçaları. fakat insanlığın gözünden kaçan ve bilinen tüm sosyal yapıyı yerle bir eden bir detay var. sosyalleşmek için kapitalizme mecbur bırakıldık. hepimiz ellerimizdeki telefonlara bağımlıyız. hepimiz kablolar arasında sürekli akmakta olan profillerimize bağımlıyız. sevmek veya sevilmek istemiyoruz. hayranlık duyuyoruz, çoğu zaman kendimize bile itiraf edemiyoruz. nefretle kamufle ettiğimizi sanıhoruz. hayran olunmak istiyoruz. herkes bizi sevsin istiyoruz. instagramda paylaştığın fotoğrafa her gelen yeni “like” bildiriminde daha iyi hissediyoruz. olmadığımız kişiler yaratıyoruz. bunları profillerimizde pazarlıyoruz. günümüz itibariyle böyle olmayan insan sayısı tabi ki azımsanmayacak kadar çok. fakat tükenen taraf onlar olacak. sosyal medya bilinen tüm uyuşturuculardan daha tehlikeli. yaptığı bağımlılık oranı çoğu uyuşturucudan daha yüksek. bunu okuyan insanları çoğu için sosyal medya hesaplarını tamamen kapatıp uzak durmak imkansız. bunu denemek bile akıllarına gelmiyor.
    tüm toplum bir şekilde sosyal medya kullandığı için “normal” olarak algılıyor beynimiz.
    tüm toplumun eroin kullandığı bir kültürde de eroin kullanmak “normal” olarak algılanacaktır.
    son 20 yılda insanlığı ele geçiren bu iletişim biçimi aynı şekilde bilinen kültürün sonu olucak.
    içinde bulunduğum toplumla 15 yıl önceki toplumu karşılaştırdığımda sadece yozlaşma ve samimiyetsizlik görebiliyorum.
  • bazı insanlar var hayatımın kenarlarında, bazen halı altına süpürülmüş, bazen olayların tam içinde, bazen yıllarca sürüyor tanışık olma hali…
    bazı insanlar var kendisi olmaktan ziyade kendisinin imgesi artık, hiçbir anlamı kalmamış, imge olarak kendisinden daha fazlasını ifade ediyor bana.
    temizliğiyle, hep bembeyaz kolalı yakasıyla aklında kalan bir ilkokul sınıf arkadaşı, aynı genleri paylaştığınız ama birbirinize hep teğet geçtiğiniz bir aile bireyi! türk medeni kanunu’nun ona verdiği hakla kocasının soy ismine ve iki çocuğa sahip olan gerçek soy ismini hatırlamadığın komşu kızı! beş yıl boyunca aynı sınıfı paylaştığın, beline kadar uzanan saçlarını rüyalarında kestiğin, yabancıdan daha acımasız, kalbindeki ilk çatlağı oluşturan, sana dışlanmayı, yalnız bırakılmayı, yürek burkulmasını öğreten bir akraba…

    imgelerinden daha çirkin olmalarına katlanamadığın, o yana bakmayı hiç istemediğin tanıdık yüzler!

    çocukluk hatıralarına şimdileriyle çöp dökenler! bugününe şahit olmak istemediğin ama buna maruz bırakıldığın insanlar kümeciği!
    çocukluk anılarımdan, düşlerimden aşırıyor (hayır hayır tam anlamıyla çalıyor, çünkü aşırmak bir çocuksuluğu içerir ) bazı yüzler!
    insanların birbirilerini unutmalarına izin vermeyen iletişim çağı! bugüne kadar tanıdığın herkesi tekrar tekrar bulabilme lütfunu sana sunan, ama unutulma hakkını ortadan kaldıran, herkesin herkese bir tık mesafesinde olduğu ama insanların arasındaki uçurumu korkunç şekilde büyüten, sana ulaşılabilir olmanın azabını da sefasını da sürdüren, şimdiden kadim bir geleneğe dönüşen, hem rengârenk hem kâbus çağ!

    bu çağ bir oyun ve hepimiz oyunun içindeyiz.

    yetişkinliklerini görmek istemediğin, çocukluk imgeleriyle çarpışan bir avuç çer-çöp insan. bazı insanların çocukken tanıdığın haliyle kalmasını istiyorsun ama kurulu düzen bizi bir gözetleme kulesine dönüştürdüğü için bakan göz, bakılan özne olmaktan kurtulamıyorsun. kule de biziz, bakan da gören de!

    ilkokul arkadaşını bulmakla kalmadın, gündelik yaşamına, evinin içine kadar girdin, girdin de çok güzel oldu gerçekten, kaç kere konuştun? kaç kere konuşabilirsiniz? nasıl da benzemeye başladık birbirimize, nasıl da hayat motivasyonlarımız ortak bir noktada buluştu! ne çok istiyormuşuz görmeyi, görülmeyi, bakmayı, baktırmayı!

    ortak bir toplanma noktamız var artık, nispet, gösteriş, görgüsüzlük yapıyor, içimizi döküyor, duygularımızı boca ediyor, kendimizi sunuyoruz ve bu meşru bir düzende gerçekleşiyor:
    bak ben böyleyim, şuraya gittim, bak ne kadar güzel, ne kadar zekiyim, spor da yaparım, doğaya da koşarım, kültürlüyüm, okurum da yazarım da meditasyon bende, sağlıklı yaşam bende. tanrım tıpkı bir ermiş ruhuna sahibim ama görün olur mu hepsini, siz görmezseniz var olamam. siz beni görmezseniz, yaşadıklarımın bir anlamı kalmaz.

    hayat tam anlamıyla ve hiçbir yüzyılda olmadığı kadar seyirlik bir temsile dönüştü. hem oyuncu hem seyirciyiz ama hepimiz aynı çukurun içindeyiz! elimize birkaç sanal oyuncak tutuşturulmuş, biz de oynuyoruz. oynuyoruz ama oyunlar icat edemiyoruz, ruhumuz her gün daha da tükeniyor, kısırlaşıyor. derinliğe imkân yok bu yerlerde! hepimizin üzerinde vitrinimizi sergilemek gayreti! sosyal medya hesaplarını ne kadar kendimize benzetmeye çalışırsak o kadar da uzaklaşıyoruz aslında kendimizden. zaten manevra alanı sınırlı ve seyirciler çok çeşitli ve muhbire dönüşmeleri an meselesi çünkü!

    oyuncak dağıtıcıları, oyun kurucular satranç tahtasından farksız dünyanın en tepesinde hamleler yapıyor, biz de onların bize verdiği oyuncaklarla oynayıp, yaratılan suni gündemlerle meşgul olup, onların yarattığı kanunlara, kurallara uyup, yaşayıp gidiyoruz. kanaat etmeyi öğreten kanaat liderleri isyan etmemen için üsttekilerle işbirliği halinde ama ne gam!

    en trajiği de bazen satranç tahtasını, oyun kurucuları, oyunun yaratıcısını gördüğünü, anladığını sanıyorsun. yukarıya, en yukarıya bakıyorsun. gözlerin bozulur, kör olursun, damgalanırsın diye uyarılıyorsun. bize hep ılımlı, uyumlu ve itaatkar olmayı öğretiyorlar. otoriteye uymak, itaat etmek bir tanrı buyruğu çünkü.

    herakleitos, “dama oynayan bir çocuktur zaman, krallık çocuğun” derken tanrı olarak hep oluş halinde bir çocuğu mu işaret etti?
    zamanın içinde çarkların hiç olduğunu, toz olduğunu ve bazen gerçekten var olup olmadığını düşündüğün bir titreme nöbetiyle yaşıyorsun. ey zaman, varlığın kadar yokluğun da muazzam. bize öğretilen günü 24 saate bölen, her sabah alarm zilinin sesi olup kendinden nefret ettiren zaman, bir de her şeyin ötesinde zamanın da ötesinde hissettiğin zaman. zaman zaman hangisi gerçek zaman. hakikat problemine girişmeye cüret edemediğin için zamanın olmadığı bir yerde hareket olur mu diye tırmalıyorsun kendini. “zaman biraz da saymakla ilgili bir şey değil mi” diye düşünüp duruyorsun. kronos aşkına, zaman bu kadar azken ve hiçbir şey yetişmiyorken, oyuncaklarımızla fazla mı meşgul oluyoruz?

    bu bir iç muhasebedir kıymetli efendimiz:
    korkak yeni dünya!

    oyunun kuralları çok sıkıcı ama yine de oynatıyor kendini, çünkü biz mimesis ve toplumsal bir varlığız! kahveye giden emekli amcalar gibi bu da bizim rutinimiz! hem çok korkak hem de çok iştahlısın cesur yeni dünya! 2019 yılında bir kasım sabahı yazıyorum. saat 04.11. çok değil 2100 yılına fırlatıyorum bu satırları. her şey bu kadar kısa her şey bu kadar uzun sürerken sabırsızlık çoğalmış, hız artmışken, bu dönem için 2100 yılındakilere şunu söylemek istiyorum: hız bizi mutlu etmedi, teknoloji bizi mutlu etmiyor. sosyal medya gençlere kendilerini çirkin hissettiriyor. kendine hiç güvenmeyen, kaygılı çocuklar yetiştiriyoruz. muhtemelen sizin nineleriniz, dedeleriniz olacaklar. umarım siz mutlusunuzdur! bu oyunu insanın karanlığı yarattı. güç oyunlarında herkese başarılar! rekabet dolu, acımasız, şiddetini bir artırıp bir azaltan bu oyunda elbette satürn’ün de jupiter’in de parmağı vardır! öldürmüyor, süründürürken ironik bir şekilde “yaşıyoruz be hayatı dedirten. sıkışıp kaldık burada, çıkabilecek gibi de görünmüyoruz. gülümsemene gerek yok artık, çektim gidiyorum.
hesabın var mı? giriş yap