• hasbel kader bulgaristan'da okul okuduğumdan ve şuan bu ülkenin avrupa birliğinde olması açısından çok merak edip gencine yaşlısına sormaktan çekinmediğim sorudur komünizm mi şuan ki sistem mi?.komünizmi yaşayanların hiçbiri kötülemiyor ''eğitim,sağlık beleş iş güç var para var''.

    -demokrasi geldi anamızı mikti diyen bir çingen yaşlısı baya bir düşündürmüştü.dediklerine göre komünizm döneminde 8 saat çalışma ve her türlü güvenceleri varmış ama kendi gözlemlerimle beraber şuan çok kötü bir yaşamları var en iyisi belediyede çöpçü olarak çalışıyor ve horlanıyorlar..biz komünizmi yaşayamadığımız için ne yazıkki hakkında hiçbir fikir beyan edemeyemeceğimiz bir konu..sscb ye gelince lenin dönemi ayrı stalin ayrı ondan sonra apayrı hangi döneme göre değerlendireceksin
  • bir zamanlar cok karizmatik ve bir o kadar da korkutucu olan bir ulke...
  • rock'n roll ve dolayısıyla da bu müzik (ya da herhangi bir pop müzik) eşliğinde dans etmenin yasak olduğu memleketmiş zamanında. seksi çağrıştıran her şey gibi, dans etmek de yasakmış. seksi olmak zaten başlı başına bir suçmuş.
  • yalçın küçük anlatıyor, sovyetler'in 1980'lerde ulaştığı durum milletin kafayı çekip, eğlenip sevişmekle meşgul olduğu, ortalama işgücü veriminin batı ülkelere göre düşük olduğunu, gorbaçov'un radikal reformları gelmese sovyet plancıların fikrinin ücret makasını bir miktar açarak biraz rekabet oluşturmak olduğundan bahsediyordu. e diyor, bu aslında bir ütopya değil midir? kapitalist batının askeri rekabeti olmasa bu insanlar için iş güvencesi, tok karın, sosyal güvenlik, sınırlı tüketim ve stressiz hayatın toplum için başarısızlık yetersizlik değil başarı ve hedef olması gerektiğini söylüyordu.
  • bu diktatörlüğü eleştirdiğin takdirde "amerikancı, natocu, emperyalist" oluyorsun. yurdum milliyetçisinin her demokrasi isteyene "hain" demesi gibi, yurdum stalinisti de sscb'yi her eleştireni amerikan uşaklığıyla yaftalıyor. çok şükür liberteryenim ve ne nato ne de abd politikalarını desteklerim. bunları doğru bulmadığım kadar komüniteryen rejimleri, sscb'yi de doğru bulmam.

    işte sorun burada başlıyor. sosyalistler yalnızca abd'nin, nato'nun vahşetini görüyor. onlara göre sscb yanlış bir şey yapamaz. eğer biri yanlış bir şey var diyorsa o kesin abd uşağıdır ve o iddia da kesin abd tarafından ortaya atılmıştır.

    holodomor diyorsun, "batının oyunu" diyorlar. afganistan, macaristan, çekoslovakya işgalleri diyorsun "makul sebepler var" diyorlar. yani adamlara göre sscb yaptıysa bir bildiği var. sscb gibi "tarihin gördüğü en iğrenç devlet"e böyle bir kutsallık giydirmek hakikaten mide bulandırıcı. tek bir partinin kanlı diktatörlüğünün bu denli yüceltilmesi ilginç bir şey. bugün "basın özgürlüğü"nden dem vuran solcuların sscb'deki basın özgürlüğünden haberleri var mıydı acaba? ya da şöyle sorayım sscb'de basın var mıydı? propaganda broşürlerinden hallice kağıt parçalarına gazete diyorsanız vardı. özgürlüğün olmadığı tek alan basın değildi. nobel ödülüne layık görülen bazı sovyet vatandaşlarının ödülü almasına engel olundu. yani sscb halkına seyahat özgürlüğünü bile çok görüyordu. (ki bu bütün komüniteryen rejimlerde var)

    özgürlük yok, soykırım var, bilim ideolojiye alet olmuş, yayılmacılık had safhada, enternasyonalizm ayağına dibine kadar başka halklar sömürülüyor. ve siz hâlâ "ne güzeldi sovyetler" diyebiliyorsunuz.
  • an itibarı ile stalinist- maosit çin devleti ve çkp, kuzey kore örnekleri ile devam edendir.

    avrupa'da faşizmlerin iktidara gelmesine çanak tutmaktan başlayıp; dünya'nın nüfuz alanları ve "yaşam çevreleri" olarak bölünmesine sebep olmak; toplumsal ilerleme! gibi herzelerle hemen yanıbaşındaki ülkelerde ya da elinin yettiği uzak diyarlarda, ırkçı- faşist parti iktidarlarına destek vermek, gibi sınıf tavrı (!) sayılacak siyasetleri vardır.
  • kendisi hakkında -mış'lı cümleler kurduğum için cahil, müfteri falan ilan edilme nedenim olan birlik. bu kadar çok -mış kullanmamın nedeni yazdığım şeyleri benim yaşamamam. bu yazdıklarımı otuzlu yaşlardaki bir rus kadından duymam. üstelik benzer şeyleri, konu hakkında konuştuğum başka, ama daha genç ruslardan da duydum. rusya'yı oranın insanından daha iyi tanıyan arkadaşları tebrik ediyorum.

    bana müfteri diyen efrat "soyvetler birliği'nde hiçbir zaman müzik yasaklanmadı!" da demiş. yanlış. doğu almanya'da da sovyetler'de de rock'n roll müzik yasaktı. ayrıca klasik müziğin en önemli isimleri rachmaninov ve shostakovich bile sovyetler'le ciddi problemler yaşamış insanlar. hatta rachmaninov ülkesini terk etmiş baskı yüzünden. nabokov gibi bir yazar ülkesini terk etti, pasternak ülkesini terk etti... ne diyorsunuz arkadaş siz? sovyetler'de düşünce özgürlüğü falan yoktu. neredeyse bütün muhalifler susturuluyordu. nâzım bile iki kere öldürülmek istenmiş. birinden şans eseri, ötekinden şoförünün sağlam karakteri sayesinde kurtulmuş. neden bahsediyorsunuz siz?

    adam bir de "bunlar 'spor da yasaktı sscb'de' der şimdi" diyerek varsayımlara girişmiş. tez canlı mısın birader? önce şunu oku: (bkz: #23183778)

    bizim millette sakat bir düşünce var, bir şeyi seviyorsan erdem olduğunu düşündüğün her şeyi ona yüklersin. sovyetler de öyle. dünyada erdem diye bilinen ne varsa sovyetler'e yüklüyor. saçma ve cahilce. sovyetler dediğimiz memleket sosyalizmin berbat bir uygulamasıydı ve bu yüzden de çöktü. bu berbatlığı nâzım da, yaşar kemal de yazar. bunlar ezber solcuları, kantin solcuları. gazete okuyarak yakında devrim yapacaklarına inanıyorlar ya, ben ona yanıyorum.

    edit: bu entry'nin büyük oranda muhattabı olan religion is the opium of the people'a özel mesajlardaki olgun tavrı, güzel sözleri ve inceliği nedeniyle buradan da bir kere daha teşekkür ediyorum.
    edit ii : solkisot'un uyarısı: "hocam ülkesini terkeden pasternak değil, soljenitsin'di."
  • (bkz: cccp)

    edit: bu bkz verilmis..farketmemisim..acilimini da bir daha yazayım da tam olsun: soyuz sovetskikh sotsialisticheskikh respublik
  • sözkonusu cumhuriyetler birliği'nin sınırları içerisinde 1984-1987 yılları arasında yaşamış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, burada yazılanlar ne tamamen doğru ne de tamamen yanlıştır. ne solcuların savunduğu kadar toz pembeydi herşey, ne de sağcıların savunduğu gibi kötüydü. ayrıca çok merak ediyorum, benden başka oralarda yaşayan sözlük yazarı var mıdır acep? varsa bir gün buluşup başbaşa sscb anma zirvesi yapabiliriz pekala.

    peşin olarak belirtmem gerek, o dönemdeki yaşım ve de yaşadığım yer itibariyle yapacağım yorumun tüm birliği kapsaması mümkün değil. nitekim 6 ile 9 yaş arasında oradaydım ve de letonya cumhuriyetinin başkenti riga'daydım. buna karşın bir doğu bloku ülkesinde doğup büyüdüğüm ve de babamla(ki bir dönem komünist parti üyeliği de vardır) bu konularda uzun uzun konuşmuşluğum olduğu için yapacağım yorumlarda ülkeden ülkeye çok çok derin farklılıklar görmediğimi de belirtmem gerek.

    öncelikle insanlar açtı, çok zor şartlar altında yaşıyorlardı tartışmasına şu soruyla yanıt vermek isterim: neye göre aç, kime göre aç?

    ticari olarak doğu blokü ülkeleri birbirlerine karşı yüksek dış ticaret dengesizliği vermemek için alışverişlerini birbirlerinden yaparlardı. ve de bir mal doğu bloku ülkelerinden birinde(buna küba, çin vb.yi de eklemek gerek) bulunmuyorsa, evet o mal market raflarında bulunmuyordu. paranız da olsa alamıyordunuz. mesela muzu kış aylarında belli bir dönemde market raflarında görebilirdiniz. o da geldiği gibi tükenirdi. yanılmıyorsam kolombiya ya da o taraflardan bir yerden geliyordu. keza portakal da öyle. yılbaşına doğru görülen bir meyveydi. şu an türkiye'deki gibi bir bolluk, 12 ay portakal yiyebilme lüksü yoktu insanların. ha yılda bir de olsa yediğimiz portakalda, domateste hormon da yoktu, o da ayrı bir tartışma konusu.

    market raflarında tek tip ürünler vardı. mesela tek bir marka sıvı yağ, tek bir marka katı yağ veya un gibi.(bizim buradaki bim gibi düşünün. bu arada bim, tek tip ürün satmasına karşın türkiye'nin pazar payı ve ciro olarak en büyük marketidir, antiparantez belirtmekte fayda var.) et, süt ve peynir gibi temel ürünler -çok çeşit olmasa da- her daim raflarda olurdu. çok enderdir markete gidip temel bir gıda maddesini bulamadığınız.(nutella yoktu, onu belirtmem gerek.) mesela çok sevdiğim gofretler vardı, onları ne zaman istesem bulabiliyordum. üstelik de çok hesaplıydılar. içi likör ve rom dolgulu nice çeşit çikolata vardı, ki 2012 türkiye'sinde hala pek göremediğimiz şeyler bunlar. aynı şekilde mevsiminde yetişen herşey bulunabiliyordu raflarda. mesela letonya'da yaz aylarında bile karpuz-kavun yetişmediği için karpuz bir diğer sscb cumhuriyeti olan azerbaycan'dan geliyordu. avuç kadar minik fakat lezzetli karpuzlardı. buna karşın letonya genel itibariyle soğuk bir cumhuriyet olduğu için inanılmaz güzel dondurma çeşitleri üretiliyordu. ve neredeyse halkın temel besin kaynağıydı dondurma. dışarısı -40 derece iken dondurma yiyerek keyif yaptığımızı hatırlıyorum annemle başbaşa. burada garipsenebilecek şeyler onlar için normaldi.(mesela ben de türkiye'ye geldiğimde yaz aylarında bile o sıcakta herkesin günde 5-10 bardak çay içmesini garipsemiştim.)

    ev kullanımı için olan beyaz eşya olsun, elektronik cihaz olsun o zamanki batının, hele japonya vs.nin gerisindeydi ülke teknolojisi. bunun sebebi belki de teknolojik yatırımların uzay ve de diğer teknolojik harcamalara kaydırılması olarak gösterilebilir. buna karşın her elektronik cihazı sürekli olarak raflarda bulamıyordunuz. fakat yine de herkesin evinde bir buzdolabı, televizyon ve de fırın gibi temel ürünler vardı. herhangi bir yerde çalışan biri, maaşı olduğu sürece 5-10 yıl önceden takside girerek arabasını da alabiliyordu.(bu ilginç sistemi aslında başka bi entryde anlatmak gerek.) şu an bulunduğumuz tüketim toplumunda sıfır aracı krediyle alıp 4-5 yılda kredi bitinceye kadar eskitirken, orada ise piyasaya sürülecek aracı 5-10 yıl(vadeye göre fiyatlar değişiyordu) önceden alıyordunuz ve ödemeye bugünden başlıyordunuz. eğer ihtiyacınız çok acilse, aracını teslim almaya çok az kalmış birisinden bu hakkını ekstra ücret ödeyerek alabiliyorunuz. böylece aracınızı daha kısa sürede kullanmaya başlayabiliyordunuz.

    şunu belirtmem gerek ki benim gördüğüm ve de uzun uzun sohbet ettiğim babamın anlattığı kadarıyla sscb'nin, hatta tüm doğu blokunun temel sıkıntısı "verimlilik anlamında, üretim teknolojisinin yenilenme süresi anlamında batıya göre yetersiz kalmasıdır."

    yapılan buluşların azalması, üretim bantlarının hızlı bir şekilde yenilenmemesi zaman içinde teknolojik olarak tüm doğu blokunu ve sscb'yi geri düşürdü. halktaki temel rahatsızlıklardan biri de buydu aslında. batıdaki refahı ve hayatı istiyordu herkes. hiç unutmam, biz 1984 model 1500 motor gıcır gıcır lada 2107 aracımızla bulgaristan'ın başkenti sofya'ya gittiğimizde amerikan büyükelçiliği'nin önünden geçmiştik. elçiliğin önünde büyük bir kalabalık vardı. merak edip bir yerde arabayı durdurup oraya doğru yürüdük. amerikan büyükelçiliğinin camına yerleştirilmiş dev ekran renkli bir televizyonda(ki o zaman 4 televizyonu yan yana getirerek oluşturuluyordu sanırım) devasa amerikan arabalarının filmleri, hawaii'deki yazlıklar, plajlar filan gösteriliyordu. o kadar güzel ve renkliydi ki herşey... insan hırsının törpülenip varolanla yetinmesi gereken bir düzende, tam tersi bir dünyanın reklamı yapılıyordu.

    düzeni çatlatan tam da buydu; innovasyonun olmaması ya da çok yavaş ilerlemesi. aynı şekilde insanların, batının zenginlik ve refah artışında yaşadığı muazzam ilerlemeyi görerek kendi hayatlarını sorgulamaya başlaması, memnuniyetsizliğin ortaya çıkması.

    yoksa çalışma barışı olsun, sağlık hizmetleri ve belli alanlardaki ilerlemeler olsun(babam türkiye'ye geldiğinde zirai konularda konferanslar verdi buğday tohumları konusunda, sonra o tohumlar ithal edildi ve şu an trakya'da ekilen tohumların çok büyük miktarını oluşturuyor.) insanların memnun olduğu gelişmelerdi.

    gündelik hayat da canlıydı bu arada. kazanılan parayla isteyen iş çıkışı ailecek bir şeyler yiyip içebilir, arada düzenlenen partilerde eğlenebilirdi. opus'un, modern talking'in klipleri bile dönüyordu televizyonlarda 1980li yıllarda. hatta müzikle tanışmam cheri cheri lady'yledir. 80'ler fırtınası orada da esiyordu kısacası.

    örneğin 1984 yılında riga'da bulunma sebebim de sağlık alanında yapılan çok ciddi bir icattı. (bkz: ilizarov yöntemi) (bkz: gavriil abramoviç ilizarov) üstelik orada bulunduğum süre boyunca tüm masrafları devlet karşıladığı gibi, annem için de refakat ücreti veriyordu. hastanede tüm doğu bloku ülkelerinden hastalar olduğunu hatırlıyorum, hepsi aynı şartlarda tedavi görüyordu.(ücretsiz.)

    kısacası, insan doğasının dikte ettiği "daha fazlası olsun", "daha iyisi olsun" mantığı ne yazıkki o dönemin sonunu getirdi. pepsi'nin o meşhur reklam sloganı geliyor aklıma: ask for more!
  • yıkılmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen abd ve onun uşaklarının hala hedefindeki devlet yapısı.

    ulan ne kadar korkmuşsunuz adil düzenden. yıkıldı aradan yıllar geçti hala atıp tutuyorsunuz.

    korkmayın artık yok rahatlayın.
hesabın var mı? giriş yap