• soyut ekspresyonizm sanatçının kendine yakışanı giymesidir. bu akım gereği, sanatçı sadece kendi "ben"ini ifade etmekle mükelleftir. eserler; sanatçının içsel coşkusunu ifade etme kaygısından doğar, çabuk yapılmış, bir çırpıda çıkmış izlenimi verirler.**içerikle ilgili bütün kaygılardan sıyrılarak biçimi yüceltmiştir soyut ekspresyonizm. "sanatçının psikolojik durumunu dolaysız olarak ifade etmesi, başlı başına bir içeriktir ve daha fazlasına ihtiyaç yoktur" fikrinde birleşen bu sanatçıların eserlerinin, biçimsel olarak benzeşmeseler de aynı akım içinde anılmaları bu sebeptendir. bu duruma en çarpıcı örnek; mark rothko ve jackson pollock arasındaki biçimsel fark olacaktır sanırım. biri* yere serdiği tualinin üzerine boyaları serpiştirirken, diğeri* boyayı ince katmanlar halinde, titiz bir şekilde sürerek resmini yapmaktadır.

    http://www.nga.gov/feature/pollock/painting1.html
    http://www.nga.gov/feature/rothko/classic1.html

    2. dünya savaşı sonrasında amerikan hükümeti; halkı, toplumsal olaylara ilgisiz kılmak, tepkisizleştirmek için her alanda büyük bir çabaya girişir.. bu politikanın sanat alanındaki uygulanışı da soyut ekspresyonizmi yüceltmekten geçmektedir. zira bu akım; sadece sanatçının psikolojik durumunu yansıtmayı amaç edinmiştir. içeriğini toplumdan, sosyal olaylardan değil, sanatçının ruh halinden almaktadır. bu anlamda sanat tarihinin, sanatçıyı en çok yücelten, en bireyci akımı olduğu da söylenebilir. 1950'li yıllarda soyut ekspresyonistler amerikan hükümetinin maddi desteğiyle çalışmalarını sürdürmüştür. galeriler bu sanatçıların eserleriyle dolup taşmıştır. devlet bütün kurumlarıyla bir amerikan kültürü* oluşturulması için seferber olmuştur. new york yavaş yavaş ticaretin merkezi olmaya başlarken, "sanat merkezi" ünvanını da paris'in elinden almıştır. soyut ekspresyonizm; her ne kadar, sanatın iç dinamiklerinden bağımsız olarak dışarıdan bir müdahaleyle yüceltilmiş bir akım olduğu gerekçesiyle suçlanmışsa da, etkilerinin henüz geçmemiş olması durumun bu kadar basit olmadığını göstermektedir. bu sanatçılar fazlasıyla desteklenmiştir devlet tarafından, doğrudur. fakat bu akımın devlet eliyle oluşturulmuş yapay bir rüzgar olduğunu söyleyerek kestirip atmak yersiz olur. amerikan hükümeti, o dönemki politikasına en uygun biçimde hizmet edecek sanat anlayışını, yeni yeni filizlenmekte olan soyut ekspresyonizmde bulmuş ve desteklemiştir. akımın hak etmediği bir üne kavuştuğunu söylemek ne kadar yersizse, tersini iddia etmek de o kadar yersiz olacaktır.
  • kanimca bi sikime benzemeyen bir akim. ama birinin bunu denemesi lazimdi. zaten soyut ekspresyonist eserleri (misal, bir pollock tablosu dusunelim) ilginc kilan bence iceriginden cok arkasindaki fikirlerdir. yani olay "ben zictim oldu"dan ziyade, "burda zicmigimla aslinda yercekiminin o yenilemez gucunu sanatima kattim. boya yerine bok kullanarak teknigimin sinirlarini zorladim. sekillerimin ardinda bir anlam aramak istiyorsaniz serbestsiniz, benim icin ise sekiller zicis animdaki halet-i ruhiyemden ve oturus pozisyonumun sonuclarindan baska bir sey ifade etmiyor. gitgide kaybolan fakat burnumuzun diregini hala kirabilecek kuvvette olan bu koku, parcalarin uzerinde gezinen at sinekleri ve zamanla kuruyan yuzey, sanatimin benden bagimsiz olarak kendini yenilemeye devam ettigininin gostergesidir. sanatim eylemdir, surectir, bilincaltimdir, dogadan gelip vucudumla karisip benden kopan ve dogaya yeniden karisandir" diyebilmektir. sonra insanlar bokunuza bakip "vay be, helal olsun adama!" diyeceklerdir.
    bence modern sanatin merkezi (dunya savaslari sonucu) avrupa'dan amerika'ya tasindiktan sonra olayin suyu cikmistir. amerikalilar o sig bakis acilariyla sicip sicip boklarini sanat sanmislardir. bugun amerikan sanat okulu ogrencileri aptal saptal seyler yapip kendilerini dahi saniyorlarsa bunda soyut ekspresyonizmin, pop artin payi buyuktur. kokleri olmayan bir medeniyetten de bu beklenir, bol sisirmasyon, sifir derinlik. (bkz: bu bir genellemedir)
  • soyut disavurumcular surec insanlariymis, resmin tamamlanmisina degil yapilisina vurulmuslar. bazisi hicbir resmini bitirmemis, bir coguysa bitirdikleri tablolarin kendileri icin hicbir anlami olmadigini iddia etmis.
  • üç aşağı beş yukarı, böyle bi şey.
    http://www.jacksonpollock.org/
  • soyut dışavurumculuk ya da amerikan soyut dışavurumculuğu, insanların ''şimdi bunun nesi sanat'' dediği bunun , şunun ve şunun gibi eserlerin dâhil olduğu sanat akımıdır.

    şimdi bu sanatçılar ne yapmak nereye varmak istemektedir, ona bakalım.

    1930'lar ve devamında gelen ikinci dünya savaşı avrupa'da büyük bir istikrarsızlık yaratmış, almanya ve italya gibi kültür zengini ülkelerde totaliter rejimlerin yükselişi sanat dünyasına büyük bir darbe vurmuştu.

    bu korku ve baskı ortamında pek çok sanatçının abd'ye taşınması, sanatın merkezinin paris'den new york'a kaymasına neden olmuş ve günümüzde yazılımcı göçüne benzer bir sanatçı göçü yaşanmıştı.

    bu büyük göç, amerikalı sanatçılar üzerinde de büyük bir etki bıraktı. bunlardan biri olan alman ressam hans hofmann, 1932'de almanya'dan abd'ye taşınmış ve açtığı sanat akademisiyle sanatçı ve eğitmen olarak güçlü bir değişime neden olmuştu.

    savaş sonrası giderek canlanan amerikan ekonomisi de daha fazla avrupalı sanatçının new york'a taşınmasına neden oldu. yeni açılan galeriler, okullar ve lokaller zengin bir sanat ekosistemi yaratmış; eleştirmenler, küratörler, gazeteciler ve sanat tacirlerinin daha sık sosyalleşmesine yol açmıştı.

    şimdi buraya kadarını unutmadan 1929 büyük buhran dönemine bakalım. 1929 ekonomik çöküşü her sektörden insanı etkilediği gibi sanatçıları da çok zor durumda bırakmıştı. abd yönetimi bir yandan ekonomik krizle boğuşurken diğer yandan sanatçıların zor durumda kalmasına çözüm üretmeye çalışıyordu.

    işte böylesi zor bir dönemde başkan franklin delan roosvelt önderliğindeki abd yönetimi sanatçılara destek için 1933-34 yıllarında kamusal sanat yapıtları projesi başlatmış ve bu çalışmalardan alınan verimle ''federal sanat projesi'' adı verilen destek 1943'e kadar devam etmiştir. bu amaçla yaklaşık 10 bin sanatçıya 150 bin eser ürettirilmiştir. proje kapsamında hastane, okul ve hapishane gibi kamu binaları için 2566 adet duvar resmi yaptırılmıştır.

    bu sayede sanatçılar işsiz ve aşsız kalmaktan kurtulmuş; aynı zamanda bu üretken dönemde kendi kişisel üsluplarını olgunlaştırmış ve avrupa'dan gelen sanatçıların da etkisiyle amerikan soyut dışavurumucu geleneğin temsilcileri olarak yeni bir sanat akımı başlatmışlardır.

    1940'lı, 50'li yıllarda uluslararası sanat ortamına damgasını vuran bu yaklaşımı şekillendiren isimler, her biri kendi özgün soyut temelli üslubunu geliştirmiş sanatçılardır. new york okulu olarak da bilinen bu yaklaşımın başlıca sanatçıları arasında, jackson pollock, willem de kooning, clyfford still, barnett newman, mark rothko, robert motherwell, franz kline, adolph gottlieb gibi isimler yer alır.

    amerikalı soyut dışavurumcular üzerinde önemli etkisi olmuş sanatçılar arasındaysa, kendi okulunu açmadan önce birçok amerikalı ressamın eğitim gördüğü new york art students league'de eğitimcilik yapan hans hofmann'ın yanı sıra arshile gorky de vardır. hofmann, "saf resim"den yana bir sanatçıdır; 1920'de abd'ye göç eden ermeni ressam arshile gorky ise kimilerine göre son gerçeküstücü, kimilerine göre ilk soyut dışavurumcu olarak gerçeküstücülük ile soyut dışavurumculuk arasındaki köprü olarak nitelendirilmiştir.

    soyut dışavurumculuk kısaca şunu anlatmaya çalışmıştır: nazi ve sovyet baskıcı rejimlerinin ''sanat toplum içindir'' zorbalığına karşılık tam bir özgürlük istenci ile sanatın nasıl yorumlanacağını tamamen insana bırakmıştır.

    tuvaldeki resmi inceleyen insanın o resimde ne bulduğu, ne düşündüğü ve ne hissettiği konusunda sınırsız bir özgürlük ortamı yaratmıştır.

    evet, sanatçı dünyayı değiştirememiştir ama o sanat eserini inceleyen insana düşünce ve duygu durum olarak serbestik sağlamıştır. mark rothko gibi 4-5 metre kareleri bulan resimler, bu büyük boyutlarıyla insanı resmin içine çekmeye çalışmıştır. buna ne anlam verileceği yine insana bırakılmıştır.

    savaş, baskı ve zorbalık egemen olsa da özgürlüğe engel olamamıştır. çünkü özgürlüğe anlam katacak yine insandır.
  • jackson pollock:
    26 numara, 1949 : görsel
  • ideal betimlemenin gerceklesmesi icin gereken "aklin zincirlerini kirip ozgur birakma" eylemini, modern akimlardan** farkli olarak, aniden ve uzerinde dusunmeden gerceklestirmeyi savunan ve boylece post-modern* kategorisine giren, kokeni saibeli olmakla birlikte tarihte olmasi gereken bi boslugu doldurmus olan, ancak modernist* anlayisa tercih edilemeyecek olan, gerektiginde ise yararlanilmaktan kacinilmamasi gereken sanat akimi.
    ayrica (bkz: jackson pollock)
  • soyut dışavurumculuk ya da soyut ekspresyonizm, 1940'larda ortaya çıkmış bir sanat hareketidir. bu akım, renklerin ve formların duygusal deneyimlerle ifade edilmesi gerektiğini savunmuştur.

    soyut dışavurumculuk eserleri genellikle büyük boyutlarda olup, yoğun renkler ve kaba fırça darbeleriyle karakterizedir. sanatçılar, bu tarzda yapılan eserlerde, iç dünyalarını dışa vurmak için soyutlama ve şekilleri kullanmışlardır.

    soyut dışavurumculuk sanatının öncüleri arasında jackson pollock, mark rothko, willem de kooning ve franz kline gibi sanatçılar yer alır. özellikle jackson pollock'un "dripping" tekniği (boyayı tuval üzerinde damlatma ve sıçratma yoluyla uygulama) soyut dışavurumculuğun en tanınmış tekniklerinden biridir.

    soyut dışavurumculuk, ikinci dünya savaşı sonrasındaki amerikan toplumu ile ilgili endişeleri yansıtmıştır. sanatçılar, insanlığın karmaşık doğasını ve kaygılarını, savaş sonrası kaos ve belirsizlik hissini, bu tarzda yapılan eserlerde ifade etmişlerdir.

    soyut dışavurumculuk, modern sanatta bir dönüm noktası olarak kabul edilir ve birçok farklı sanat dalında etkili olmuştur. bu akımın etkileri hala günümüzde de görülmektedir.
  • son dönemde gerçekçi çizimler yapmaya olan ilgimde bir azalma gözlemliyorum çünkü çevremdekilerin tepkileri beni oldukça etkiliyor. özellikle çıplak bir kadın figürü çizerken, ben sadece form ve kompozisyonu görürken diğerleri bunu tamamen pornografik bir yaklaşımla değerlendiriyorlar. bu durum içsel dünyam ile dış dünyadaki algıların çatışmasıyla sonuçlanıyor. artık duygularımı ve gözlemlerimi gerçekçi formlarla ifade etmek yerine soyutlama yoluyla aktarmaya yöneliyorum. bu şekilde sadece kendi içsel imgelerimi yansıtmak istiyorum. ancak, başkaları bu soyutlamalara baktıklarında sadece belirsiz birkaç çizgi görebiliyorlar. “ben de resim çiziyorsun sanıyordum 'karalama' yapıyormuşsun” gibi söylemler duymak gibi.
    sanatın bu evrimi, aslında benim iç dünyamla dış dünya arasındaki süregelen bir çatışmanın bir yansıması gibi geliyor bana. sanatın doğası, sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde. toplumsal normlar, kişisel algılar ve sanatçının içsel dünyası arasındaki etkileşim, sanat eserlerinin yorumlanmasında karmaşık bir dinamik oluşturuyor. bu dengeyi bulmak, sanatın temel felsefi sorularından biri olarak varlığını sürdürmektedir. kim bilir mark rothko, jackson pollock veya franz kline neler anlatıyordu resimlerinde…
hesabın var mı? giriş yap