• (söylenti) kesinliği olmayan bilgi, haber; rivayet.

    kşz: söylence
    kşz: söylen
  • (bkz: rivayet).
  • ses hızından da hızlı dağılan haberler.
  • istenmeyen bir iletisim bicimi...

    (bkz: balon ucurmak)
  • (bkz: rumor)
  • insan hayatını kabusa çevirebilecek rivayet.
  • üniversitelerde her yıl "ek bütünleme çıkacakmış"
    askerlikte her devrede "erken teskere verilecekmiş"
    *cezaevlerinde her yıl "af çıkacakmış"
    beklentisi yaratan toplumsal savunma mekanizması.
    (bkz: umut)(bkz: hayal)
  • doğru kaynaklardan yansıyan bilgilerin olmadığı ortamlarda iletişimde, bireylerin kendilerinin biçimlendirdiği, algıladığı görsellikler devreye girer ki bunlar da söylenti olarak adlandırılırlar. yani söylenti, bilgi eksikliğinin olduğu yere üşüşüp, yarım yamalak bilgiyi kategoriler halinde hayali nesnelere dönüştürüp, tanıdık kavramlarla ilişkilendirerek konuşulur hale gelir. öyleyse dünyanın en eski medyası olarak tanımlanan söylenti ya da dedikodu, kuraldışı yapılanmayla bağlantılı, kişiler arası ilişkiler ağıyla kendini gösteren resmi olmayan* bir iletişim sürecidir.
  • (bkz: şayia)
  • modern çağlar öncesinin bir çeşit medyası, serbest salınan haberleridir söylenti. anonim olduğu için kontrol edilemezdir. bu haliyle tehdittir tabi ki...
    söylentiyi ne kadar kişi, yer, zaman kaydı altına alırsanız sosyal kontrolü de mümkün olabildiğince sağlamlaştırırsınız. ancak bu, gittikçe "halk ne demiş" den halk'ın meşruiyet kaynağı olmaya gidişi besler. bu da, özellikle hükümdarların şahsında toplanmış olan uhrevi siyasete dokunulabilir olması demektir. hükümdara bir defa dokunduğunuz zaman da dünyevileşir iktidar, muktedir, siyaset. söylentinin gücü, doğası gereği kapalı, görünmez olan iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirir.yeryüzüne inildiği ne kadar erken farkedilirse halk o kadar siyasetin meşruiyetinin sağlandığı kaynak olur. e, modernleşme de böyle bir şey değil mi herşey görünür olsun, yüzeyde olsun, doğrudan olsun, dolaylı olmasın...
    işte bu yüzden bu meşruiyet kaynağının değişiminin başlarında ıı. mahmut 1830-1839 yılları arasında anadolu'ya beş defa gezintiye çıkmış halkın arasına karışmış, onlarla aynı sofrada yemek yemiş, cuma namazında onlarla saf tutmuş, hal hatır sormuş, doğrudan deneyimlemiştir halkın yaşantısını. padişahtan bahsediyoruz, zillullah i fi l arz yani, asker arkaşı değil...
    üstelik bu gezilerin notları takvim-i vekayi'de yayınlanacağı zaman, "halkın anlayacağı dilde sade bir türkçe ile yazın" demeyi de ihmal etmemiştir. üstelik daha bir yıl önce 1829 edirne anlaşması hakkında orada burada söylenenlerin cezası, serasker hüsrev paşa'nın yanında gezen askerlerce verilmiş iken...

    yok, kralın çıplak olduğunu söylemiyeceğim ama "yüce olanın gülünç olandan sadece bir adım uzakta olduğunu" söyleyen, imparatorluk tahtına geçerken sezar'a referans veren napoleon'un içinde bu ifadenin bulunduğu 1812 kışında rusya'dan yazdığı bir mektubu da hatırlamadım değil....
    bu söylentinin gücünün 1789 köylü ayaklanmalarındaki rolünü anlatan bir kitap verelim: georges lefebvre, "the great fear"
    http://en.wikipedia.org/wiki/great_fear
hesabın var mı? giriş yap